Bütün bu zikrettiklerimizden bir müminin tutarlı, dürüst, dengeli davranışlarına Allah rızasına aykırılık izafe edilemeyeceğini çıkarsayabiliriz. Normların tam oturduğu bir ortamda bu konuların tartışılmasına da gerek duyulmayabilirdi. Ancak Birinci Dünya Harbi’nde kahraman general ve subaylarımıza sadece görevlerini yaptıkları için tahkirlerin dini bir retorikle devam ettiği bir dönemde yaşamaktayız. Yalan, iftira ve çarpıtmaya dayalı yıkıcı düşman propaganda temalarının “İlmihal”, “Kıyamet ve ahiret” ve “Müslimana nasihat” gibi kitaplarda 100 yıl sonra bile kesintisiz bir şekilde Türklerin zihinlerini tanzim için tekrarlandığı bir toplumdan söz ediyoruz. Kaba düşman propagandası yapan akademik unvanlı şahıslar ayıpsanmak şöyle dursun yüksek akademik kurumlar tarafından “bilimsel çalışmaları” ile üst üste ödüle layık görülmektedirler.
*****
Doç. Dr. Hasip SAYGILI
Türkiye karşı karşıya kaldığı ağır güvenlik risklerini kontrol edilebilir bir seviyeye geriletmek için büyük fedakârlıklar gösterirken Cuma hutbeleri dâhil dini muhtevalı bazı söylemlerde vatan savunması için cephedeki güvenlik güçlerinde zafiyet oluşturacak özensizliklere de tanık olmaktayız. Kastettiğimiz maksadı aşan beyanların akademik çerçevede değişik görüşlerin ifadesi olarak “içtihad farklılığı” çizgisini aştığı kanaatindeyiz. Kaynaklardaki ifadelerin bağlamından koparılarak görev başındaki güvenlik güçlerimizi yaptığı işten tereddüde düşürecek bu tarz söylemlerin yarattığı/yaratacağı hasara kamuoyunun dikkatini çekme niyetindeyiz.
Şikâyetçi olduğumuz söylemlerde yanlış yorumlandığını düşündüğümüz kilit kavram Allah rızasıdır. Genel hatlarıyla Yaradan’ı hoşnut etme, onun memnuniyetini kazanma, dünyevi bir beklenti içerisine girmeden iyilik ve erdem kabul edilen davranışları yaşama hali olarak anlaşılabilir. Eski dildeki hasbilik, hesabiliğin karşıtı olması itibarıyla Allah rızası denildiğinde akla gelen bir başka ifade sayılabilir. Dini kaynaklara baktığımızda Allah’a iman ve peygamberini kabul ettikten sonra bir kişinin düzgün, ilkeli, tutarlı, vicdanlı ve moral değerlere uyan davranış kalıplarını gönülden benimsemesi ile yüce yaratıcının hoşnutluğunu kazanacağını anlayabiliriz. Kitabımızdaki çok sık tekrar edilen “iman eden ve salih ameller işleyen” ifadesi de -Afgan Türkmenlerinin deyişi ile- Tangrı Teâla’nınrızasını hedefleyen bir müminin özlü tarifi olarak görülebilir. Onlarca ayet-i kerimede de bu rızanın hangi erdemli davranış sahiplerinin karşılığı olduğu bildirilmiştir. Hadislerde de hangi davranışların Allah rızasına uygun olduğuna ilişkin çokça somut örnekler gösterilmektedir. Ama bütün bunlara rağmen Allah rızasını karşılayacak bütün davranışları kapsayacak tüketici bir liste bildiğimiz kadarıyla yoktur. Tabii esasen konunun mahiyeti de buna pek müsait değildir. Ancak mefhum-ı muhalif’ten hareketle önemli bir esas tespit edilebilmiştir. Bu da Kadir Mevla’nın haram kılıp yasakladığı işlerle onun rızasını sağlamanın mümkün olmadığıdır. Mesela makam ve memuriyet nüfuzu ile elde edilen çıkar, yolsuzlukla sağlanan rant, beyaz zehir ticareti ve fuhuşla biriktirilen sermaye ile Allah rızası kazanılamaz denilebilir.
