Mustafa DELİKURT
Askerin yemek duâsı konusundaki tartışmaları, ibretle, yüreğim yanarak tâkip ediyorum. Şuursuzluk bize ne hatâlar yaptırıyor. Bizi birleştirmesi, yüreklerimizin toplu vurmasını sağlaması gereken bütün ortak değerlerimizi “kavga ve çekişme mevzuu” yapabilmek gafleti, dilerim ağır bedeller ödeyeceğimiz sonuçlara yol açmaz. Geçmişte, yakın târihimizde, bu minvâlde yaptığımız hatâların ceremesini hâlâ çekmekteyiz. Târih, ders alınmazsa, geçmişte yaşananların kuru bir hikâyesi, bir bilgi yığını olmaktan öteye gitmez. Ne yazık ki, târihte yaşananlardan ibret almamızı, dersler çıkarmamızı sağlayacak “târih şuuru ve felsefesini” hâlâ inşâ edememiş olmanın sıkıntısını çekiyoruz.
Efendiler, Cenâb-ı Hakk, bütün dilleri bilir.
Türklerin Türkçe, İngilizlerin İngilizce, Farisîlerin Farsça, Arapların Arapça duâ etmesinden daha tabii ne olabilir?
Allah, hepsini anlar…
Müslümanlıkla Araplığı karıştırmamak gerekir.
Yüce dinimiz İslâm, Arapların millî dini değildir.
Dahası, İslâm Dini’nin Arabistan’da nâzil olması, Arapların “seçilmiş” olmasından kaynaklanmıyor. Zîrâ, Allah, düzgün toplumlara değil, yoldan çıkmış, sapıtmış, doğru yolu bulma ümidi kalmamış toplumlara peygamber/kitap gönderir. Onlar üzerinden bütün insanlığa mesaj verir; bunlar gibi yapmayın, şöyle olun/yapın der. Bu itibarlâ, Peygamberimizin Arap asıllı olması, hattızâtında Araplar için övünülecek bir mevzu değildir.
Kaldı ki, Peygamberimize, iki cihan serveri efendimizin vefâtından sonra ehl-i beytine ve en yakın arkadaşlarına (sahâbe-i kirâma) yapmadıkları eziyeti bırakmayan Araplar; son beş asırda İslâmın “medeniyet yarışı”nda tedrîcen geride kalmasındaki en büyük âmillerden birisi olan Eşârî anlayışı benimseyerek, Müslümanların inkirâzına zemin hazırladıkları yetmiyormuş gibi, günümüzde de küresel zorbaların “küreselleşme” yâhut “yeni dünyâ düzeni” adını verdikleri “sürdürülebilir bir uluslararası soygun düzeni” tesis edebilmek için bir proje olarak tasarladıkları Selefiliğin bayraktarlığını yapmak suretiyle, İslâmın/Müslümanların yeni bir medeniyet hamlesi yapmalarını imkânsız hâle getirecek bir gafletin içerisindedirler.
Hürriyet, adâlet, çalışma/gayret, akıl, irâde, vicdan, şahsiyet vb. mefhumları mahkûm eden, bu meyandaki kavramların/müesseselerin tahrip edilmesini dînî bir vecibe addeden ve insanların ─tıpkı câhiliye döneminde olduğu gibi─ “yaratılmış tanrılar” mesâbesine konumlandırılan ─şeyh/şıh, kral, başkan vs. kılığındaki─ diktatörlerin kulu-kölesi yapılmasını amaçlayan; böylelikle, günümüzde insanlığın ortak değerleri durumunda olan hukûkun üstünlüğü, kânun önünde eşitlik, demokrasi, düşünce-inanç-teşebbüs hürriyeti gibi değerlerin İslâm toplumlarında tesisini/inşâsını imkânsız kılan, hattâ bu konularda bugüne kadar kaydedilmiş olan olumlu gelişmeleri tersyüz etmeyi şiâr edinen Selefî anlayış, günümüzde İslâm Dünyâsı’nın yeni bir medeniyet hamlesi gerçekleştirmesinin önüne dikilen en büyük maniâdır.
Tekrar edelim, Müslümanlık ve Araplık, birbirinden farklı şeylerdir. Arapların Müslümanlığı tam “batırmaya” başladıkları bir zamanda İslâmiyetin bayraktarlığını üstlenen Türkler, Yüce Dinimizin yaşamasını ve, kültürlerini bu yeni dinin umdeleriyle de tahkîm ederek, bütün yeryüzünün daha yaşanılır hale gelmesini sağlayacak yeni bir medeniyet hamlesini de başlatmışlardı. XVI. yüzyıldan sonra bâzı sebeplerden ötürü şartların aleyhimize gelişmiş olması sebebiyle medeniyet yarışında geriye düşmüş olsak da, Müslümanların/İnsanlığın yeniden huzur ve güven içinde yaşayabileceği bir dünyânın kurulması, adâlet, hürriyet, gayret, akıl, irâde, vicdan gibi esaslara dayanan Türk Müslümanlığının yeniden neşvü neva bulması ile kabil olacaktır.
Evet, lütfen Müslümanlık ile Araplığı birbirine karıştırmayalım. Ve, lütfen, ayrılık-gayrılığa zemin hazırlamayalım; milletimizi zayıflatacak sûnî bölünmelere çanak tutmayalım. Bize düşen, bütünlemektir, ayrılığı/ayrışmayı körüklemek değil…
Müslüman, akıl, irâde, vicdan sâhibi insandır; yaptıklarından (ve, yapması gerektiği hâlde, yapmadıklarından) sorumludur. O yüzden, diyorum ki, yevmi kıyâmette hesâbını veremeyeceğimiz hatâlar yapmayalım…
…