Yıl 1975.
Aşık Feymani Ağabey ile Aşık Reyhani Ağabey bir dizi program yapmak için yollara düşmüşler. Otuz, kırk tane aşıklar gecesi yapacak ikisi.
Yozgat’ın Sarıkaya ilçesine geliyorlar. Öğle yemeği yiyecekler. Aylardan Ağustos. Lokantanın bahçesinde oturuyorlar, oradan bir dere geçiyor. Bakıyorlar karşı tarafta kocaman bir tabela, üzerinde de kaplıca yazıyor.
Reyhani Ağabey “hadi kaplıcaya girelim” diyor. Feymani Ağabey de O zamana kadar hiç kaplıcaya gitmemiş. İçeri giriyorlar. Herkes havuza atlıyor, giriyor. Reyhani Ağabey de girince “Demek ki su o kadar da sıcak değil” diye düşünüyor Feymani Ağabey. O da bir giriyor ki, aman Allah’ım. Su sanki kaynıyor, sanki havuzun altında ateş yanıyor. Hemen kendini dışarı atıyor, nasıl çıktığını da kendisi bile bilmiyor.
Eskişehir’de Türk Dünyasından okumaya gelen üniversite öğrencileri vardı. Bir gün onlara “sabah erken kalkın, saat beşte şu hamamın önüne gelin, hamama gidelim beraberce” dedim. Geldiler tabi. Hamam da adı üzerinde çok sıcak. Havuz da tam Feymani Ağabey’in dediği gibi. Ben alışkınım ama öğrenci arkadaşlar ilk defa geliyor. İçlerinden birisinin de teni bembeyaz. Bir müddet sonra dedim ki “Bu hamamlara gelince şu gördüğünüz havuza girilecek, baştan sonra yavaş yavaş yürünecek, buranın usulü bu. Benim yaptığımı yapın” dedim ben girdim, arkamdan geliyorlar ördek yavrusu gibi. Hepsi de tertemiz çocuklar, seslerini de çıkaramıyorlar. Havuzdan çıkınca o dediğim arkadaşın vücudu göğsüne kadar kıpkırmızı, üstü bembeyaz idi. Bir daha da gelmedi bizimle.
Hamamlarda o sıcaktan sonra dinlenebileceğin bir “soğukluk” bölmesi olur. Feymani Ağabey can havliyle kendini o kapının yanına bırakıyor. Ya bayılmış, ya da uyumuş. Ne kadar orada kaldığını bilmiyor. Reyhani Ağabey de hamamda ama ortalık da çok kalabalık olduğu için Feymani Ağabey’i fark edemiyor.
Orada cereyana kapılıyor Feymani Ağabey.
Buz gibi oluyor. Üşüyor, midesi alt üst oluyor, tir tir titriyor.
O gece Yerköy İlçesi’nde de program yapacaklar.
Yerköy deyince aklıma geldi.
Üniversite de talebe iken Yakup’la bizim evde kalıp mezun olan arkadaşların yanına bir haftalık geziye çıktık. Yozgat’ta da Mustafa Ağabey doktor olarak göreve başlamıştı.
Bir yerde yemek yiyoruz, okuldaki bir kızdan bahsediyor Mustafa Bey. “O kız herkese mavi boncuk dağıtmış, şu peşindeydi, şu istiyordu, şu aşıktı ..” diye listeyi uzattıkça uzatıyor. Yakup da Mustafa Abi daha fazla konuşmasın işin içinde yanımdaki de var diye masanın altından Mustafa Ağabey’in ayaklarına vuruyor ama vurduğu benim ayaklarım.
Neyse.
Feymani Ağabey’in rahatsızlığı arttıkça artıyor.
Programlarda yarım saat Aşık Feymani, bir saat Aşık Reyhani söylüyor. Yarım saat atışma yapıyorlar. Sonra biraz daha uzuyor tabi program, dört saati bulduğu bile oluyor.
İlk olarak sahneye çıkıyor Feymani Ağabey, bir iki türkü okuyor ama bir anormallik var. Kolsuz, altında gıcırdayıp duran tahta bir sandalyede saz çalıyor. Kendini kaybedecek gibi oluyor, gençlere “beni tutun” diyor ama “sazı tutun kırılmasın” diye de ilave ediyor.
Alıp otele götürüyorlar, yatıyor. Beyni, kafası, vücudu perişan. Gece on ikide Reyhani Ağabey geliyor, ondan ayran istiyor, içiyor.
“Buradan öteyi iptal etsinler, ben bundan sonra bu halimle program yapamam” diyor. Daha Kayseri’ye kadar program yapacaklarmış oysa.
