Âşık Veysel, geçtiğimiz yüzyılın büyük Hak âşıklarından ve âriflerindendi. Hayatı bir başka derinlikte ve başka bir pencereden gören erenlerdendi. Toprağa sevdalıydı. Onu “sâdık yâri” diye kabul ediyordu. Sadece toprağa değil bütün mahlukatı gönül gözüyle seyreden bir iç âlemi vardı. Anadolu insanının eşsiz bir irfanla söylediği gibi “gönül gözü açık” olanlardandı. Âlemdeki birliği, birlikteki sevgiyi görenlerdendi.
Her türden sevgiye derin bir hürmet ve hikmetle bağlıydı Veysel. Çatışmaların, savaşların, fakirliğin, ideolojilerin elinde bunalmış Türk insanına serin bir vaha gibi birbirimizi sevebilmeyi göstermişti. Bunca çatışma ortamında onun varlığı, sevgideki birliğin ve dirliğin bir nişanesi olmuştu. Hiçbir ideolojinin ve siyasetin yapamadığını ve asla yapamayacağını o geçtiğimiz yüzyılda severek ortaya koymuş bir isimdi. Yunus Emremizin “Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz” mısraında yatan derin hikmeti en iyi anlayanlardan birisi Âşık Veysel’di.
Öyleyse Âşık Veysel’i anlamak için onun sevgi, muhabbet, birlik ve dirlik üzerine söyledikleri üzerinde durulmalıdır ilk olarak. Bugün Türk milleti, hangi dünya görüşünden olursa olsun Âşık Veysel’i müşterek bir değer olarak görüyor ve öyle kabul ediyorsa bu Veysel’in sevgi konusunda sözde kalmadığını ve özden bizlere hitap ettiğini hissettiği içindir. Nitekim Âşık Veysel bu hâliyle hâlen gönüllerde yaşamaktadır. Onu yaşatan bizlere bıraktığı bu derin sevgi anlayışıdır.
Burada bu kısa yazı içerisinde büyük ve kıymetli şairin hayatını aktarmak niyetinde değiliz. Çünkü imkânların bu kadar kolaylaştığı bir dünyada bu iş artık hemen her şekilde mümkündür. Dileyen Âşık Veysel’in hayatıyla ilgili ayrıntılı ve faydalı malumatı burada yazılacak olanlardan daha detaylı ve etraflı bir şekilde elde edilebilir. Bizim bu yazıda asıl üzerinde durmayı ve anlaşılmasını istediğimiz konu Âşık Veysel’in varlığı kuşatan o derin sevgisidir.
Bu samimi, gösterişsiz, insanı cümle yaratılanla bir bütün hâline getiren sevgideki temel incelik bizce vahdet bilincidir. Âşık Veysel, Bektaşî terbiyesi görmüş bir âşıktı. İslam’ın özü demek olan tasavvuf terbiyesinden geçmiş ve bunu sindirmiş bir erendi. Şiirlerine sinen o mübarek hava onun yüce ve güzel gönlündeki manânın elbette çok azının mısralara aksetmesiyle meydana gelmiştir. Daha bu deryada ne inceliklerin gizli olduğu pek bilinmez. Âşık Veysel bütün bir varlığı kuşatan o mübarek sevgisini belki de bir sır olarak yanında götürmüştü. Nitekim Özkan Yalçın’ın, Âşık Veysel kitabında ifade ettiğine göre yaşlılık yıllarında kalbini muayene etmek isteyen doktora Veysel şöyle demiştir: “Kalbimde gizli bir sır var, onu görürsünüz sonra…”
Âşık Veysel’in kurda kuşa, ağaca meyveye, toprağa dağa derin bir hürmet duymasının özünde bu sevgi yatmaktadır. Şiirleri okunduğunda bunu derinden duymak hemen her zaman mümkündür. Veysel’in aşağıdaki mısralarında görüleceği üzere bu sevgi vahdet prensibiyle çevrilidir. Mevcudun birliği ve bütünlüğü düşüncesine dayanan bu mısralar Âşık Veysel’in dünya, varlık ve insan görüşünün de bir özetidir:
Saklarım gözümde güzelliğini
Her neye bakarsam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda
Aşkımın temeli sen bir alemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın
Merhabasın dosttan gelen selamsın
Duyarak alırım sen varsın orda
Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar
Renklerin içinde nakşını saklar
Karanlık geceler aydın şafaklar
Uyanır cüml’alem sen varsın orda
(Yavuz Bülent Bâkiler, Âşık Veysel, Tür Edebiyatı Vakfı Yayınları, 2. Baskı İstanbul 2007, s. 148.-Şiirler bu kaynaktan alınmıştır.-)
Âşık Veysel, kendi özündeki mânâdan haber veriyordu bize. İşte o öz, daima vahdetin duyulduğu bir mübarek yerdi. Belki de kendisini muayene etmek isteyen doktora söylediği kalbindeki mevcut sır, bundan kinaye idi. Nereye giderse gitsin, varlığı, yaratılışı bir vahdet hâlinde hisseden bu yüce gönül bir şiirinde şöyle demektedir:
Her millete birer yüzden göründün
Kendini sakladın sardın sarındın
Bu dünyayı sen yarattın girindin
Her nesnede gösterirsin nakşını (s. 154.)
