“Millî egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmağa mahkûmdurlar”.
Prof.Dr. Kaya Tuncer ÇAĞLAYAN
Bugün, Büyük Türk Milleti’nin Kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrılışının 78. yıldönümünü kutluyoruz. Büyük Önder, fikir, ideal ve eserleriyle bağımsızlığımızdan tarihimize, dilimizden sanatımıza ve benliğimize kadar en gerçek fikirlerin ve en sıcak duyguların içinde aramızda hep yaşamıştır ve yaşayacaktır. Tarihe mal olmuş şahsiyetler sadece kendi dönemlerindeki başarıları ile değil, geleceği şekillendirmedeki rolleriyle değer taşırlar. Büyük Önder Atatürk Türk tarihi açısından müstesna bir yere sahip olma vasfını ilelebet koruyacaktır.
Atatürk ve Milli İradeye konusuna geçmeden bir hususa temas etmek istiyorum. Atatürk ve arkadaşlarının kuşağı belki de Türk tarihinin en sancılı günlerine şahit olmuştur. Gençliğe adım attıkları günlerde hala büyük bir coğrafyaya hükmeden Osmanlı Devleti’nin Anadolu’nun küçük bir bölümüne hapsedilmeye çalışıldığı bir süreci görmüşler ve yaşamışlardır. Atatürk genç bir Kurmay Yüzbaşı olarak Harp Akademisinden mezun olduğu 1905’den 1919’a kadar Osmanlı Devletinin farklı bölgelerinde görev yapmış, Osmanlı siyasi coğrafyasının parçalanmaması için hizmet etmiştir. Görev yaptığı yerleri kısaca hatırlarsak söylemek istediğim daha net anlaşılır:
Şam (1905-1907), Manastır (1907-1909), İstanbul (1909-1911), Trablusgarp’da Derne ve Tobruk (1911-1912), Balkan Savaşları (1912-1913), I. Dünya Savaşında; Çanakkale 1915, Edirne ve Diyarbakır 1916, Halep ve Şam 1917, İstanbul, Halep 1918.
Ancak Büyük Savaşın kaybedilmesi ve Mondros Mütarekesinin istismar edilmesi ile Anadolu’da Türk varlığının kökünü kazımak isteyen İtilaf Devletlerinin yaptırımları karşısında İstanbul Hükümetlerinin acizliğini gören Mustafa Kemal Paşa, Anadolu merkezli Milli Mücadelenin Aziz Milletimizin kurtuluşu için tek çare olduğunu görmüş, bir avuç kahraman silah arkadaşı ile Türk Milleti’nin tekrar doğacağı kutlu mücadeleyi başlatmak için şehrimize adım atmış, Samsun’a şeref vermiştir.
19 Mayıs 1919 dan 29 Ekim 1923’e kadar devam eden Milli Mücadelenin her evresinde “Milli İrade” Atatürk için vazgeçilmez temel şiar olmuştur. Osmanlı geleneğinde, devletin merkezindeki padişah iradesine atıfta bulunmak için vurgulanan İrade-i Seniyye ifadesine karşılık Mustafa Kemal Paşa sürekli İrade-i Milliye vurgusu yapmıştır. Bu ifadeyle bir taraftan zihinleri millet iradesine hazırlamış, diğer yandan bütün uygulamalarında millî iradenin yansıması olacak kurumların hayata geçmesi için çalışmıştır. Amasya Genelgesi’nde milli iradeyi ortaya çıkaracak bir milli kongrenin Sivas’ta toplanması çağrısı yaparken de gösterdiği temel ilke “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” olmuştur. Erzurum ve Sivas kongrelerinde Milli İradeyi hâkim kılmak esastır, Milli Meclisin derhal toplanması ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesi kararları Atatürk’ün Milli İradeye bağlılığının kuvvetli göstergeleridir. Sivas Kongresini takiben neşredilen gazetenin adının “İrade-i Milliye” ve Ankara’da neşredilecek olan gazetenin adının “Hâkimiyet-i Milliye” olması tesadüf değildir.
16 Mart 1920’de İstanbul’un işgal edilmesi ve Meclis-i Mebusân üyelerinin tutuklanıp, Osmanlı Meclisi’nin kapatılması üzerine Türk Milleti’nin kaderinin sahipsiz olmadığını göstermek için Milletin arzularını dile getireceği kutsal ve tarihi bir mekân olarak Ankara’da TBMM’nin açılışını geçekleştirmiştir. Mustafa kemal Paşa’nın, “Kurucu Meclis” olması için ısrarcı olmasına karşın arkadaşlarının yanlış anlaşılmak kaygısı ile itirazları üzerine Olağanüstü Yetkili Meclis olarak faaliyete geçen TBMM’nin bu niteliğe sahip olmasının istemesinin sebebi, Milli İradeye dayalı siyasal bir rejimin kurulabilmesi içindir. 23 Nisan 1920’de açılan Gazi Meclisimiz o günden bugüne çeşitli badireler atlatsa da Türk Milleti’nin iradesinin sesi olmaya devam etmiştir.
