Asya’da Beş Türk

 

Adil Hikmet Bey, Haz: Dr. Yusuf Gedikli,
Ötüken Neşriyat, 4. Baskı, İstanbul, 2015,
638 Sayfa, ISBN:978-975-437-24-97

Mustafa Hakan YILDIRIM*

 Okumak, düşünmek ve bir de bunun ardından okuduğunu, anladığını ve kitabın sende uyandırdığı izlenimleri yakınlarınla, arkadaşlarınla paylaşmak ve onlar üzerinde bir nebze de olsa merak uyandırmak isteği çok güzel bir eylem. Ben de bu düşüncelerle son okuduğum kitabı paylaşmaya karar verdim. Bu son kitap öyle sıradan bir kitap değil. İstiyorsanız bu kitap hakkında ufak tefek bir şeyler karalayalım.

Kitabımızın ismi ‘’Asya’da Beş Türk’’. Asya’da Beş Türk kitabı Adil Hikmet Bey tarafından kaleme alınmış. Adil Hikmet Bey, Asya’ya görev için gönderilen beş Türk’ten birisi ve de Asya’daki görevi esnasında başından geçenleri hemen günü gününe not etmiş ve bu hatırat da bu şekilde vuku bulmuş. Tabii, bu kitaba sadece bir hatırat demek belki de kitabın türünü eksik söylememize neden olacaktır. Kitap, ilk olarak bir hatırat özelliği taşımakta diyebilirim. Bunun yanında bu kitabın bir diplomasi kitabı olduğundan, bir siyaset kitabı olduğundan ve bir sosyolojik özellik taşıdığından da bahsedebiliriz. Hani öyle sıradan yazılan hatıratlar gibi değil. Kitabın belki de en ilgi çekici yönü burada. Kitapta sosyal bilimlerin her türlüsüne rastlamak da mümkün diyebilirim. Sosyoloji, antropoloji, edebiyat, psikoloji, tarih, folklor gibi disiplinler kitabımızın içinde adeta harmanlanmış. Kitabımız bir başka özelliğiyle de o dönemi bütün çıplaklığıyla göz önüne koyduğu için sıradan bir kitap olarak telakki etmenin mümkün olamayacağını rahatlıkla söyleyebilirim.

Adil Hikmet Bey’in hatıraları ilk olarak, Cumhuriyet gazetesinde günlük şekilde Osmanlı Türkçesi ile tefrika edilmiş ve bu tefrika 113 gün sürmüş. Türk kültür hayatına dev hizmetlerde bulunan Ötüken Neşriyat, 1997 yılında bu hatıratı tamamıyla derleyerek basıma hazırlamış ve Dr. Yusuf Gedikli’nin öncülüğünde kitap yayımlanmış. Kitabın ön tanıtımını yaptıktan sonra şimdi de muhtevadan bahsetmek istiyorum.

Asya’da Beş Türk kitabı, Birinci Cihan Harbi’nin çok yakında kopacağının farkında olan İttihat ve Terakki erkânının –özellikle Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın- 5 tane gönüllüyü Asya’ya göreve göndermesiyle başlayan macerayla birlikte vücut bulmuş. Yapılan plana göre bu beş Türk Türkistan’a gidecek; Türkistan’daki Türklerin milli duygularını harekete geçirip onlara asabiye duygusunu verecek ve bunun yanında da her türlü ilmi ve kültürel destekte bulunacaklardı. Adil Hikmet Bey kitapta bu durumu şöyle belirtmiştir: ‘’Bir elinde kılıç, bir elinde meşale taşıyan bir ihtilalci idim.’’ Yaşanan hadiseler, olayların meşale ile değil de kılıçla halledileceğini gösteriyordu. Çünkü Türkistan içleri o kadar karışık bir haldedir ki.

Tabii, maceraya atılmadan önce şecaat timsali bu neferleri tanıtmak istiyorum. Planın uygulayıcısı ve elebaşı, bildiğiniz üzere hatıratı kaleme alan Adil Hikmet Bey’dir. İkinci kahraman ise, Osmanlı’nın hafiye teşkilatı olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın en önemli simalarından biri olan ve bu teşkilatın Türkistan sorumlularından olan Kuşçubaşı Eşref Sencer Beyin kardeşi, Kuşçubaşı Selim Sami Bey’dir. Diğer bir kişi de Emrullah Barkan’dır. Emrullah Bey, Türkistan’a görev için giden beş kişiden sivil olan tek kişidir. Son kişi de göreve gidenlerin içinde en genç olan ve ‘’çocuk’’ takma adıyla çağrılan İbrahim Haklıer’dir.