Âşık Veyel bir başka şiirinde aynı vardan var olduğumuzu söyler. Kendisine varlık, kimlik, mekân, makam, benlik, şekil, renk atfettiğimiz her şey yok olup gittiğine, bu âlemden bir gün silindiğine göre geriye kalan nedir? Acaba Veysel’in aynı vardan var olduğumuzu söylediği o varlık olabilir mi?
Öyleyse Âşık Veysel bizi birlik ve dirlik olmaya, bunu duymaya davet ederken, nefsani davranışlardan, sözlerden, tavırlardan el etek çekmemizi tavsiye ederken o temel varlığa yaslanıyordu. Elbette o sevgiyi ve birliği duyabilmek için “dert” sahibi olmak gerekiyordu. Kendisi de “Dağlar çiçek açar, Veysel dert açar” demiyor muydu? Yalnız bu dert, günümüz insanının kısır ve dar bir anlam alanına hapsettiği o dert değildir? Bu, varlığı sorgulayan, nereden gelip gittiğini tefekkür eden, evrendeki birliği anlamaya çalışan ve kendini bu sistem içerisinde vahdeti ve sevgiyi duyan bir gönül olarak konumlandıran insanın derdidir. Hatta bu dert için erenler “derman” da demişlerdir. Nitekim böyle bir dert sahibi olmayan kimselere Veysel derdini açmayacağını ifade etmektedir:
Anlatmam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz (s. 187.)
Her âşık ve irfana ulaşmak isteyen yanık gönüller gibi Veysel de bu varlığın hikmetini sorgulamıştır. Bunun özünde Yaratıcı’ya duyduğu derin sevginin olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama insanın varlığa dâir soruları ve dâimî arayışları gelenekte cezbe kavramıyla açıklanır. Bu kelime, sistemi yaratan İlâhî güç tarafından insanın çekilmesi anlamına gelir. Sorular ve arayışlar başlar. Nitekim bu arayışlar büyük Hak âşığı Âşık Veysel’de de görülür. Onun şu dörtlüğünü okuyalım:
Veysel der dünyaya ben niye geldim
Her zaman ağladım, her zaman güldüm
Gönlüme teselli kendimde buldum
Sabır ile teskin ettim özümü (s. 194.)
Bir yazıda elbette Âşık Veysel’in dünya görüşünü, sevgi anlayışını ve onun zengin iç dünyasını ortaya koymak güç. Fakat şiirlerinde bu büyük âşık sevgide buluşmamız gerektiğini bizlere ısrarla söylemektedir. Bu sevgi vahdet düşüncesi etrafında şekillenir. Esasında varlığı, yaratılışı ve kendini tefekkür etmek üzere yaratılan insanın temel amacı varlığın birliğini severek duyabilmektir. Yemek, içmek, gezmek ve nefsanî arzular peşinde tükenmek insanın hiçbir dönemde temel amacı olmamıştır. Esasında yaşadığımız şu hayatta kendisine büyük önem atfettiğimiz gelip geçici her şey, tefekkürün zenginliği ve yaratılışın amacı için birer bahanedir. Fakat günümüzde insana dâir derin yanılgı onu bu dünyada ebedî duracağı vehmine hapsetmiştir. Varlığı arttıkça gönül darlığı da artan insanlığın derdine çare sevgi ve mânâ biriktirmek olmalıdır. Âşık Veysel bize bunu gösteren bir Hak âşığı olarak şiirlerinde ve türkülerinde bunu işleyen yüce bir gönüldür. Şiirlerinin tefekkürle okunması, türkülerinin yine tefekkürle dinlenmesi özümüzde yer edinmiş, bugün için yabancısı olduğumuz fakat esasında en derin âşinâsı bulunduğumuz tevhit düşüncesine ve varlığı kuşatan bir sevgi anlayışına bizi sevk edecektir, kanaatindeyim.
Âşık Veysel’i büyük bir gönül, büyük bir Hak âşığı yapan kanaatimce onun sevgisidir. Bu sevgi Hakk’a duyduğu derin ve büyük muhabbetten kaynaklanır ve bütün bir varlığı kuşatır. Onun derinlerden gelen çağrısı bizi düşünmeye, duygulanmaya, hayatın ve varlığın üzerinde her dâim tefekkür etmeye davet etmektedir. Son olarak biz bu yazıyı onun aşağıdaki dizeleriyle bitirmek istiyoruz:
Dalgın dalgın seyreyledim âlemi
Renkler ne çiçekler ne koku ne
Bir arama yaptım kendi kafamı
Görünen ne gösteren ne görgü ne
Çeşitli irenkler türlü görüşler
Hayal midir rüya mıdır bu işler
Tatlı muhabbetler güzel sevişler
Güzellik ne sevda nedir sevgi ne
Göz ile görülmez duyulan sesler
Nerden uyanıyor bizdeki hisler
Şekilsiz gölgesiz canlar nefesler
Duyulan ne duyuran ne duygu ne
Kimse bilmez dünya nasıl kurulmuş
Her cisime birer zerre verilmiş
Cümle varlık bir kuvvetten var olmuş
Gelen ne giden ne yol ne yolcu ne
Herkese gizlidir bu sırr-ı hikmet
Her nesnede vardır bir türlü ibret
Veysel’i söyletir bir büyük kuvvet
Söyleyen ne söyleten ne Tanrı ne? (s. 153.)