Tahsin Parlak Bey’in Aziz Hatırasına…
Şair Ali Akbaş Bey, “Aral’a Ağıt” adlı şiirinin bir dörtlüğünde şöyle seslenir:
“Göl değil kımızdı Aral
Bir iffetli kızdı Aral
Kalınca küffar elinde
Yer altına sızdı Aral.”
Yer altına sızan Aral’ı yani bizim olan Aral’ı tekrar su yüzüne çıkarıp dünyaya tanıtan önemli şahsiyetlerden biridir Tahsin Parlak. “Tur-an Yolunda Aral’ın Sırları” adlı muhteşem çalışmasında Moğolistan bozkırlarından Doğu Türkistan içlerine kadar, Sibirya’nın uzak diyarlarından Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan’a kadar…Altay, Tuva, Hakasya, Saka sınır boylarından Kafkasya, Kuzey ve Güney Azerbaycan topraklarına; Alaska, Amerika ve İtalya yerleşimlerinden Avrupa içlerine, ve oralardan da Ortadoğu memleketlerine kadarki Türk’ün adımını, işaretini, nakışını ve izini 530 sayfalık bir dünyaya sığdırmıştır bu büyük ülkü adamı. Her sayfası yılların dayanılmaz yükünü omuzlayan bu altın kitabın yine her sayfası geçmişin karanlık dönemleri için berrak tablolar oluştururken geleceğimize yani gelecekteki medeniyetimize de aydınlık işaretler sunuyor. İsimlerin, seslerin, resimlerin, çizgilerin tabiata yansıyan şekillerini taşlardan, kayalardan, ağaçlardan süzüp, renk renk, biçim biçim canlandırıp ilgili gözlere ve zihinlere nakşetmesi her araştırmacının, yazarın, fotoğrafçının başaramayacağı bir övülesi durumdur. Öyle ki, bir tarafta Erzurum Oltu’da denizin toprağa sinmiş kalıntılarını keşfederken diğer yandan Kazakistan’daki tufan izleriyle Narman’daki Peri Bacalarının olduğu yerlerdeki aynı tufan izlerinin varlığını ve benzerliğini yansıtabilmiştir. İnsanoğlunun varlığıyla Türk’ün tarih sahnesindeki altından plaketini aynı resme bütün ayrıntılarıyla işlemesi onun sadece araştırmacı özelliğini değil aynı zamanda çok hassas bir sanat ruhu ve prensibine sahip olduğunun da kanıtıdır. Kazakistan’daki Jezkazgan yerleşiminde bulunan Broz Devrine ait mezarlardaki sırları da, Aral’ın kuruyan daha doğrusu yer altına sızan tabanındaki Kerderi Türbesinde bulunan Türk izlerini takip eden de Tahsin Parlak’tı. Kazakistan’ın Janakorğan yerleşiminde bulunan AK-TAŞ semtindeki Aktaş Mesciti ile Çıldır’ın Gürcistan sınırını ayıran Akçakale (Ağcagala), Aktaş köyü ve Aktaş (Ağdaş) Gölünün gecikmiş tarihi birlikteliğini buluşturmuş, bunu da motiflerle, isimlerle ve tarihi şahsiyetlerin yazı ve çalışmalarıyla desteklemiştir.
Tahsin Parlak, “Aral’ın Sırları” adlı çalışmasında bir elini Çin Seddi’ne uzatır, diğer elini Karadağ’a…Bir eli Arpaçay’dadır bir eli Elburuz’da. Anı Surlarında taşlara işlenen “Oz” Damgasını birilerinin gamalı haç benzetmesinin aksine O’nun Türk’ün öz motifi olduğu gerçeğini ileri sürerek çok açık tespitlerle iddiasını belgelediğini görürüz. Yesevi Türbesi ve Aslan Bab Türbesi duvarları üzerinde bulunan kufi yazı türündeki süslemeleri Erzurum, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan’daki türbe ve camilerin dış duvar, kapı ve iç süslemelerde buluşturup bunların arasındaki benzerlikleri aynı soyun ve aynı kültürün yetiştirdiği eller tarafından oluşturulduğu gerçeğini hayret ve aynı zamanda da gururla izlettirmektedir bizlere. Aral Gölü tabanında bulunan bir sütun başlığındaki motifleri Erzurum Banak Kilisesi kalıntılarındaki motiflerle karşılaştırarak ikizleştirmesine hayret etmemek mümkün değildir. Onun yansıttığı belgelerde tarih resmi geçittedir. O, taşlardaki el izlerini resmeder adeta…Toprakta da asırların kopup gelen ayak izlerini. Yosun tutan kayalardaki Türk tarihine ait izleri bir sanat hassasiyetiyle gün yüzüne çıkarıp insanlık tarihine nakletmesi ayakta alkışlanacak fedakarlıktan başka bir şey değildir. Tahsin Parlak, övülecek birinden ziyade çağları delip geçecek takdirlerle, tanıtımlarla geleceğe ulaştırılması gereken bir şahsiyettir.
Tahsin Parlak, dünyanın sesini duymadığı, nefesini hissetmediği, töresini tanımadığı ve unutulmaya yüz tutmuş, adeta kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdeki bizim olan nice kınalı parmaklara, nice gönlü güzellere nakış atmayı, dikiş dikmeyi, makas tutmayı, kirkit vurmayı, halı-kilim tezgahı kurmayı zevkle ve hevesle başarabilmiş ender şahsiyetlerdendir.
Yer adları bir dürgeli seyirdir adeta “Aral’ın Sırları” ında. Bir tek kelimenin hangi coğrafyalarda, hangi dillerde ve hangi ağızlarda nasıl telaffuz edildiği, hangi köylere, şehirlere, dağlara ya da sulara yansıdığını görürüz onun çalışmalarında. “Karacuğ”, “Karaçukh-Karacuk” sözünü ta Kazakistan Bozkırlarındaki Oğuz yurdu Türkistan çevresinden derleyip Azerbaycan’ı, Nahçıvan’ı, Karabağ’ı, Şuşa’yı, Diyarbakır’ı, Musul’u karış karış dolaştırarak hangi dağa, tepeye, hangi köye, obaya ortak ad olduğunu ve dilimize de ana sütü gibi tat olduğunu hissettirir satır satır.
Yıllarını ilme, sanata ve aydınlığa vakfetmiş bu büyük ülkü erinin kısacası tarihi dirilten birinin yine o topraklarda kendini tarihe gömmesini Türk ülküsüne sahip hiç kimse kabul edemiyor. Onun karanlık ölümü aylar yıllar geçse de unutulmayacak ve cevaplanması gereken sorular bugünkü sorumlu kişilerin yakalarında hep asılı kalacaktır. Arkasında bıraktığı evlatları ve sevenlerine düşen görev de onun yarım bıraktıklarını tamamlamak ve bu acıyı kaldırabilmek.
Kazak Türkü Atamızın, “Avırdı nar köteredi…Ölümdü er köteredi…” (Ağır yükü nar deve, ölümü de er kişi kaldırır.) sözünden hareketle tek diyeceğim cümle “Berk bolayık ağayın…Berk bolayık…!”
Uçmağa Varan Yiğit Er,
Sana Şehriyar’ın tutsak şeherinden, Bakü’nün ay yıldızlı seherinden, Bozkır’ın titreyen nefesinden ve Turan’ın tok sesinden selam olsun…
MUKADDES TOPRAĞIMIZDA RAHAT UYU MUHTEŞEM TARİHİMİZİN MUHTEŞEM KIRANI.
RUHUN ŞAD OLSUN!