Sonra Nihani Baba bir ayak açıyor, şöyle söylüyor Aşık Reyhani’ye;
Ben seni sanmıştım has kumaş gibi,
Sen kendin gösterdin kara taş gibi,
Şavkın ziya verse ay, güneş gibi,
Önen gelen bulutlara ne dersin?
“Sen ay, güneş olsan da ben bulut olur önünü kapatırım” diyor Nihani Baba. Reyhani cevap veriyor;
Çok serttir çekilmez feleğin yayı,
Sen arifsin okumuşsun imlâyı,
Bulut olup siper çekme semayı,
Dağıtacak rüzgârlara ne dersin?
Nihani bulut olunca, Reyhani de bulutları dağıtan rüzgâr oluyor. Atışma devam ediyor tabi.
Atışmalarda önemli olan konudan çıkmayacaksın. Sözler birbirini tamamlayacak, bütünlük olacak. Hece sayısı tutacak, kafiyeler birbirine uydun olacak ve öyle beklemeden anında söyleyecek ve cevap vereceksin.
Nihani;
Bir gün dağ başını sis duman alır,
Umutlar gelecek bahara kalır,
Bir söz var ki yel kayadan ne alır?
Önündeki şu dağlara ne dersin?
Rüzgâr olsan dağ olurum diyor, rüzgârını engelleyen bir dağ. Reyhani de dağı örten bir kar oluyor hemen;
Anladım ki dağlar gibi ulun var,
Çiçeğin var, çimenin var, gülün var,
Gelenin var, gidenin var, yolun var,
Üstünü örtecek kara ne dersin?
Karı da bahar eritir, Bahara da, eriyen kara da dere gerek;
Nihani;
Esnafı tanırlar has kumaş ile,
İnsanı tartarlar ağır baş ile,
Çok öğünme altı aylık kış ile,
Eritecek bir bahara ne dersin?
Reyhani;
Çeliktir çekilmez feleğin yayı,
Korkarım ki olur emeğin zayi,
Sel olursan basmak için ovayı,
Önündeki derelere ne dersin?
Damla bir damla ile birleşir deryaya gidermiş. Önce dere olurmuş, çay olurmuş. Dereler , çaylar çok ses çıkarırmış. Taşlara başlarını vura vura giderlermiş. Ummana varınca sessizlik başlarmış, olunacaksa umman olunmalıymış.
Nihani;
Hiç rast gelmedin mi er oğlu ere,
Düşün sözlerimi Fikret bir ker,
Bir denize ne yapacak bir dere,
Önündeki deryalara ne dersin?
Reyhani;
Mert elinden zehir olsa içerim,
Namert altın olsa geçer giderim,
Lütfederse yelken açar giderim,
Üstündeki kaptanlara ne dersin?
Derya oluyor biri, biri deryada gezen geminin kaptanı oluyor. Şöyle devam ediyor atışma;
Nihani;
Sözlerin çok güzel gel beni kına,
Faydasız bir işin düşme ardına,
Pusulan kaybolur çıkar fırtına,
Çıkamazsın bir kenara ne dersin?
Reyhani,
Haberin yok mudur Perverdigârdan,
Bütün âlemlere yâr olan yârdan,
Hazreti Yunus’u kurtardı dardan,
Sahip olan o Settar’a ne dersin?
Yaşlı Aşık Nihani, genç Aşık Reyhani’ye şöyle söylüyor;
Anladım sen biraz etmişsin talim,
Lâkin ahlâkında halim ol halim,
Hasılı vesselâm uzatmayalım,
Önen gelen bir mezara ne dersin?
Aşık Reyhani şöyle bitiriyor atışmayı;
Sen usta, ben çırak gerisi hava,
Öperim elini, beklerim dua,
Zaikatin külli nefsin mevtiha,
Bozulmayan mukaddere ne dersin?
…
Aşık Yaşar Reyhani’nin yerinde ve zamanında yaptığı türküler hem çok güzel hem de çok anlamlıdır.
