Pervani Ağabey aşık olmuştur.
Gelenektir. Yeni aşıklığa adım atmış birisini bir usta aşık intihan eder.
Komşu köy Esenyaka’da dönemin usta aşığı Huzuri Baba vardır. Ona rica ederler. Sazını omuzlar ve Pervani Ağabey’in köyüne gelir. Bir hafta kalır. Her akşam sazdan- sözden anlayan köylülerin karşısında karşılaşmalar yaparlar, atışırlar. Aşıklığın her dalında sınavdan geçirir Huzuri Baba.
Huzuri Baba köyden ayrılırken şöyle der Aşık Pervani için; “Tam umduğum gibi çıktı. Sümmani’den, İkrari’den ve bizden sonra aşıklığı devam ettirecek.”
Aşık Pervani ile Huzuri’nin bir atışmasını yazalım;
Huzuri;
Taze bir tekellüm geldi aklıma,
Tabip’te iki “ba” canım Pervani.
Seninle ebcetten kebahir açsak,
Habip’te iki ba canım Pervani.
Pervani;
Konuşalım senle burda bu gece,
Berber’de iki ba Baba Huzuri.
Benim cismim oldu hep kızıl yara,
Sertabip’te iki ba Baba Huzuri.
Huzuri;
Aşık olan kimse bu hali bilir,
Hizmette pirinden ihsanı alır,
Bu aşıklık bana babamdan kalır,
Baba’da iki ba canım Pervani.
Pervani;
Ben bir bülbül idim sahrada öttüm,
Nuş eyledim onu ihsanı tattım,
Sabahtan götürüp yemeğe kattım,
Biber’de iki ba Baba Huzuri.
Huzuri;
Didemde durmuyor gam ile yaşım,
Daima zikretmek Mevlâ’yı işim,
Babab vardı amma yoktur kardeşim,
Bibi’de iki ba canım Pervani.
Pervani;
Bana yardımcıdır Cenab-ı Halik,
Hak yoluna ben de olmuşum aşık,
Fazla kopmuş amma cebimiz delik,
Sebeb’te iki ba Baba Huzuri.
Huzuri;
Huzuri’yim Hak yolunda çalıştık,
Ah edüben bu dünyada tutuştuk,
Güzel kelâmları burda konuştuk,
Ahbab’ta iki ba canım Pervani.
Pervani;
Der Pervani gece gündüz ağladım,
Bülbül figan eder yürek dağladım,
Hakikat babına yürek bağladım,
Mahbub’da iki ba Baba Huzuri.
Aşık Pervani Ağabey ( İsmail Çelik) 1950 yılının Nisan ayında altı ay sürecek Anadolu seyahatına çıkar. Yanında sfusu Osman Çolak da vardır. Oltuya uğrar, Ummani ile atışmalar yapar. Sümmani’nin torunlarının evinde üç gün misafir kalır. Sümmani’nin yaşayan torunu Hüseyin Sümmanoğlu Ağabey’i aradım. “Bizim evde kaldı. Ben daha ufaktım o sıralar” dedi. Sümmani’nin mezarın ziyaret eder Pervani Ağabey ve mezarının başında şunu söyler;
“Hicret edip geldim Yusufeli’nden,
Haki payen yüzüm sürmeye geldim.
Bülbül vaz geçer mi gonca gülünden?
Açılan gülleri dermeye geldim.
Ben de meftun oldum kaşı alaya,
Halimiz ayandır Gani Mevlâ’ya,
Oltu’dan uğradım Samikale’ye,
Sümmani Baba’yı görmeye geldim.
Pervani eyledi derd ü figanı,
Erenlerden almış lütf ü ihsanı,
Aşıkların piri Baba Sümmani,
Huzurunda divan durmaya geldim.”
Aşık Sümmani’den de bir şiir okuyalım;
“Varıp gidem bir kâmile danışam,
Belki benim şu derdimden bilen var.
Bir güzelin ateşine yanmışam,
Şu ah ile firkatina yanan var.
