Cinsiyetli ürünlerin pazarlanmasına yönelik eleştirilerin artmasıyla bazı markalar “cinsiyetsiz koleksiyonlar” hazırlarken bazı giyim firmaları da “cinsiyetsiz giyim” reyonları açmaya başladı. Birkaç yıl önce de John Lewis Mağazası’nın çocuk giyim müdürü, cinsiyet stereotiplerini güçlendirmek istemediklerini ve 14 yaşa kadarki çocuk giyiminden “cinsiyet”i çıkardıklarını açıkladı. Ve cinsiyet tarafsızlığıyla ne yapılmak istediğine dair felsefi bir tartışmanın fitili ateşlendi. Bu gelişmeyi, cinsiyet yelpazesinin tüm alanlarındaki insanlar için kapsayıcı bir alan oluşturulduğu şeklinde yorumlayanlar uygulamayı olumlu karşıladı. Aksini düşünenlerse absürd ve olumsuz olarak değerlendirdi. Bazıları ise, insanların toplumsal cinsiyet spektrumu konusunda nerede olduklarına bakmanın arkaik bir düşünce olduğunu düşünmekle birlikte giyimin kimliksizleş[tiril]mesine tereddütle yaklaştı.
Bu konu “kimlik”, “özne”, “hak”, “eşitlik” hatta “mağduriyet” ve “kurumsallaşmış kapalılık” bağlamları altında bir hayli tartışıldı. Konu açıklığa kavuşmadı ama farklı bakış açılarıyla entelektüel bir tenis maçına döndü. Top hâlâ yeşil zemin üzerinde parabol çizip duruyor…
Meseleye “anonimlik” merceğinden bakmak, bu tartışmaya nasıl bir kuvvet sağlar ve ne kadar isabetli olur bilemiyorum. Ama cinsiyet’ten, kimlik’ten, kültür’den, vatan’dan azade bir varoluşun imkânını ve cinsiyet’siz, isim’siz, kimlik’siz, kültür’süz, vatan’sız bir hayat sürmenin mümkün olup olmadığını sorgulamanın kıymetli olabileceğini düşünüyorum. Üstelik “cinsiyetsiz ve bedensiz giyim”, “vatansız insanlar/göçmenler”, “kimliksizlik çağı”, “ulustan arındırılmış vatandaşlık” gibi tanımlamaların sıklıkla kullanılır hâle geldiği günümüz dünyasında, bu söylemlerin taşıdığı mânâ ve muhteva ile yön ettiği mecraya ışık tutmanın önemli ve gerekli olduğuna da inanıyorum.
Anonimlik, net ve kesin tariflere, tanımlara ve sonuçlara ulaşmanın gittikçe zorlaştığı; muammalarla ve enigmatik[1]detaylarla dolu bugünün dünyasının baskın belirtecidir. Bilhassa siber alandaki anonimlik, insana birçok açıdan konfor sağlar. Her şeyden önce insana hem “hiç kimse”ye hem de “herkes”e dönüşebilme imkânı sunar. Kendi kendine yoğurduğu ve şekillendirdiği bir aidiyetlik var eder. Ve insan anonimlik sayesinde her şeyden azade kalabilir, kendisini ve fikirlerini korkusuzca ifade edebilir, gizliliğini ve mahremiyetini garantileyebilir. Hissettiği cinsiyete ve hayal ettiği kimliğe bürünebilir. Gerçek de olabilir, sahte de. Sansürü atlatabilir. Karanlıkta kalabilir. Uzakta ve fiziksel olarak güvende olma hissiyle hadsiz ve hudutsuz bir serbestlik elde edebilir. Ayrıca anonimlik sorumsuz kılar, muhalif olmayı mümkün kılar, ayrımcılıktan uzak olmayı kolaylaştırır ve “çoğunluğun tiranlığına karşı bir kalkan”[2]vazifesi görür. Ancak anonimliğin karanlık bir tarafı da mevcuttur. Ve bazı yıkıcı etkileri olabilir. Mesela bir bilgi ağı olarak internet’in doğruluğunu ve güvenilirliğini bozabilir. Uygun olmayan provokatif yorumların, içeriklerin ve eylemlerin üretimini sağlayarak dolaşıma girmesini kolaylaştırabilir…
Elbette ki anonimlik, sadece siber alanla sınırlı bir hadise değildir. Göçlerle ortaya çıkan mekân kaybı da bir çeşit anonimleşme doğurur. Mensubiyet kriziyle birlikte seyreden travmatik bir anonimleşmedir bu: “Kimliğin anonimleşmesi”. Yine, insanların kent yaşamında birbirine karşı olan durumu da bir çeşit anonimliktir aslında…
Görüldüğü gibi anonimlik, sadece bir özne eksikliğine, bir belirsizlik, bilinmezlik, tanımlanamazlık ve görünmezlik durumuna gönderme yapmakla kalmaz. Çok katmanlı ve karmaşık bir bağlam da üretir.Onun bir nimet mi yoksa lanet mi olduğu ise, bu bağlamla ne yaptığımıza ve anonimlik zırhını ne maksatla kullandığımıza bağlı olarak değişir.
İyi haftasonları…
[1]Karışık, muammalı, bilmece gibi.
[2]John Paul Stevens’ın anonimliğe ilişkin yorumudur.