Şu anda, -nedense pek de bilemiyorum-Filistin’in yek vücut, tek parça bir ülke olduğu düşünülüyor, gibime geliyor. Bu konuda öylesine absürt sorular soruluyor ki, bir şeyler bildiğini zannettiğiniz kişiler tarafından. İşin içinden çıkamıyorsunuz. Kuşkusuz, böyle bir şey yok. Ancak şu sıralar böyle bir şeyin varit olmadığını her seferinde açıklamak zorunda kalıyorum. Filistin 75 yılda tam anlamıyla paramparça edilmiştir. Şu andaki durum, mutasavver Filistin Devleti, ufala ufala ‘Dört Parçada Filistin’e dönüştürülmüştür. Nedir bunlar? Bunlardan birincisi yekpareliğini, homojenliğini yitirmemiş, direnişin simgesi Gazze; ikincisi müzakerenin sembolü Batı Şeria, mutasavver Filistin Devletinin başkenti Doğu Kudüs ve İsrail içerisinde İsrail vatandaşı Filistinlilerin ulus dayanışmasının temsil edilmesi. Gazze Direnişi, coğrafi olarak birbirinden koparılmış, siyaseten parçalanmış ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temelindeki merkezi liderliğini yitirmiş Filistin’in bütün parçaları yeniden etkileşim içine girmesini sağlamıştır. Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinli aileleri kovma çabası, Ramazan ayında Harem’üş Şerif’te toplanma alanının kapatılması, İsrail polisinin Mescid-i Aksa’yı basması ve radikal Yahudilerin “Araplara Ölüm” sloganıyla Harem’üş Şerif’e girecek şekilde düzenlediği Kudüs Yürüyüşü 10 Mayıs’ta başlayan çatışmalar sadece görünen nedenlerdir.
Tıpkı Balkanların kaybedilişinde yaşanıldığı gibi Filistin’in yitirilişi de tam bir toplumsal travmadır, Türk insanın zihninde, sevgili okurlar. Cemal Paşa’nın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “Filistin ve Suriye’yi böyle acı bir keşmekeş halinde bırakmaktan doğan hüzün ve elem tesiriyle hüngür hüngür ağlayarak 12 Aralık 1917 tarihinde İstanbul’a hareket ettim.” (1) Sadece bu kadar mı? Kudüs’ün düşüşünden birinci derecede 4’üncü Ordu Komutanı Alman General Falkenhayn sorumludur. Gerçekten de durum yadsınamayacak kadar doğruydu, gerçekti, Cemal Paşa haklıydı. Almanlar şehirdeki dinsel yapılar zarar görmesin diye Kudüs’ü savunmadan İngilizlere teslim etmeyi yeğlemişlerdi. General Falkenhayn’ın Kurmay Başkanı Von Papen de bu durumu hatıralarında doğruluyordu. “İngilizler kente doğrudan doğruya saldırmadan Kudüs’ün boşaltılmasını diledim” (2) Kudüs stratejik olarak savunulması en kolay bir şehirdi, ama savunulmadan Almanların tertibiyle İngilizlere bir Noel hediyesi olarak altın tepside sunulmuştur. Çünkü Yıldırım Ordular Grubunun karargâhı ve komutanları adeta Almanlara teslim edilmiştir. Karar merciinde bulunanların 65’i Alman, sadece 9’u Türk’tür.