Duman aldı koca dağın başını,
Deyin nasıl silem gözüm yaşını,
Gönül kalesinin mermer taşını,
Hicran kalemiyle yarıp delen var.
Derya kenarında ufacık taşlar,
Nedir bu feleğin yaptığı işler,
Deryada balıklar, havada kuşlar,
Belki benim şu derdimden bilen var.
Der Sümmani Ya Rab gönlüm hoş eyle,
Ya bana sabır ver yahut taş eyle,
Ya bir çift kanat ver, yahut kuş eyle,
Tez yetişem dost bağında talan var.”
Bir şiir de torun Hüseyin Sümmanoğlu’ndan olsun;
Dağlara
Deli gönü yüksek uçmak istersin,
Arzun kavuşmak mı sıra dağlara,
Soğuk pınarlardan içmek istersin,
Söyle ne verirsin kira dağlara.
Keklik taşta öter bülbül yuvada,
Ördek gölde yatar turna ovada,
Huma kuşu yüksek uçar havada,
Semandarlar çıkar tura dağlara.
Kayıs’ın derdinin derini varmış,
Kerem’in aslının hırını varmış,
Garip senem Ferhat Şirin’i varmış,
Murat için külünk vura dağlara.
Yıllar yılı gezmiş Aşık Sümmani,
Belki de aramış Gülperi hani,
Gezmiş Pakistan’ı, Irak İran’ı,
Ben neden gitmeyem yara dağlara.
İki dikili taş bir tarih yazar,
Gelenler gidenler, ederler nazar
Kimin makberidir bu garip mezar,
Her kim geçer ise sora dağlara.
Sevdanın bulutu şimşekler çaktı,
Sümmanoğlu’nu da odlara yaktı
Göz yaşımla kanım içime aktı
Kırmızı kar yağdı kara dağlara…”
Bu yazıyı yazarken İbrahim Sağır Ağabey geldi iş yerine bastonuna dayanarak. Halil Gürkan bir şiir yazmış İbrahim Ağabey’e. Demiş ki bir kıtasında;
“Terk etmiş gecesini sığındığı uykular,
Resmolmuş anıları alnına çizgi çizgi,
Taşımışlar zamanı sonsuza akan sular,
Gem olmuş hayallere bahtına düşen yazgı,
Dalga olup da vurmuş mısra mısra Kordon’a,
Yorulmuş seneleri, yoldaş olmuş bastona.”
Aşık Reyhani Ağabey de Aşık Nihani’nin köyüne gitmiş. Aşık Nihani’nin yaşı doksana yakın, Reyhani genç daha. Nihani camiden eve gelirken Reyhani evde oturuyor, camı açmış, bir şiir söylemiş. O şiirin bir kıtasında da baston geçiyor;
“Nerde senin inci mercan sözlerin,
Ayağın önünü görmez gözlerin,
Eğilmiş kametin, yorgun dizlerin,
Umut bir bastona düşmüş geliyor.”
Bir şiir de Aşık Pervani Ağabey’den okuyalım;
Aşık Zülali’nin bir şiiri şöyle başlıyor;
“Hâb-ı nazda yatar iken efendim,
Gaflet rüyasından gafa çekildi.
Yığıldı erenler, kırklar, yediler,
Her biri bir divan, safa çekildi.”
Bu şiire nazire yazmış Aşık Pervani, şiir şöyle;
“Can gözüyle aşık oldum bir yâre,
Benim gönlüm şems ü mâha çekildi.
Şeyda bülbül gibi düşmüşüm zâra,
Görmek için Beytullah’a çekildi.
Yandı gönlüm Muhammed’in aşkına,
Salavat getirdim onun meşkine,
Nazar kıldım bencileyin düşküne,
Baktım güzel Sırrullah’a çekildi.
Aşık olan çeker dost figanını,
Yâr yolunda feda kıldı canını,
Pervani’yem sordum yâr mekânını,
Dediler ki Kûh-i Kaf’a çekildi.”