Lüks arabaya atlıyor, arkadaşlarını da alıyor, gezip eğlenecek. Ehliyeti yokmuş; ehliyetsiz araba kullanmak, ülkenin yasalarına aykırı imiş, başka insanların hayatını tehlikeye atarmış, insanların huzûrunu kaçırırmış, âsâbını bozarmış, trafiği altüst edermiş, hiç mühim değil! diğer insanlar kim oluyor? onlar değerli değildir ki! onların hiçbir değeri yoktur zâten. Kaç paralık adamlardır ki … bindikleri arabalar kaç paralıktır ki …
***
Derken… kullandığı lüks araba çarpar! Yaralı insanlar vardır, küçük bir çocuğu olan bir adam da ağır yaralıdır, zamânında müdâhale edilse, belki de ölmeyecektir …
***
Anneye kazâ bildirilirken, en mühim olay en başta söylenir:
Araba pert oldu!
Yaralıların kurtarılması için ambulans çağırmak filân, hiç akla gelmez! Mühim olan, öncelikli olan, cezadan kaçmak, delilleri karartmaktır… olanları, görüntülü olarak seyretmişsinizdir, tekrara gerek yok.
***
Bu olay, Türk toplumunun geldiği, getirildiği DURUMu gösteren bir kesittir: Bencilliği ön plana çıkaran, her şeyin değerini maddeye göre ayarlayan, maddeye bağlayan, mânevî değerlerden alabildiğine kopuk bir zihniyet … Ayrılmış da olsalar, anne de, baba da, toplumda saygı gören, maddî durumları iyi (hem de ÇOK iyi: kıtalar arası uçuşa, başka ülkede yaşamağa yetecek kadar iyi), toplumun gidiş yönünü gösteren çizgide, modern, çağdaş, eğitimli kişilerdir, anne, yazar olduğuna göre, topluma yön verme, görüş sunma seviyesindedir, çocukları da, her hâlde iyi bir kolejde, çağdaş eğitime göre yetiştirilen bir öğrenci olmuştur.
***
Biz, bu değiliz! böyle değiliz! Türk toplumu böyle değildir! Böyle yapanlar azınlıktadır… da … GİDİŞ o yöne doğru, öyle değil midir?
Tam da ÖYLEDİR: 1839 yılından beri RESMÎ DEVLET TUTUMU, DEVLET POLİTİKASIDIR.
Nerede YANLIŞ yaptık da bu duruma doğru sürükleniyoruz?
sorusunun cevâbı, bir önceki cümledir.
Osmanlı mülkünün Kavalalı ile paylaşılması veya Devlet’in başına Kavalalı hânedânının geçmesi gibi, ‘kırk katır mı, kırk satır mı’ durumunda (Kavala’lı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa, Osmanlı ordusunu üst üste yenerek Kütahya’ya kadar gelmişti de, Osmanlı’nın zayıf şekilde devâm etmesini uygun gören Avrupa’lıların siyâsî baskısıyla durdurulmuştu) İngiltere’nin, mason Sadrâzam Mustafa Reşid Paşa’ya dikte ettiği esâsları, onun 16 yaşını henüz doldurmuş toy Padişâh Abdülmecid’e gizli oturumlarla öğretmesiyle Gülhâne Fermânı olarak da 1839 yılında Tanzîmât ilân edilmişti.
Yâni, topraklarında güneş batmayan, Yeryüzünün pek çok yerini sömüren en büyük emperyalist İngiltere, NE istemiş ise, NASIL OLMAMIZI uygun görmüşse, Tanzîmât, onu gerçekleştirmek üzere ilân edildi ve işler, iki yüz yıldan beri, O YÖRÜNGEDE gitmektedir.
Asrîleşme (çağdaşlaşma) denilen bu yolun çıkmaz sokak olduğunu NE ZAMAN fark edeceğiz? Ne zaman anlayacağız? Uyanmağa niyetimiz var mı?
Okul kitaplarımızda Tanzîmât’ı, Türk çocukları, hâlâ, “ileri atılım hareketi, çağdaşlığa giriş” diye ÖĞRENMEKTELER. Öyle, imâl edildiği gibi kalan, okuyup araştırmayan aydınlarımız(!) da hâlâ o yolun yolcusudurlar ve ülkemizde o zihniyet hâkimdir.
***
Türk Kimliği kitabımın SONUÇ kısmında, 3 aydınımızın sözlerini aktarıyorum:
*“Türk aydını dediğiniz kişi, Batı’nın manevî ajanıdır” Atilla İlhan.
*“Batı’dan medet uman;
ya satılmıştır,
ya vatan hâinidir,
ya vatansızdır,
ya da süper ahmaktır.” Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu.
*”İtalya’dan Ceza Yasası aldık,
Fransa’dan İdâre Hukuku İlkeleri aldık,
İsviçre’den Medenî Hukuk’u aldık,
Almanya’dan, Ceza Yargılaması Hukukunu aldık.
Bir gülmece dergisindeki şu tanım, olayları yeterince sergiliyor:
Türk vatandaşı tanımı. Diyor ki: “Türk ne demektir? Türk vatandaşı kimdir?”
“Türk vatandaşı;
İsviçre Medenî Kanunu’na göre evlenen,
İtalyan Cezâ Yasası’na göre cezalandırılan,
Alman Ceza Muhakemeleri Usûlüne göre yargılanan,
Fransız İdâre Hukuku’na göre idâre edilen,
Ve
İslâm Hukuku’na göre gömülen kişidir.” Uğur Mumcu.
*****
Her toplum, kendi insan tipini yetiştirir. Kesin olarak biliyoruz ki: *Hindistan’a giren ilk İslâm ordusunun komutanı da 17 yaşında idi (Muhammed bin Kasım el Bâhilî).
*Roma’yı tarihe gömen Sultân Murâd oğlu Mehemmed Hân, 21 yaşında idi.
*Çanakkale’de, siperler arasında kalmış, ızdırap içinde bağıran düşman yaralısını kucaklayıp düşman siperlerine götüren askerimiz de o yaşlarda idi.
*Ülkemizde, son sınıf öğrencileri gönüllü olarak Çanakkale’ye gittiği için mezun vermeyen liseler oldu.
Bunların dünyâ görüşü, bunların davranışlarını düzenleyen anlayış, temel, İslâm idi.
Türkiye’de İslâmın öğretildiği okullara KARŞI OLAN zihniyet, tam da; kazâ yapıp, önce lüks arabasının derdine düşen bencil ÇAĞDAŞın zihniyeti değil midir? Mânevî değerleri vermeyen eğitime, eğitim denir mi?
Çocuğunuzun, torununuzun, (Allah korusun) öyle bir kazayı yapıp da öyle davranması, onu ÖYLE davranmaya yönlendirecek bir eğitimden geçmesi, sizi memnûn eder mi?
*** *** ***
16 Mart 2024