Köyünden bir vatandaş Almanya’ya gitmiş ve oralarda kalmış. Aşık Reyhani’yi de Almanya’da bir şölene çağırmışlar gidecek. Bunu duyan gurbete gidip dönmeyen kişinin hanımı geliyor. Ne bilsin Almanya’nın büyük bir yer olduğunu ama bir ümit söylüyor. “Eğer oralarda bizim adamı görürsen…”
Reyhani Almanya’ya gidiyor, salon tıklım tıklım. Aşık Reyhani’nin geldiğini duyan o vatandaş da konsere geliyor. Yanında da sarışın bir Alman hanımı. Reyhani’ye gelip gayet lakayt bir şekilde “bizimkiler ne yapıyor?” gibi bir şeyler soruyor. Aşık Reyhani zaten kızgın. “Bekle ne yaptığını sahnede söyleyeceğim” diyor. Sıra Aşık Reyhani’ye gelince başlıyor söylemeye,
Elleri koynunda pınar başında
Almanya’ya doğru bakar bir gelin
Yedi çocuğu var dördü peşinde
Feleğe dişini sıkar bir gelin
Zavallıya hayat olmuş işkence
Ona zehir olmuş zevk ü eğlence
Dışarıdan erkek sesi duyunca
Postacı zanneder çıkar bir gelin
Sorunca derdini söylemez dili
Yirmibeş yaşında bükülmüş beli
Hatıra aldığı kirli mendili
Gözünün yaşıyla yıkar bir gelin
Yıkık avlusuna hasır sererek
Körpe yavrusuna göğüs gererek
Yıldızlarda haber var mı diyerek
Akşam dam üstüne çıkar bir gelin
Çaresi yok derdi düşmüş derine
Uykusu yok hasret vurmuş serine
Kemerini vermiş borcun yerine
Belini iplikle sıkar bir gelin
Aylar geçer senesinden habersiz
Kitap okur manasından habersiz
İplik düşmüş iğnesinden habersiz
Dikeceği yerde söker bir gelin
Gücü yetse kanunları bozarmış
Kazma alıp toprakları kazarmış
Küçük oğlu babasına benzermiş
Umutla yüzüne bakar bir gelin
Reyhani der gel bu gelini kına
On yıldır elleri görmemiş kına
Sofrada Mehmed’i gelir aklına
Çorbayı yemeden döker bir gelin..
Aşık Reyhani’nin söylediği türküler, anında söyledikleri hepsi birbirinden güzel.
Erzurum Üniversitesi bir Aşıklar Gecesi yapıyor. Yer Erzurum. Aşıkların sırası gelen söylüyor. Sıra Reyhani’ye gelince “Para” türküsünü okuyor. “Dünya da her şey paradır” özeti gibi bir şey, sözleri şöyle;
“Her nere gittimse nasıl ettimse,
Baktım gördüm başta gelen paradır.
Tellalın yanına şöyle sokuldum,
Duydum ağzındaki ilan paradır.Yorulmuş öküze tekme attıran
Totoda tam on üçü tutturan
Hakime savcıya kaş göz ettiren
Avukatta olan plan paradır.
Bir ölünün cemaati az ise
Mutlak parası yok harçlığı kısa
Bir ölünün cemaati çok ise
Ölen insan değil ölen paradır.Parasız insana söz mü verirler
Yol mu gösterirler hız mı verirler
Keloğlan’a saçlı kız mı verirler
Paşanın kızını alan paradır.Gönlümün gözüne bakan geliyor
Tesbihine püskül takan geliyor
Fesini bir yana yıkan geliyor
Ramazanda hafız olan paradır.Fakiri bilirim lafta bulunur
Korkusundan hep hilafta bulunur
Camide de arka safta bulunur
İmamın sağında kılan paradır.Aşık Reyhani’yim söz mü çalarım
Elli mi çalarım yüz mü çalarım
Perde inletir de saz mı çalarım
Unutma ki sazı çalan paradır.
Sırası gelecek olan bir aşık kuliste dinliyor tabi Aşık Reyhani’nin söylediklerini. Sahneye çıkıyor, diyor ki “Sizin aşığınız ne dedi? Her şey para dedi, bakalım her şey para mı, bir de ben söyleyeyim.” Başlıyor söylemeye ama ne söyleyiş.” Dünyada her şey, imandır, Kur’an’dır” gibi islâmi motiflerle süslü bir deyiş. Reyhani Ağabey “Aşık bunları söyleyince benim üç katımdan fazla alkış aldı. Sanki ben bilmiyor muyum, ama o sırada öyle söylemesi ona alkış getirecekti. Ben biraz abartarak hicivli söyledim” demişti.
Aşıklar Şöleni iki gün sürüyor. Ertesi gün katılan aşıklara para ödülü verilecek, Aşık Reyhani’ye soruyorlar “ne kadar verelim?” diye. Aşık Reyhani de “Aşıklara zarf içinde ellişer lira verin. Ama dün her şey para değil diyen aşığa para falan vermeyin, çok kızar, ona da Kur’an-ı Kerim verin” diyor.
Aşıklar sahneye davet ediliyor, zarflarını, hediyelerini veriyorlar. O “her şey para değil” diyen aşığa da Kur’an-ı Kerim veriyorlar.
-Gardaş ne bu?
-Kur’an-ı Kerim.
-Hani benim zarfım?
-Siz para almazmışsınız,hatta kızarmışsınız. Zaten dün gece de sahnede her şey para değil dediniz. O yüzden size bunu takdim ediyoruz.
Bakmış bakmış, sinirlenmiş, hırsla,
-Bana ne ya, bizim evde bundan üç dört tane daha var, bana da zarfımı verin.