KABA DÜŞMAN PROPAGANDASI
Bütün bu zikrettiklerimizden bir müminin tutarlı, dürüst, dengeli davranışlarına Allah rızasına aykırılık izafe edilemeyeceğini çıkarsayabiliriz. Normların tam oturduğu bir ortamda bu konuların tartışılmasına da gerek duyulmayabilirdi. Ancak Birinci Dünya Harbi’nde kahraman general ve subaylarımıza sadece görevlerini yaptıkları için tahkirlerin dini bir retorikle devam ettiği bir dönemde yaşamaktayız. Yalan, iftira ve çarpıtmaya dayalı yıkıcı düşman propaganda temalarının “İlmihal”, “Kıyamet ve ahiret” ve “Müslimana nasihat” gibi kitaplarda 100 yıl sonra bile kesintisiz bir şekilde Türklerin zihinlerini tanzim için tekrarlandığı bir toplumdan söz ediyoruz. Kaba düşman propagandası yapan akademik unvanlı şahıslar ayıpsanmak şöyle dursun yüksek akademik kurumlar tarafından “bilimsel çalışmaları” ile üst üste ödüle layık görülmektedirler.
Dahası mütedeyyin ve muhafazakâr çevrelere hitap eden ve etkisi bilinen bir kalemin ülkenin güvenlik ve haysiyeti için askerimizin Afrin’de yapmakta olduğu harekât ile ilgili yazdıkları sorumluluk sahiplerini ürkütecek derecededir: “Bu bir cihat savaşı ve mücadelesi değil. Bu, ulusal, laik, seküler, liberal ve faizci devletin Misak-ı Milli sınırlarının savaşı. Bu bir medeniyet savaşı değil kavimler savaşı. Laik, seküler cumhuriyetin ırkî refleksli bir savaşı.” Mahallenin saygın muhteremi, mecbur kalınan askeri harekâta Allah rızasına uymuyor demekle yetinmiyor, daha ileri götürüyor. Topraklarımızın güvenliği için yapılan girişimi İslam namına toptan reddediyor. Tıpkı camianın bir diğer itibarlı kişisinin çok satan tarih kitaplarında devletimize kanlı etnik fitne örgütünün klişeleşmiş ifadeleriyle saldırmasında olduğu gibi kamuoyu kısık sesle bir itirazı dahi duyamıyor.
Böylesi bir zeminde vatan ve bayrak sevgisi, toprağını ve haysiyetini savunma gibi insanları çetin zamanlarda harekete geçiren faktörleri Allah rızasını bozan zararlılar olarak görmeye yol açan bir algıya izin verirseniz büyük bir hata yapmış olursunuz. Kahraman güvenlik güçlerimizin içte ve dışta canlarını dişlerine takarak mücadele ettiği bir zamanda bütün camilerde Cuma hutbesinde bir hadis koleksiyonuna dayanarak “hem sevap hem de şöhret kazanmak için savaşan adamın hiçbir şey kazanamayacağını” söyleyebiliyorsunuz. Bu söylemin bir adım ötesi ise yine bir başka hadis külliyatına dayanarak harpte kahramanlık güdüsü ile can verenlerin Allah rızası için ölmedikleri için cehenneme atılacaklarını ilan etmektir. Bu tarz ayağımıza kurşun sıkan söylemler en azından maslahata aykırıdır. Oysa Osmanlı tatbikatı da günümüz uygulamaları da maslahatın ilgili kurumlar tarafından nasıl öncelendiğinin tevil ve kuşkuya yer bırakmayacak rafine örnekleriyle doludur.
Allah rızasının içinden yaşanılan toplum ve daha düzgün bir toplum yapısı hedefi ıskalanarak dar bir çerçevede yorumlanmasının ortaya çıkaracağı sakıncaları bertaraf edecek yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu sanıyoruz. Bu çerçevede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son yıllarda hadislerin hadislerle yorumu alt başlığı ile yayınladığı bir eserdeki yorum ilgimizi çekmiştir. Allah rızası ile ilgili hadisler kapsamında “ticari veya siyasi gayelerle, dünyevi amaçlarla yapılan hayırların Allah nezdinde bir değerinin olmayacağı” ifade edilirken hayırseverlerin reklam amacı taşımaksızın yaptıklarını topluma duyurmalarında iyilikleri teşvik edici bir taraf olduğundan bir sakınca olmadığı da beyan edilmiştir (Hadislerle İslam, 3. cild, s. 164).