Kitap, beş tane kahraman Türk evladının birbirleriyle buluşmaları, Türkistan’a gitmeye karar vermeleri ve İzmir limanından kalkan Karadeniz vapuruyla birlikte ilk olarak Bombay’a ulaşmaları ile başlıyor. Kitap bu saatten sonra öyle heyecanlı bir hal alıyor ki, kitabı okurken kendinizi kitaba o denli kaptırıyorsunuz. Kahramanlarımız Hindistan üzerinden Peşaver’e geçiyorlar ve buradan da Doğu Türkistan’a geçmek ve özgürlük ateşini yakmak için yol alıyorlar.

Ondan sonra olanlar oluyor. Sayfalar dolusu yazı yazılacak bir kitap ama ben olayları genel hatlarıyla yazmak istiyorum. Doğu Türkistan’a giden vatan evlatları burada faaliyetlerine başlıyorlar ve orada ilk olarak, o muhitin ileri gelen ulemasıyla temas ediyorlar. Tabii, burada kesif bir Rus hâkimiyeti söz konusu… Bunun neticesinde bu faaliyetleri hasebiyle, tevkif ediliyorlar ve idama mahkûm oluyorlar. Çin ve Alman hükümetlerinin uzun uğraşları sonucu idamdan kurtuluyorlar ve Taşkent’ten Kapal’a sürülüyorlar. Daha sonra Kapal’dan Sarhan’a gönderiliyorlar. Buralarda faaliyetlerine devam eden beş Türkiye Türk’ü daha sonra çevredeki Türkler’in isyanına kumandanlık etmek durumunda kalıyorlar. Burada Çarlık rejimini çok büyük zora sokan ‘’Büyük Türkistan ve Kırgız Yedisu’’ isyanına öncülük ederek –bir elinde meşale ile geldikleri yerde artık ellerinde kılıç da vardı.- Ruslara büyük zayiat verdiriyorlar. Burada 6 aylık süre zarfında müthiş bir çarpışma içinde kalıyorlar ve harika bir şekilde topraklarını Ruslara karşı müdafaa ediyorlar. Bu tesiri iki büyük isyan belki de Çarlık rejiminin yıkımını hızlandıran en önemli etkenlerden birisiydi.

Kitapta okuduğum sayfaların hepsinde şu gerçekle karşılaştım ki; Türkistan havalisinde birçok devletin emeli var ve bu devletler orada sıkı bir hafiyelik teşkilatı kurarak anayurdu egemenliği altına almak istiyorlar. Bu yüzden orada Arap’ı, İsveçliyi, İtalyan’ı, Rus’u ve özellikle de İngiliz’i muhakkak görüyorsunuz. Bir de burada misyonerlik faaliyeti yürütmek ve bu masum insanları Hristiyanlaştırmak politikası uygulanmak istiyordu. Tabii, kitapta özellikle İsveçli bir misyonerin de söylemiyle, bu temiz insanların bir tanesi bile tanassur etmiyor. Burada Arapların da dilencilik, duacılık için Türkistan’a geldiğini ve Türkistan’da Türk gelenek ve göreneğine menfi şekilde tesir ettiğini dehşetle okudum. Buraya dilencilik için gelen Araplar hem dileniyorlar hem de buradaki Türk kızları ile gönül eğlendiriyorlar. Buraya gelip de 500 tane Türk kızı ile evlenen ve hala gözü doymayan Araplara rast geliyor ve hayrete düşüyorsunuz. Burada halk temiz olmasına rağmen, buradaki ulema tamamen kendi menfaatini düşünmektedir ve en ufak bir meblağa bile kendi kılıflarına göre fetvalar verebilmektedir. Bu kadar olumsuz duruma rağmen yine de millet dinine hürmetkârdır. İngilizler buraları abluka altına almıştır ve buraları da sömürgeleri haline getirmek için can siperane şekilde bir şekilde faaliyetlerini yürütmektedir. Ruslar da kendilerine karşı isyana kalkışacaklarında bu isyan hareketinin bütün Asya’ya sirayet edeceğini ve bunun sonucunda kötü sonuçlar elde edeceğini bildiğinden dolayı bu isyanları sert bir şekilde bastırmaktadır.