Açıldığı gün Meclis Başkanlığının arkasına asılan ve bugün de hâlâ asılı olan Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir ifadesi Atatürk ve Meclis üyelerince oy birliği ile kabul edilmiştir. Bu ifadenin oraya asılması sebepsiz değildir. Türk Milleti’nin şerefli hürriyet ve istiklal mücadelesinin Millet iradesinin bir arzusu olarak yürütüldüğü vurgulandığı gibi, bu ifadeyle Osmanlı Anayasasının, Meclis-i Mebusân’ın dolaysıyla millet iradesinin üzerine getirdiği kayıt ve şartların TBMM tarafından reddedildiğini vurgulanmak içindir. Aslında açıldığı ilk günden olağan üstü yetkilerle meclisin donatılmasını talep ederken de ve milli iradeyi merkeze alan TBMM’nin çıkardığı bütün kanunlarda Atatürk için hedef tekdir: Millet İradesini en üst seviyede temsil edecek olan Türkiye Cumhuriyetinin hayata geçmesidir. En büyük eserim dediği Cumhuriyetin ilan edilişi ancak Atatürk gibi Milleti ile hemhal olmuş, Milletinin güvenini kazanmış ve tarihi iyi okuyabilen bir büyük liderin gerçekleştirebileceği iştir.
Türkiye Cumhuriyeti, binlerce yıllık Türk tarihinin ilk ve tek sivil rejim inşa etme uygulamasıdır. Türk Milletine şerefli asırlar yaşatmakla beraber, tarihte yerini alma zamanı gelen Osmanlı Devleti’nin yapısına baktığımızda, görürüz ki hükümet üyelerinin neredeyse tamamı askerdir. Meşrutiyet dönemlerinde bile bütün Sadrazamlar paşadır. Osmanlı Devleti’nin anlayışı gereği, iç ve dış siyaset padişah iradesine tabi paşalar tarafından belirlenir. Bu yönüyle dikkat ettiğimizde Cumhuriyet idaresinde gerek devlet başkanı, gerekse hükümet üyeleri ve mülkî makamlar sivil kimlik taşır.
Cumhuriyetimizin sivil nitelik kazanması ve taşımasında önemli adımlardan biri yine Atatürk tarafından atılmış, Ekim 1924’de siyasetle iç içe olan Paşa arkadaşlarına ya milletvekilliği ya da komutanlığı tercih etmelerini rica etmiştir.
TBMM’nin kabul ettiği 1924 Anayasamız da tamamen Milli İradeyi merkeze alan bir anlayışın ürünü olmuştur. Hatta taslak metinde Cumhurbaşkanlığına verilen Meclisi feshetme gibi bazı yetkileri, TBMM kabul etmemiştir. Atatürk Genel Kuruldaki bu değişiklikleri Milletin İradesi olarak saygıyla karşılamıştır. 1960 darbesine kadar yürüklükte kalan bu Anayasamız çok partili siyasi hayatı benimseyen temel hak ve hürriyetleri teminat altına alan bir anayasa olmuştur. CHP, TPC, SF, DP, CKMP gibi çok sayıda siyasi parti 1924 Anayasasının amir hükümlerine istinaden kurulmuştur.
Özellikle Serbest Fırkanın kuruluş sürecine Atatürk’ün katkısı malumdur. O’nun SF Genel Başkanı Ali Fethi Bey’e yazdığı mektupta yer alan demokrasi hakkında şu cümleleri bugün için de ışık tutucudur: “Büyük Millet Meclisi’nde ve Millet önünde, millet işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyet sahibi zatların ve fırkaların düşüncelerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları, benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir… Büyük Meclis’te aynı temele dayanan yeni bir fırkanın faaliyete geçerek millet işlerini serbest münakaşa etmesini cumhuriyet esaslarından sayarım… Cumhurbaşkanlığının bana verdiği yüksek ve kanuni vazifeleri, hükümette olan ve olmayan fırkalara karşı adilane ve tarafsız ifa edeceğime ve laik cumhuriyet esası dâhilinde fırkanızın her nevi siyasi faaliyet ve cereyanlarının bir engele uğramayacağına emniyet edebilirsiniz efendim.”
Milli irade üzerine Atatürk’ün sözlerinden yine birkaç örnek vermek uygun olacaktır:
“Egemenlik hiçbir mana, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve işarette ortaklık kabul etmez.”
“Millî emeller millî irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil bütün millet fertlerinin arzularının emellerinin bileşkesinden ibarettir.”
“Kuvvet birdir ve o milletindir”.
“Millî egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmağa mahkûmdurlar”.
“Millî egemenlik uğrunda canımı vermek benim için vicdan ve namus borcu olsun”.
“Büyük Millet Meclisi Türk Milletinin asırlar süren aramalarının özeti ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsalidir”.
“Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir”.
“Hiç şüphe yok ki, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz”.
“Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pekiyi anlayan ve pekiyi bilen Türk Milleti bu mukaddes egemenliğine karşı baş gösterecek her tehlikeyi kahredecektir”.
“Gençler! Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak sizlersiniz.” demişti.
***
Kurulan Cumhuriyet ve devamında yapılan inkılapları Türk Halkı gönülden benimsemiş, genciyle, yaşlısıyla 15 Temmuz menfur darbe girişiminde Cumhuriyete ve milli iradeye sahip çıkmıştır. Başı dışarıda terör örgütlerine geçit vermemiş ve vermeyeceğini bütün dost ve düşman herkese göstermiştir.
Atatürk`ün ölümsüzlüğe uğurlandığı günün yıldönümünde hepimize düşen en büyük görev; “Atatürk`ü ve en büyük eseri, temeli Türk Kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Cumhuriyet`i anlamak, Cumhuriyet`in değerlerini her şartta korumak, ve Türkiye`yi aydınlık yarınlara taşımaktır”.
Vefatının 78. Yıldönümünde Büyük Önderimizin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.
————————————————–
Bu metin, Prof.Dr. Kaya Tuncer ÇAĞLAYAN’ ın 10 Kasım 2016 günü OMÜ’de düzenlenen anma töreninde yaptığı Atatürk ve Millî İrâde konulu konuşmanın yazıya geçirilmiş hâlidir.