Sabaha kadar ölüp ölüp diriliyor. “Çorba getireyim” diyor Reyhani, yine ayran isteyip zar zor içiyor Feymani.
Reyhani Ağabey “madem program yapmayacağız, hadi gidelim” diyor ama Feymani Ağabey de değil gidecek kımıldayacak hal yok.. “Ben bu halimle gidemem” diyor. Reyhani Ağabey cihazları topluyor, çantaları alıyor ve gidiyor. Arkasından bakakalıyor Feymani Ağabey.
Reyhani Ağabey gidiyor ama aklı da Feymani Ağabey’de. “Şimdi Ankara’ya varırım. Feymani’yi sorarlar. Gelecek durumu yoktu derim. Sen bu durumdaki arkadaşını nasıl bıraktın? demezler mi, ayıp etmişsin demezlermi” diye içinden geçire geçire giderken öğlen oluyor, otobüs bir yerde mola veriyor. Otobüs şoförüne anlatıyor durumu. Eşyalarını indirip ters yönden gelen bir otobüse bindirip Yerköy’e geri gönderiyorlar.
Bir geliyor ki Feymani ölü gibi yatıyor. Kendi kendine dövünüyor “ben bu durumda seni nasıl bırakıp gittim, beni affet” diye.
İşin Feymani Ağabey cephesi var birde.
Reyhani Ağabey gidince Feymani Ağabey yalnız kalıyor. Otelin temizlikçileri gidip geliyor. “Aha öldüm, aha ölecem” diye düşünüyor. Azrail gelmiş başucuna dikilmiş.
Feymani Ağabey Yerköy’de bir hafta kalıyor. Doktor geliyor. Hastanede serum, ilaç veriyorlar günlerce. Doktor, “iyi ki o ayranları içmişsin” diyor.
Hani Karacaoğlan da hasta olunca Azraile bir türkü söylemiş ya “Var git ölüm bir zamanda yine gel” diye. Sözler şöyle;
Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Akıbet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da yine gel.
Çıkıp boz kırlara ulaşamadım aman
Yalan dünya sana çıkışamadım aman
Eşiminen dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da yine gel.
Karac’oğlan der ki konup göçerken
Ecel şerbetini tas tas içerken
Yine buldun beni senden kaçarken
Var git ölüm bir zaman da yine gel.
Allahu Teala bu türküyü dua olarak kabul etmiş. Bu hadiseden sonra otuz beş sene daha yaşayıp bir mağarada sırlanmış Karacaoğlan.
Feymani Ağabey de Karacaoğlan’ın torunu sayılır, bu hadise aklına gelmiş. “Ben de bir türkü söyleyeyim, belki kabul olur” diye başlıyor söylemeye:
Ölüm yakamdan tutma git,
Gençlik çağım geçende gel.
Gurbet elde merhamet et,
Var sılama göçende gel,
Git sılama göçende gel.
O zaman iki de çocuğu varmış Feymani Ağabey’in, onlar gelmiş aklına.
Şu dünyanın hevesinden,
Geçmez gönül davasından,
Yavrularım yuvasından,
Ganatlanıp uçanda gel,
Ganatlanıp uçsun da gel.
Aşıklar söylediklerini irticalen söyledikleri için her zaman aynı şeyleri söylemeyebilirler. Aşık Reyhani Ağabey bir söylediğini başka zamanda daha farklı söylerdi. Bazı kelimeler, hatta mısralar değişirdi.
TRT’de çekim yaparken şöyle okumuş türkünün son kıtasını Feymani Ağabey;
Feymani’nin lâdesini,
Takip eyle vadesini,
Ölümsüzlük badesini,
Yâr elinden içende gel,
Dost elinden içende gel.
Halbuki doğrusu şu imiş;
Feymani’nin vadesini,
Şaşırtma iradesini,
Ölümsüzlük badesini,
Yâr elinden içende gel,
Dost elinden içende gel.
1986- 87 yıllarında TRT Repertuarına alınıyor bu türkü.
.
Feymani Ağabey’in televizyonu arızalanıyor. Kendi tanıdığı bir tamirci varmış ama şu daha iyi yapar demişler, ona götürüyor televizyonunu.
Gidip bakmış televizyonuna, tamir olmuş. ,Tamirci çalıştığını göstermek için açmış televizyonu, televizyon göstermeye başlamış. Tam o sırada televizyonda bir türkü çalınıyormuş. Feymani Ağabey biraz dinleyince “bu benim makam” demiş, şaşırmış. Bir hanım sanatçı bu türküyü okuyormuş. Söylediği bu türküymüş sanatçının. İlk kıtayı okumuş. İkinci kıtayı okuduktan sonra bir ağlamaya başlamış ki, türküyü zor bitirmiş.