Kahramanlarımız burada neredeyse yedi sene boyunca her türlü beladan kurtulmuş, yeri gelmiş kimsenin o dönemin en modern araçlarıyla ve teçhizatıyla geçemeyeceği Taklamakan çölünü aşmış, yeri gelmiş en ilkel silahlarla altı ay boyunca Rusların canına okumuş. Hemen kaldıkları yedi senelik süre zarfında kendilerini her türlü katakulli ile zapt etmek isteyen İngilizlere karşı zekâ mücadelesi vermiş ve bunun yanında da cehaletle de savaşmışlardır. Ama sonunda da şunu görmüşlerdir ki, Türkistan Türklerinde safiyane bir şekilde hem milliyet aşkı hem de din aşkı var imiş. Takribi yedi sene boyunca kaldıkları Türkistan’daki görevlerinin artık sonuna geldiklerine kani olan arkadaşlar karar verirler ve artık işgal altındaki Anadolu’ya gitmeye karar verirler. Ama artık yedi sene içinde feleğin her türlü çemberinden geçmiş bu arkadaşlar yol ayrımına gelirler.  Kuşçubaşı Selim Sami ve İbrahim Haklıer Beyler, Türkistan’ın içlerine girerek buralarda Ruslara karşı mücadeleye devam etmek istediklerini dile getirirler. Adil Hikmet Bey’in ‘’-Anadolu’da milli mücadele saflarına katılmamız gerek, buradaki işimiz tamamlandı.’’ demesine rağmen, Kuşçubaşı Selim Sami ve arkadaşı İbrahim Bey arkadaşlarıyla dargın ayrılarak Türkistan’ın içlerine giderler. Adil Hikmet Bey de sıla özlemine dayanamaz ve yedi senedir ayrı düştüğü Türkiye’ye dönmek üzere arkadaşlarıyla plan yapar ve Hamburg üzerinden İtalya’ya ve oradan da Türkiye’ye gitmeye karar verir. Bu plana da yine İngilizlere esir düşmek pahasına da olsa uyar ve birkaç zekice plandan sonra nihayet henüz birkaç aylık evli iken bırakarak görevini ifa etmek üzere gittiği Türkistan’dan işgal altındaki payitahta gelir ve o zamana kadar sadece resimlerden gördüğü kız evladıyla ve refikasıyla hasret giderir. Kayınpederinin söylediği şu söz ise yüreğimizi dağlar ve kitap orada sona erer.

‘’- İşte baban kızım. Artık öksüz değilsin.’’

Kitabın bende bıraktığı izlenimleri hülasa edecek olursam; İnsan azlığına mukabil insanların inandıkları kutlu davaların neticesinde neler yapabileceklerini kitapta dehşet içerisinde kalarak okudum. Beş tane inanmış TÜRK. Bir emirle tabir-i caizse, ‘’anadan, yardan, serden’’ geçerek yalınkılıç Türkistan topraklarına gidiyorlar ve orada bizi yüz yıllardır hasretle bekleyen soydaşlarımızı şuurlandırmak, onlara milliyet duygusunu aşılamak için hareket ediyorlar. İnandıkları bu dava uğrunda çekilecek çileyi göze alıyorlar. Yeri geliyor aç yatıyorlar, yeri geliyor karlar üzerinde sabahlıyorlar. Ceplerinde metelik olmamasına rağmen, sırf soydaşlarına yük olmamak için soydaşlarının verdiği parayı kabul etmiyorlar. İşte Türk ahlakı budur, Türk’ün vatan anlayışı, millet sevgisi, devlet telakkisi budur. Başta da belirttiğim gibi, belki bu kitap hakkında sayfalar dolusu yazılar kaleme alınabilir. Ama ben sadece özet olarak aklımda kalan bilgileri kâğıda dökmek istedim. Bu yazdıklarımı okuduktan sonra, içinizden bu kitabı okumak için bile birkaç kişi teşebbüste bulunsa bile, bu bizim için bir bahtiyarlık olacaktır.

 * Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü Öğrencisi

Yazar
Mustafa Hakan YILDIRIM

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen