Annemi ağlıyorum,
Köysümü dağlıyorum,
Bir gündür kayıp ettiğim,
Yıllara kargıyorum.
“Canım Anneciyim. Bu mektubu sana yazıyorum, biliyorum almayacaksan, okumayacaksan, ama yazıyorum. Mektubun unvanı böyle yoktur. Ebediyet yazıyım mı? Sen ki ebediyete yol aldın, bu günkü unvanın ebediyettir. Sen hiç zaman geri dönmeyeceksen ve zaman geçecek, yegâne evlâdını yani beni koynuna alacaksan. Anneciyim, senin bir yaşında koyup gittiğin çocuğun bu gün 55 yaşındadır, ama sen hayla 20 yaşındasın ve her zaman öyle kalacaksın. Güzel Anneciyim, bu gün senin bir yaşındaki kızın babaannedir, ama hep seni özlüyor. Koklamadığı Annesinin kokusunu özlüyor. Senden sonra neler oldu, bir bilsen… Aklım kesende kendimi teyzemin kucağında gördüm, büyük teyzemle küçük teyzem hep kaygıma kaldılar, okula gönderdiler. Kimseye izin vermediler ki, benim yanımda senden konuşsunlar. Ama bu sözleri sürekli duyurdum:- Bu kız kim? Rehile’nin. Ah, güzel Rehile’nin mi? Duydum ki, çok güzel olmuşsan… Sonradan öğrendim ki, Senin iç güzelliğin dış güzelliğinden daha fazla imiş. Ama maalesef, resmini Üniversite sınavlarına gedmeye hazırlaşırken bana gösterdiler ve öldüğünü dediler. O zamana kadar beni oyaladılar. Ne babam, ne babaannem senden söz etmedi. Komşulara da senin hakkında bana söz etmeyi kadağan ettiler. Anneciyim, senin hakkında sohbetleri duyduğum gün birkaç gün evden çıkmadım, yemedim, içmedim, hep ağladım. Sen benim için bu dünyada iki defa öldün, bir benim 1 yaşım olarken, bir de 17 yaşımda. 17 yaşımda seni kayıp ederken ben de seninle öldüm. O güne kadar senin çok uzaklarda olduğunu söylerdiler ve 17 yaşımda -ortaokulu bitirirken geleceğini- söylerdiler. Ama aksine, sen gelmedin ve gelmek evezine öldün. Bu gün arkadaşım Mehbube Hanım da torunu Hebibe’ye: -Güzelim, Annen Ayten senin düğününde gelecek- diyor. Hebibe de bekliyor ve bir gün Hebibe de benim gibi Annesi Ayteni ikinci defa kayıp edecek. Anneciyim, birkaç günden sonra kendimi toparladım ve dedim: -Şimdi bana Annemden konuşun. Canım Anneciyim, neler konuşmadılar senden. Hem dâhilen, hem zahiren güzel olmuşsan. Melek gibi saf olmuşsan. Her kesin yardımına koşmuşsun. En fazla ninelere yardım edermişsen. Konuşup-gülmeyi severmişsin. Babam dayımla yakın arkadaş imiş, sizin eve gelip-gederken sana delicesine âşık olmuş. Annesi haber tutmuş, “katiyen” olmaz demiş, annesiz-babasız kız, zengin de değil. Bugün “Aliye” dizisindeki İkbal Hanım görende hep babaannemi hatırlıyorum. Babaannem ne kadar “hayır” dese de babam dinlememiş ve “o kız olmasa bana hayat yok!” demiş ve annemi kaçırmış. Mutlu bir hayat başlamış. Ama mutluluğun ömrü az olmuş, babam asker gedmiş, onun gedişinden bir kaç ay sonra ben doğmuşum. Annem mektupları benim adımdan yazmış: -Canım Babam, ben çok güzel ve tatlı kızım. Ne zaman geleceksin. Seni çok özledim. Babamın gelmesine birkaç ay kala Babaannem annemi çok incitmiş, 20 yaşlı genç kadın ablasına sığınmış, hasretle babamı beklemiş. Babam gelmiş, babaannem ona annemim yanına gedmeyi gadağan etmiş, annem 10-15 gün beklemiş, birden-bire halı değişmiş, tansiyonu kalkmış ve son nefessinde: -Çocuğumu onlara vermeyin. Ablacığım, zaten çocuğun yok, olsun senin. Ama hiç ondan doymadım ki… Beni bağrına basmış, delicesine öpmüş ve ben kucağında iken gözlerini yummuş. Bu faceli olay bana bu gün öğrencilerime