Kudüs, İngilizleri, Almanları, Avusturyalıları Hıristiyan çatısı altında tekrardan bütünleştirmişti. Birinci Dünya Savaşındaki müttefikimiz Almanya’nın bütün kilise çanları Kudüs’ün düşüşü ile bir başka çalmıştı, başkent Berlin’de. Hiç boşuna sormayın “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” diye. Kudüs’ün düşüşü Bağlaşık Devletler ile İttifak Devletlerini bir anda birleştirmişti. Sevinç gözyaşlarıyla birlikte ağlıyorlardı. 11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’e giren General Edmund Allenby, Selahaddin Eyyubi’nin mezarına vurarak; “Kalk Selahaddin biz yine geldik “diyerek Haçlı Ruhunu tekrardan, kafalara belleklere yeniden kazımıştı. Burası genel Hıristiyanlık akaidi bakımından anlaşılıyor da peki 100 yıl sonra ABD’nin tavrına ne buyrulur? Kudüs’ün düşmesinden tam yüz yıl sonra ABD Başkanı Donald Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmiş, Siyonist-Evanjalist ittifakı yeniden bütünleştirmiştir. Tekrardan olmayanı olduran bir kent olmuştu, Kudüs. Şimdi bana sorabilirsiniz, ABD niçin İsrail’in yanında kayıtsız şartsız yanında duruyor ve destekliyor? Diye. Şunu açık seçik ifade edelim, ABD’nin İsrail’le olan ilişkisi sorgulanmaz. Sorgulanırsa n’olur? İsrail’in ulusal politikası ya da dış politikasıyla aynı düzlemde olunmazsa, anında Antisemitizm’le suçlanma riskiyle karşı karşıya kalınır. Unutmayalım, yeni dünyayı keşfeden Kristof Kolomb bir Yahudi’dir. ABD’nin tüm savunma dokümanları bu birlikte hareket etme fikrini resmen belgeleştirmiştir. ABD, İsrail’i NATO ülkeleri dışında en önemli müttefik statüsü ile onurlandırmıştır. Bunun yanıtı ABD’deki İsrail lobisinin sahip olduğu büyük güçtedir. İsrail lobisinin temsilcileri günlük yaşamlarında İsrail çıkarlarına yarar sağlayacak ve ABD dış politikasını yönlendirmek amacıyla büyük çaba harcarlar. Lobi üyelerinin çalışmaları seçimlerde İsrail yanlısı adaylara oy vermekten, mektup yazmaya, ekonomik yardım sağlamaya ve İsrail yanlısı örgütleri desteklemeye kadar uzanır. İşin daha ilginci, karar alma mekanizmaları üzerinde kurdukları baskıyla, İsrail’in hiçbir davranışının eleştirilmesine izin bile vermezler. (3) Ama şimdi bu soruyu sormak gerekmiyor mu? ABD, çok sayıda çocuk ve kadını sebepsiz öldüren, 17 hastane ve Gazze’nin tek Covid 19 testi yapan kliniği havadan vurup işlevsiz bırakarak zarar veren ve 72 bin kişiyi evlerinden kaçmak zorunda bırakan doğrudan savaş suçu işleyen İsrail’i neden desteklemektedir? Sivillere yönelik saldırılar doğrudan savaş suçları kapsamındadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi, İsrail’in masum kadın ve 8 çocuğun ölümüne yol açan Şati Mülteci Kampı’na düzenlediği saldırı insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamındadır.
Osmanlı Devleti zamanında Bilâd-ı Şam’ın bir parçası olarak Filistin parçalanmamış, büsbütün olarak varlığını sürdürmüştür. 11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’ün, Falih Rıfkı Atay’ın kitabının başlığıyla Zeytindağı’nın yitirilmesiyle bu vasfını kaybetmiştir. Birinci Dünya Savaşından sonra İngiliz işgali ile tümden yalnızlaşmış, daha sonradan da ıssızlaşmış, hayatiyetini iyiden iyiye yitirmiştir. Bu nedenle bizim için Filistin’i terk etmek zor olmuştur. Romancı Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı”ndaki ifadesiyle “Gazze’nin etrafında dev bir mezarlık bırakmıştık… “ da ondan sevgili okurlar. Birinci ve İkinci Gazze Muharebelerini aynen Çanakkale’deki gibi kazanmıştı, Türk ordusu. Gazze Muharebelerinden önce, 11 Mart 1917’de Bağdat kaybedildiğini bu arada not edelim. 