Geçen gün TRT Türkü’de Seyrani’den bir türkü vardı;
“Eski libas gibi aşıkın gönlü,
Söküldükten sonra dikilmez imiş.”
Aşık Seyrani bir sekiz yüzlü yılların başında Kayseri, Develi’de doğmuş. Şiirin her türünden örnekler vermiş.
Halbuki daha önce şöyle söylemiş sevdiği için;
“Bir üstada olsam çırak,
Bir olurdu yakın, ırak,
Kemiğimi yapsam tarak,
Yar zülfünün tellerine.”
Köprünün altından hangi sular geçtiyse artık;
“Acep güzel sana neyledim bilmem,
Sensin bu dertlere saldıran beni.
Bağrım yaslı kaldı ağlarım gülmem,
Yok elimden tutup kaldıran beni.”
Türkü sözünün tamamı şu;
Eski libas gibi aşıkın gönlü,
Söküldükten sonra dikilmez imiş.
Güzel sever isen gerdanı benli,
Her güzelin kahrı çekilmez imiş.
Bülbül daldan dala yapıyor sekiş,
O sebepten gülle ediyor çekiş,
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş,
Kıyamete kadar sökülmez imiş.
Sevdiğim değildin böylece ezel,
Ömrümün bağına düşürdün gazel,
İbrişimden nazik sandığım güzel,
Meğer polat gibi bükülmez imiş,
Seyrani’nin gönlü gamla yaş imiş,
Aşkı sevda cümle derde baş imiş,
Ben gönlümü toprak sandım taş imiş,
Meğer taşa tohum ekilmez imiş.
Taşa tohum ekilmez ama insan da ekilmez. Feyzi Halıcı Ağabey de şöyle demişti bir şiirinde;
“Yok bu işte sayım suyum,
Gönülce olmalı huyum,
Ben toprağın tohumuyum,
Ekmeyiniz taşa beni.”
Bir başka şiir daha okuyalım Aşık Seyrani’den.
“Mahkeme meclisi icat olduğu,
Çeşme-i rüşvetin akmaklığından.
Kaza bela ile alem dolduğu,
Kazların kadıya uçmaklığından.
Selefin rüşvetle hüccet yazması,
Halefin anlayıp hükmün bozması,
Yıkılan binanın birden tozması,
Asıl sermayenin topraklığından.
Asıl sermayeyi niyabetleri,
Emval-i eytamdır ticaretleri,
Davet-i rüşvete icabetleri,
Sıdk ile gönlünün alçaklığından.
Bülbülün aşkıdır dalda öttüğü,
Çobanın sütedir koyun güttüğü,
Toprağın Kabil’i kabul ettiği,
Şüphesiz yüzünün yumşaklığından.
Dünyadan ahrete gidip gelmemek,
Olması iktiza eder ölmemek,
Balık baştan kokar bunu bilmemek,
Seyrani gafilin ahmaklığından.”
Aşık Seyrani’ye, Feyzi Halıcı Ağabey’e rahmetlerle…