Orta Çağ Batı edebiyatından anlattığım “Tristan ve İzolda” eserini hatırlattı. Tristan’ın annesi ölürken yeni doğmuş oğluna Tristan’a diyor: -Ben bu eve kederle geldim, seni kederle doğdum, seni kucağıma alırken senden duyduğum da keder oldu, ismin Kederli Tristan olsun. Senden doymadan ayrılırım. Annem de benden doymamış, beni onun kolları arasından zorlukla çıkarmışlar. Annem ölen gibi Babam ve Babaannem gelmiş. Teyzem: -Çocuğu da, kendimi de öldürürüm, ama size vermem. Babam baş götürüp Rusya’ya gitmiş. Birkaç defa babaannem beni sokakta oynarken çalıp kaçırmış, aynen İkbal teyze gibi. Sonra amcam kaçırmış, ama yine de beni geri almışlar. 11 yaşımda babam geldi, beni istedi, ben ise: -Sizi tanımıyorum- dedim. Babam evlendi, 2 erkek çocuğu oldu, beni evine misafir götürdü. Başıma pervane gibi dolandı, ama ona hiç ısınamadım. Bana hep: -Aynen annene benziyorsun- diyordu. Annene benzediğin için seni çok seviyorum. Hiç çekinmeden: -Ama ben seni hiç sevmiyorum-deyirdim. Gözleri yaşla dolardı, ama benim günahım yok ki -deyerdi- Anneni çok severdim. Ama sormazdım ki, annem nerede. Babaannem hasta oldu, ona yardım ederdim, bu ise teyzelerim hoşuna gedmezdi. –Ona yardım etme- değerdiler. –Hep annene benziyorsun. Diyordum ki, -Ama o hasta. Teyzelerim: -Allah bilir kime ne yapıyor. Teyzelerime kızardım, niye bu bayana karşı böyle gaddardırlar. Sonra bildim, Anneciyim. Sana göre… Babaannem sıcak yuvanı dağıtmış, senin ölümüne neden olmuştu.
Anneciyim, teyzelerim beni gemli görende mahıv olurdular. Biri elbise, biri oyuncak, biri ayakkabı alırdı. Hiç birini istemiyordum, seni istiyordum, ama deye bilmiyordum ki… Aldıklarını üstlerine atardım. Yerli-yersiz ağlardım. 4 sınıfa kadar hiç iyi okumadım. Ama teyzelerim hiç dövmediler beni, hep iyi oku, büyük adam ol-diyordular. Ben de sinirimden: -Ben büyük adam olmak istemiyorum- diyordum.. Ama 5 sınıfdan çok iyi okudum, anneciyim, okul birincisi oldum. 10.cu sınfı da okuyordum. Artık babam birkaç yıl idi ki, başka kentte çalışırdı. Soğuk bir şubat günü idi. Okula gedmeye hazırlaşırdım, kapımızı acı haber dövdü. Babam 40 yaşında dünyasını deyişmişdi, senin yanına göçmüştü. Sanki bütün dünya başıma uçtu. Babamı defin ettik, artık dünyada tutacağım bir dal kalmamıştı. Bu acıların içinde bir sevinç vardı, Üniversiteyi kazandım. Burada da çalışkan bir öğrenci oldum. Radyo-televizyonda çalıştım ve okudum. Teyzeme zahmet vermedim, evlendim, düğün günü evden çıkarken gözyaşlarım Nisan yağmuruna döndü, sağıma-soluma baktım, annem-babam yok. Daha fazla seni istedim. Doya-doya sana sarılmak, ellerinden- yanaklarından öpmek, kokunu duymak, hayır-duanı almak istedim. Amma sen yok idin, aslında var idin, o gün senin ruhun mezarda kalamazdı, dünyalar kadar sevdiğin kızın boynu omuzunda, gözleri yaşlı dünya evine giriyordu. Bir seneden sonra bir oğlum oldu, uçmağa kanadım yok idi. Onun hasretle bana “Anne” deyeceği günü bekledim. İnadına o da 3 yaşında konuşmağa başladı, dil açan gibi “Anne” dedi. Bağrıma bastım, doya-doya öptüm, yine göz yaşlarım… Nisan yağmurları… Hiç ovunmadım, Anne… Nerede bir Anne sözü eşitdimse, kalbim titredi, elim-ayağım esti. Hep seni rüyalarda görmek istedim. Sonuçta bir gece rüyama girdin. Sakince kapını acıp odama geldin, deli gibi uyandım:-Anne, gel, gel-dedim. Odamdan çıktın, gittin, çağırdım