Yıllar önce kaleme aldığım bir “Anneler Günü” yazısı
Vatan gibi kutsal, ekmek gibi mübârek, Türkçe gibi nezih, su gibi aziz, gün ışığı gibi tertemiz, gökyüzü kadar engin bir yüreğin sahibi olan siz, annelerimiz…
İnsanlığın neş’e ve saâdet güneşi, kalbimizin sönmeyen ateşi, yuvamızın tüten ocağı, hânemizin şefkat kucağı, evimizin sevgi çerâğı, âilemizin hayat membaı, “ateşi”, “suyu”, havası”, “toprağı” olan siz, annelerimiz…
Dokuz ay boyunca yavrusunu canıyla, kanıyla besleyen, hayatı evlat meyvesiyle süsleyen, dünya ziyneti olan çocuklara söylediği ninnileri uykusuz gecelere yaslayan, bir eliyle bebeğinin beşiğini, öbür eliyle de dünyayı sallayan siz, annelerimiz…
Aydınlıkların bile gıpta ettiği; alnı ak, sevgisi duru ve berrak, tebessümü sımsıcak, “Duyguları bile haramdan uzak”[1]ve her zaman kalbimizin zirvesinde dalgalanan sancak olan siz, annelerimiz…
Gönül vahâmız, şeref levhâmız, sevgi nüshâmız, en güzel hülyâmız, en mukaddes rüyâmız, dil burcundaki mahyamız ve ufuk dünyamız olan siz, annelerimiz…
Yüzümüz bulutlansa yüreği yanan, gözyaşını mendillere oyalayan, derdimize, hasretimize, sevincimize ağlayan, kaybedildiğinde kıymeti çok daha iyi anlaşılan, hâtırâsı bile rûhumuzu kanatlandıran ve “Dünyadaki varlıkların en mübâreği”[2] olan siz, annelerimiz…
Allah’ın (c.c.) isim ve sıfatlarının en fazla tecellî ettiği, sevgisi, muhabbeti ve merhameti başta olmak üzere her şeyini evlâdına karşılıksız vermenin yücelttiği en müstesnâ varlık olan siz, annelerimiz…
“Ayaklarının altına Cennet”[3] serilen, evlatlarına “Cennet kokusu”[4] verilen, dünyayı Cennet’e çevirmek için gönderilen ve bakışlarından bahar çiçekleri derilen fedâkârlık âbidesi olan siz, annelerimiz…
Hayâtına ilmik ilmik erdemi, tevekkülü, teslîmiyeti, fazîleti, iffeti ve izzeti dokuyan; davranışlarında en latif, en nâzenin, en samîmi, en gösterişsiz ve en kâmil duyguların irfan esintileri okunan; göz pınarlarından süzülen yaşlar ve sevgi ummânı olan bakışlarıyla nasırlaşmış yüreklere Rahmân’ın rahmetini muştulayan en âsûde sevinçlerin bestekârı, en onulmaz hüzünlerin dertlisi ve en büyük kahramanlıkların bânîsi olan siz, annelerimiz…
Ergenekon’dan yola çıkan, Mekke’nin Tevhîd nûrunda yıkanan, Anadolu’da “Gül” yüzlü bir medeniyet inşâ etmek için hazarda ve seferde “Bâcıyân” olan, Asr-ı Saâdet’ten ve Türk tarihinde tevârüs ettikleri eşsiz güzellikleri hayatlarına yansıtan, hilkat kumaşı bayrakların kumaşıyla birlikte dokunan siz, annelerimiz…
Gazâ meydanlarından inşâ ettiğimiz medeniyete, fethettiğimiz diyarlardan serhat boylarına kadar kitâbesi okunmayı bekleyen nice kahramanlık destanları yazan, asâlet, cesâret, merhamet ve fazîlet şâhikası olan siz, annelerimiz…
“Vatana kurban olsun” diye askere gönderdiği oğlunun saçlarını kınalayan, “Ya gâzî ol, ya şehit” hitâbı ve “Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli”[5] niyâzıyla cepheye yollayan; ıslak gecelerde kağnı arabasıyla taşıdığı cephânenin üstüne yağmur yağmasın diye kucağındaki yavrusunun battaniyesini top mermilerine saran siz, annelerimiz…
