Aşık Ruhsati sabah kalkmış, bir bakmış ki seher yeli hüzünlü hüzünlü esiyor. Bir gün böyle, iki gün böyle, günlerce devam etmiş. Sonra dost eline götürmesi için seslenmiş;
“Her sabah her sabah dertli esersin,
Bilmem ki muradın ne seher yeli?
Kerem eyle dost köyüne gidersen,
Benim de halimi de seher yeli.”
Yârin gözleri gelmiş aklına. Gözleri mi düşmüş, gözlerine mi düşmüş bilinmez…
“Duldalanma yâr Mevlâ’yı seversen,
Yandırır cihânı şanlı gözlerin.
Ahiri mevtime sebep olursun,
Tek bana gösterme kanlı gözlerin.”
Gönüle ferman olur mu? Biraz da ona söylemesi lâzım.
“Daha senden gayrı aşık mı yoktur
Nedir bu telaşın vay deli gönül
Hele düşün devr-i Adem’den beri
Neler gelmiş geçmiş say deli gönül.
…
Şu yalan dünyadan ümidini üz,
İnanmazsan bak kitaba yüz-be-yüz,
Hânen mezâristan malın bir top bez,
Daha doymadıysan doy deli gönül.”
…
“Mevla’m kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
Ruhsati dünyadan geçemiyorsun
Topraklar başına vay deli gönül.”
Hani Aşık Reyhani genç yaşında Aşık Nihani’ye gitmiş, Nihani’nin yaşı da doksana yaklaşmış. Atışma yapmışlar Reyhani demiş ya;
“Hele bakın bu dünyanın işine,
Gözleri kan dolmuş figan gözetir,
Neredeyse varmış doksan yaşına,
Hâlâ gelmiş bennen meydan gözetir.”
Nihani de cevabını vermiş;
“Elif hiçbir mahreç ile hecelmez,
Âşıklar yorulmaz dünya dincelmez,
Ömür geçer amma gönül kocalmaz,
Yüz yaşında bile meydan gözetir.”
Ruhsati de “gönül yorulmaz” demiş;
“Tufan oldu karlar yağdı dağlara,
Geçti eski günler eyvah diyorum.
At yorulur gönül yorulmaz imiş,
Düşünü düşünü ah vah diyorum.”
Gönüle teselli verdim almıyor,
Bu dünya kimseye baki kalmıyor,
Bir köprü var geçen geri gelmiyor,
Doğru musallaya var bak diyorum.”
…
İnsan sıkıntıya düşer, zor zamanları olur. Ona da söylemiş Aşık Ruhsati;
“Kara gün kararıp kalmaz,
Hele sabreyle sabreyle,
Hangi akşam sabah olmaz,
Hele sabreyle sabreyle.
…
“Gam çekme etme vaveyla,
Mecnun’u bekledi Leyla,
Kulunu unutmaz Mevlâ,
Hele sabreyle sabreyle.”
…
Biliriz ki dünya gelimli gidimli, illâ ki ölümlü. Nefes nefes ölmek için yaşanan bir yer. Üzerine bastığın, ayaklarını tutup tutup bırakan toprak bir gün tam tutacak ve bırakmayacak. Ona da söylemiş;
“Gel gönül dünyaya eyleme ülfet,
Nice arifanlar gitti gelmedi,
Terk eyle elinde var iken fırsat,
Nice hûb-zebanlar gitti gelmedi.
Hulûs-ı kalb ile sev Yaradan’ı,
“Kün” demekle halkeyledi cihanı,
Muhammed Mustafa canların canı,
O nûr-ı Sübhanlar gitti gelmedi.
…
…
Gördün mü dünyada eğlenmiş kalmış,
Saraylar yaptırıp ber- murad olmuş,
Bir gün de derler ki Ruhsati ölmüş,
Nice şairanlar gitti gelmedi.”
Haberlerde vardı, yörükler yaylalara göç etmeye başlamış, bu yolculuk kırk gün sürüyormuş.
Yaylalar dağların göğe açılan eli.
Hıdrellezde otlar her gün bir arpa boyu büyürmüş. Hayvanlarını otlata otlata ovadan zirveye doğru yol alırmış atalarımız. Bir arpa boyu yol almak, bir günde gidilen mesafeymiş efendim.
Bu kapanma dönemi başlamadan annemi aldım, şöyle dağlara doğru çıktık, biraz dolandık geldik. Annemin baharı getiren, “navrız” dedikleri çiçekler dere boyuna sere serpe uzanmışlardı. Annem arabadan inemediği için bir kaç “navrız” verdim kendisine. Çiçekleri kutsal bir emanet gibi tuttu.
Biz Aşık Ruhsati’den Yayla şiiri okuyalım, bir de internetten bulupTuran Engin’den türküsünü dinleyelim inşallah…
“Gine bahar geldi bülbül sesinden,
Sada verüp seslendin mi yaylalar.
Çevre yanın lâle sünbül bürümüş,
Gelin olup süslendin mi yaylalar?
Yedi veren bağlar nasıl dözenmiş,
Darı, çiçek elvan elvan bezenmiş,
Yoktan var eyleyen ne hoş özenmiş,
Boynun eğip dostlandın mı yaylalar?
..
..
Sefil sünbül boynun eğmiş bakıyor,
Şeydalanmış kuşlar sevda okuyor,
Senin bu hasretin beni yakıyor.
Al geyinüp feslendin mi yaylalar?
…
Ben de senin gibi ersem murada,
Neyleyim ki, elimde yok irade,
Ruhsatî’yim gam yüklerim kirada,
Beni görüp yaslandın mı yaylalar?”