Fikrimizce aynı çıkarsamanın askerin görev başında can vermesi için de yapılması gerekir. Asker ve tabii diğer güvenlik güçleri mensuplarının vatan ve bayrak sevgisi, şeref, namus, ülke güvenliği, kahramanlık gibi motivasyonlarla varlıklarını feda etmelerini Allah rızasından sapma olarak görmenin çıkar yol olmadığını düşünüyoruz. Şehitliği göze alan kahramanlarda “ticari ve siyasi gaye”ile bu gayelere hizmet edecek reklam amacı bulunmayacağı açıktır.
IRAK ÖRNEĞİ…
Hadis kitaplarının cihad bölümlerinden aktarılan Hz. Peygamberin Huneyn’de şiddetli ok yağmuru karşısında “ben Abdülmuttalib’in oğluyum…” narasıyla mukavemet ettiği kaydı ilgi çekicidir. Muharip Resul en çetin zamanlarda dedesinin kahramanlık ve karizmasından güç almakta bir sakınca görmemiştir. [Merak edebilecekler için Medine müdafi Fahreddin Paşa’nın da İngiliz ve işbirlikçisi asilerin teslim teklifini “ben Bayır Bey’in oğluyum” diyerek şiddetle reddettiğini hatırlatalım (İngiliz diplomatik belgelerinden aktaran Elie Kedourie, 1977).]
Hayatı ile Müslümanlara örnek olan Resul-i Ekrem’in muharebenin vahim bir safhasında kendi soyunun erdemini dedesinin şahsında hatırlayıp bundan psikolojik bir dayanak bulması şüphesiz özellikle görev başındaki güvenlik güçlerimiz için milli mefahirin önemine herhalde bir referans sayılmalıdır. Diğer taraftan milli varlığımızın neredeyse bütün tezahürlerinin dini musikiden mimariye, kılık kıyafetten çocuklara isim vermeye Arapsılaştırılmasının dindarlık sanılmasının yarattığı şahsiyet bozucu yıkıcı etkiye dikkat çekmek müstakil bir başka yazının konusu olsa gerekir.
Tanınmış kelamcı Kadı Abdülcebbar’ın (ölümü 1025) tartıştığımız konu ile ilgili olabilecek “yapılan iyi iş ve davranışların ibadet sayılabilmesi için onların Allah rızası için yapılmış olmasının şart olmadığı” kanaatini de burada zikretmeliyiz (Arif Yıldırım, Allah Rızası…). Muhterem Şafi fakihin bakış açısına yaklaştığımız zaman askerimizin vatan, bayrak, millet, şeref, haysiyet, yiğitlik, kendini kanıtlama, takdir edilme, etrafa örnek olma, hayırla ismini yâd ettirme gibi göz ardı edilemeyecek motivasyon kaynaklarını yerli yerinde kabul etmiş oluruz.
Aksine bu potansiyeli Allah rızasını bozan, insanı cehennemlik eden arızalar olarak görmeyi tercih edersek büyük bir bedel ödemeye mecbur oluruz. Bu berbat ve yıkıcı bakış açısının son dönemde komşumuz Irak’ta nelere mal olduğunu bilenlerin bilmeyenlere aktarması gerekir. Irak ordusunun işgalcilere mukavemet etmesinin Allah rızasına uymayacağını bazı dini otoriteler ifade etmişti. Asıl felaket ise ordunun bu işbirlikçi yoruma inanmış olmasıydı, kuşkusuz. Zira, Allah rızasına uygun hareket edelim derken şeytanın talimatına harfiyen uyulmuş oldu.
————————————–
Kaynak:
http://www.karar.com/gorusler/hasip-saygili-yazdi-askerlik-ve-allah-rizasi-781721