Başımızın tâcı, gönül yaralarımızın ilâcı, hepimizin ihtiyacı olan, duâlarıyla her türlü tehlikeden bizi koruyan, kolumuz, kanadımız, ağız tadımız, âhiret murâdımız, bir yerimiz ağrıyınca feryâdımız olan siz, annelerimiz…
Hiçbir zaman dilinden eksik etmediği besmelesinde, yüreğindeki sevgiyi resmeden “Yavrum!” diyen sesinde, salavatlarla yıkanan “Gül” kokan nefesinde rahmânî güzellikler bulunan, günde beş vakit nûr üstüne nur yayılan seccâdesinde namaza duran, bütün ehl-i îman için duâya oturan; yüzü nurlu, başı tülbentli, dili Kur’ânlı, ağzı duâlı ve eli tespihli olan siz, annelerimiz…
Hayatı bizim için yaşayan, en çekilmez çileleri bizim için taşıyan, uykularını bizim için bölen, bizim için sevinen, bizim için gülen, bizim için her türlü zahmeti cana minnet bilen; yurdumuzun, yuvamızın, yavrularımızın temel taşı olan siz, annelerimiz…
Bizleri sevgi kirmenine sararak büyüten, târiflere sığmayan gönül zenginliğini ve hudutsuz muhabbetini evlâtlarına aksettiren, zaman ve mekân ötesinde olsa da o’na ayân olup bizi gören, sıkıntılarımızı duyan, kasvetli-karanlık gecelerimizi varlığıyla aydınlatan, sırtımızı yasladığımız dağ, sığındığımız liman ve sebeb-i hayâtımız olan siz, annelerimiz…
Kalplerimizi teshîr eyleyen, üzüntülerimizi terhis eyleyen, sıkıntılarımızı tebdîl eyleyen, sevinçlerimizi tebcîl eyleyen,“mekteb-i âlem”e bir güzîde mektup olarak gelen; hissiyâtımıza renk, hayatımıza âhenk, muhabbetimize mihenk olan, ahlâkı, zarâfeti, nezâketi ve müsâmahayı anlamlı kılan, evlatlarına karşı duygu yoğunluğunu en fazla yaşayan, her şartta ve her türlü olumsuzluğa rağmen çocuklarının yanında olan, bizi her zaman koruyan ve kollayan siz, annelerimiz…
Hiç sönmeyen bir sevgi meşâlesi, göz kamaştıran bir edeb şûlesi, dünyanın en içli nağmesi, hilkâtin en nezih tecellîsi, evlâdın en büyük tesellîsi, en ulvî duyguların, en güzel hasletlerin ev sâhibesi ve ana dilimizin mürebbisi olan siz, annelerimiz…
Biz evlatlarınız; gökyüzünün mavisini başınıza tül, semâdaki yıldızları yakanıza gül diye taksak yine de hakkınızı ödeyemeyiz. Annelerimize ne yapsak, ne kadar hürmet etsek, ne kadar hizmet etsek yine de azdır; zirâ sizin bize yaptıklarınızın yanında, bizim size hizmetimiz ancak ummanda katre kalır.
Ana-baba hakkı mevzuunda Kur’ân-ı Kerîm’de; “..Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘Öf!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. İkisine de merhametle tevâzu kanatlarını indir ve; ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek duâ et..”[6]; “..Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu..”[7]; “..De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik edin..”[8] diye buyurulmaktadır. Yâni kulun, Allah’a (c.c.) ibâdetten sonra yapacağı en önemli farzın ana-babaya iyilik yapmak ve hizmet etmek olduğu İlâhî Beyân ile emredilmektedir.
Esrarlı bir varlık olan kadının en ulvî pâyesi annelik duygusuna sâhip olmasıdır. Türk milletine ebedî vatan kılınan bu azîz topraklar, “Anadolu” olduğu için, her yanı “ana” doludur. Ama son zamanlarda, ne hazindir ki, Batı’da olduğu gibi bizde de “ana” olmak, “kadın” olmaya fedâ edilir oldu. “Annelik”, “Anneler Günü”nü ihdâs edenler tarafından unutturulmaya yüz tuttu… “Kadın”, “feministlik” ve “eşitlik” terâneleri arasında irtifâ kaybetmeye başladı. Fıtratı göz ardı ederek eşitlik aranmaz, aranamaz, aranmamalıdır. Hak hukuk açısından elbette kadınla erkek arasında “insan kimliğinde” bir eşitlik vardır, fakat fizyolojik olarak pek çok farklılığın olduğu da inkârı mümkün olmayan bir hakîkattir. Kadın ve erkek birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısıdır. Fakat, kadın olmanın “savaşımını verenler” (?!), “annelik görevini” aksatanlar; ne yazık ki, “anne” olmanın, “hanım” olmanın mücâdelesini vermiyorlar / veremiyorlar / vermek istemiyorlar… Halbûki erkeksi bir tavrın içine giren feministler, “eşitlik” arayacağına, “hanım” olmanın hazzını yaşayabilseler ve ismiyle müsemmâ olarak “ana” olmaya çalışsalar bugün yaşanan problemlerin pek çoğu emînim ki yaşanmayacaktır.
“Anne” sâdece “doğuran” değil, Âdemoğlunun ruhunu; îman, îzan, irfan, ahlâk, fazîlet ve muhabbetle yoğuran mübârek hanımlardır ve evlâtlarının ilk muallimleridir.
Ana olan, ana olmaya yakışan, analığın bütün özellikleriyle temâyüz eden, şefkat ve merhamet âbidesi olarak tebellür eden bütün hanımların “Anneler Günü”nü tebrik ediyorum…
Siz, “Hanım” demenin ötesinde “Hân”ım diye hitap ettiğimiz; yuvamıza huzur, âilemize gurur, evimize nûr, hânemize sürûr veren annelerimiz; size “bir gün” değil, “bir ömür” değil, “bin ömür” vakfedilse de yine az gelir diyorum…
Bu duygu ve düşüncelerle, siz annelerimizin, evlâdı olmasa da anneliği rûhunda taşıyan hanımlarımızın, anne adayı gelinlerimizin ve kızlarımızın yüzündeki nûrun ve tebessümün hiçbir zaman eksilmemesini diliyor, öpülesi ellerin sâhibi olan sizlere en kalbî muhabbet ve hürmetlerimi arz ediyorum.
67 yıl önce çok genç yaşta Hakk’a yürüyen anneme ve Âhiret Yurdu’na göçen bütün analara Yüce Rabbimizden rahmet ve mağfiret diliyor; kabirlerinin Cennet bahçelerinden bir bahçe, ruhlarının şâd, mekânlarının Cennet ve makamlarının âlî olmasını niyâz ediyorum.
Bilvesîle anasını vatan bilen, vatanını ana sevgisi gibi mukaddes bir aşkla seven cümle gönül dostlarıma iki cihan saâdeti diliyor ve bâkî selâmlarımı gönderiyorum.
Ve sözün bittiği yerde İlâhî kelâm başlar, Âlem-i Cemâl’e hicret eden annelerimizin rûhu için;
El-Fâtiha…
Dr. Mehmet GÜNEŞ
[1] Yavuz Bülente Bâkiler, Duvak, Analar II, 19
[2] Yavuz Bülente Bâkiler, a.g.e., Analar II, 19
[3] Nesâî, Cihâd, 25; İbn Mace, Kitabü’l-Cihad, 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 299; İmam Kuzâî, Müsned eş-Şihâb, I, 189
[4] Süyûtî, Câmiu’s-Sağir, II, 2285
[5] Mehmet Âkif Ersoy, Safahat, İstiklâl Marşı, 522-523
[6] İsrâ, 17/ 23-24
[7] Ahkâf, 46/15; Lokmân, 31/14
[8] En’âm, 6/ 151