Esat ARSLAN
Türk’ü anlatmak için sık sık kullanılan “At, Avrat, Pusat” şeklinden ziyade, daha çok da “At, Avrat, Silah” dilimize yerleşmiş özdeyiş mertebesindeki bir vecizedir. “Pusat” sözcüğü, Türk ve Altay kültüründe ve mitolojisinde silah anlamına gelmektedir. Bu özdeyiş gizemli bir biçimde Türk’ün varlık sebebi olan bu üç varlık için aynı zamanda ne kadar da saldırgan olabileceğini göreceli olarak vurgulamaktadır. Bir başka deyişle, Türklerin vazgeçemeyecekleri ve uğruna ölümü göze alabilecekleri bu üç kutsal varlık onların savaş ve namus anlayışını da gözler önüne sermektedir.
Oysaki bu görüş ve bakış açısı öylesine sığ ve yanlıştır ki, Türklerin evlerine çekildikleri inzivada ve yaşamlarının mütevazılıği dışında doğaya coşkuyla tutku içersinde bağlı oldukları yadsınamaz bir gerçek olduğu nedense görülememektedir. Türkün yaşamında su ve doğanın eşsiz florası coşkularının en üst seviyede yer işgal ettiği su götürmez bir gerçektir. Su, eski dilde “göz” anlamına gelen, Divan edebiyatında sıkça kullanılan “çeşm” sözcüğü ile bütünleşmiş ve içinde suların toplandığı ve çağladığı “çeşme” adını almıştır. Çeşmeyi“insan gözü” ile bütünleştiren bu hümanist Türk düşünce sistemi, su kaynağına da “göze” demesini bilmiştir.
İşte bu Türk’ün bu üstün doğa sevgisi özelliklerinden dolayı, büyük Türk dostu Türk tarihi ve Türkiye izlenimlerini “Doğu’ya Seyahat” ve “Türkiye Tarihi” adlı eserlerinde toplayan Fransız yazar Lamartine (1790-1869),
”Asya’nın dağlarında ve vadilerinde doğanlar beraberlerinde oluşturdukları belleklerinin saraylarında kırsal nitelikte imgeler ve tutkular meydana getirirler”
Demekteydi. Lamartine sözlerine devamla;
“Doğayı süsleyecek kadar çok severler. “Kadın, At, Silah, Çeşme, Ağaç” Osman’ın çocuklarının beş cennetinin bunlar olduğu kuşku götürmez.”
Diyerek, Türk’ün insani duygularla bu beş önemli hasletini ve cennetini gözler önüne sermektedir. Ama nedense günümüzde bunlardan kala kala elimizde bir “döner bıçağı” kalmıştırı, onu da ya kadını-kızı yâda kendi hanımını, eşini öldürmek için kullanıyoruz. Şimdi soruyorum size, bunun “Namus Belasına Kardeş” denilmesiyle ne alakası var? Ecdadımızı analım, en azından onlar gibi olalım yeter…