seni:-Anne, beni götür- dedim. Çok sinirlendin:- Hayır- götüremem, çok erken- dedin… O ilk ve son oldu rüyama girmeyin. Daha hiç zaman girmedin rüyalarıma. Kızdırdım mı seni Anne?! Ama ne yapım, birce defa gördüm seni rüyamda. Sonra Anne dediklerim bir-bir hayatdan göçtü. Önce teyzem, sonra kayınvalidem… Senin kızın ilim-irfan sahibi oldu, Üniversitede çalışmağa başladı ve birden uzak-uzak ellerde çalışmağa geldi. Nerede bir ihtiyar Anne gördüyse, hep istedi ki, onun damarı çıkmış, kırış-kırış elleri onun saçını okşasın, başımı onların köysüne koymak istedim. Onlar buna seve-seve “evet” dediler. Bir Annem Bursa’da-Umur bey köyünde idi, adı Müjgan. Çok seviyordum onu. Bir gün onun da ölüm haberini duydum, arkadaşım Müzeyyen Hanımın Annesi de bana kızım diyordu, şimdi Hakk dünyasındadır. Mezarı nurla dolsun. Bir Hacı annem var, şair Mehmet ali Kalkanın Annesi de bana kızım diyor. Herden Dagküplü köyüne gediyoruz. Yere palaz atırız yüzümüz dağlara doğru otururuz, başımı onun dizine koyuyorum, gözlerimi kapatırım, Anneciyim, ele biliyorum ki, sen sağsan başım senin dizindedir. Ellerini öpüyorum onun. Ne güzel elleri var onun. Pamuk kimi, sımsıcak… Hep istiyorum ki, o elleri öpüm, o eller saclarımı okşasın. Şimdi Azerbaycan’da bir teyzem var, o da hasta. Giden gibi onun yanına can atıyorum. Kucaklıyorum, döne-döne öpüyorum. Anne ve baba neslinden bana yakın olan birce teyzem… Annemin kokusunu bana veren son umutum…
Anneler günü bayramına 10 gün kala gözyaşlarım durmadan akıyor. Bir de beni en fazla yandırıp yakan Annemin mezarının olmamasıdır. Karabagda -Ermenilerin işgal etdiyi topraklardadır. Teyzemin de, onun da… Kalmışı mı o mezarlar, yok mu?… Bilmiyorum ki… Anneciyim, sana bir şad haber de vermek istiyorum. Sen torun görmedim, bu sevinci ben hem senin, hem de kendi evezime yaşadım. Biliyor musun, bir yaşında koyup gittiğin o balaca kızcığaz şimdi babaannedir. Oğullarım hiç Anaanne demediler ki… Ama bu gün ben Babaanneyem. Büyük torunum bu gün iki buçuk yaşında. Tatlı diliyle nasıl da babaanne diyor bir bilsen. Hatta yorulmuyor böyle. Ben de itiraz etmiyorum, çünkü her dediği babaannenin biri senin, biri benimdir-canım Annem. Resul 9 aylıktır, konuşmuyor. Onun da dil açacağını hasretle bekliyorum. Anneciyim, keşke sen de torun görseydin. Her defa onlar bana Babaanne deyende sanki bana dünyanı veriyorlar. Anneciyim bu sevincimde senin hüznün var, kimse sana Anaanne demedi ki…
Ve sonda:
– Yüzümü bu gün annesi hayatta olanlara tutuyorum:
– Anneleri kırmayın. Anneler kutsaldır. Hiç önemli değil ki, ona hediye alasınız. Sizin varlığınız onlar için çok büyük hediyedir. Sizin tatlı diliniz, güler yüzünüz onlar için hediyedir. Sizin öpücüğünüz onlar için en pahalı hediyedir. Sizin elinizde çok değerli bir servet var. O servet Annedir. Onu kayıp edende anlayacaksınız ki, en değerli servetinizi kayıp etmişsiniz. Müdrik Peygamberimiz Hazreti Muhammed E.S demiş ki, Cennet Annelerin ayağı altındadır. Anneler ölürken cennetin kapısı onların yüzüne açık. Anneciyim, şimdi sen de bütün Anneler gibi cennette uyuyorsun. Ama orada olan senin sadece kuru cismindir, ruhun ise benim ve torunlarının yanındadır. Ve biliyorum ki, bu ruh her zaman bizi koruyor.
Anne başta taç imiş,
Her derde ilaç imiş,
Bir evlat pir olsa da
Anneye muhtaç imiş…
Prof.Dr. Tamilla ALİYEVA