1917 Gazze Savunması, Millî Mücadelede dört yıl sonraki Sakarya Savaşı gibi İngilizlerin çekilmesiyle sonuçlanmıştır. İngilizler bu sefer üçüncü kez 1-2 Kasım 1917 tarihinde saldırmışlar, aynen 104 yıl önce İsrail’in Gazze’ye saldırdığı gibi aynı plan uygulamışlardır. III. Gazze Savaşına savaş gemileri ve üç tane de uçak gemisi katılmıştır. Arkasından 2 Kasım 1917 tarihinde Büyük Britanya Dışişleri Bakanı Balfour, Filistin’de bir “Yahudi Yurdu” kurulacağını açıklamıştır. İngilizler saldırdığında General Falkenhayn Halep’teydi. Ancak 5 Kasım’da Kudüs’e gelebilmiştir. İngilizler, 6 Kasım’da cepheyi yarmışlar. 7 Kasım’da Gazze düşmüş, 8 Kasım’da Türk Ordusu çekilmeye başlamıştır. 9 Aralık’ta da Kudüs düşmüştür. (4) Kudüs Osmanlı Devleti zamanındaki serbestiyetini, özgürlüğünü, hoşgörüsünü, kısaca hayatiyetini bir anda yitirmişti. Ne zamana kadar? Ta 1947 Birleşmiş Milletler (BM) Bölme Planına kadar. Yaklaşık yüzde 57’sini yitiren otantik Filistin halkı için bugüne kadar bir felaket El Nekbe başlamıştır.
Tüm Filistin 1947 yılına kadar ‘Güneş Batmayan Ülke’ Büyük Britanya’nın tıpkı Kıbrıs gibi, Osmanlı Devletinden gasp ettiği konumdaydı. 1947 yılında, Filistin’i 1920 yılından beri yöneten Birleşik Krallık, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu Birleşmiş Milletlere devretmişti. BM de İngilizlerin tavsiyesi ile Filistin’i ikiye bölmüştü. Bölme planı, Filistin topraklarının yüzde 56,47’sinin Yahudi devletine, 45,53’ünün ise Arap devletine verilmesini öngörmekteydi. Kudüs’ün etrafında ise uluslararası bölge oluşturulması kararlaştırılmıştı. 29 Kasım 1947 tarihinde plan BM ülkeleri arasında oylamaya açılmış, 33 ülke planı kabul ederken, 13 ülke aleyhte oy kullanmış, 10 ülke ise çekimser kalmıştı. Birleşik Krallık Yahudi Devleti kurulmasından olan tavrını göstermiş ve 15 Mayıs 1948 tarihinde Filistin üzerindeki yönetimine son verme kararını da açıklamıştı. Ancak, Filistinlilerin reddettiği plan hiçbir zaman uygulanmadığı gibi, Arap-İsrail savaşlarının da sebebini oluşturmuştu. Filistin hem bağımsız olabileceği devletinden olmuş hem topraklarını yitire yitire bugün 365 kilometrekareden oluşan Gazze ile yüzde seksen beşi arazisi gasp edilmiş Batı Şeria ile başkent Kudüs’ü neredeyse tümünü yitirmiş bir mazlum halk kalmıştır.
Gazze Halkının direnişi göstermiştir ki, İsrail’in Gazze’yi askeri-teknik üstünlükle yakıp yıkmak Filistinliler üzerinde bir caydırıcılık inşa etmediği açık seçik görülmüştür. Filistin her seferinde ölüp ölüp, küllerinden yeniden dirildiği bir kez daha test edilmiştir. 2009 ve 2014 yıllarında olduğu gibi, bu son direnişle İsrail Başbakanı Netanyahu’nun“Hamas’a bunun bedelini ödettireceğiz” sözü boşa çıkmıştır. Yapmış olduğu yolsuzluklara köşeye sıkışan, girdiği dört seçimden de umduğunu bulamayan Netanyahu bir anlamda kendi canının derdine düşmüştür. Üç-beş yıllık bir sükûnet için azami yıkım ve ölümü hedef olarak belirlemiş, yapılacak beşinci seçimde kararsız seçmenlerin üzerine odaklanmıştır. Netanyahu ve İsrail ordu yetkilileri de Gazze’nin ateş gücü ve direnişin altyapısını birkaç yıl geriletmeyi kendilerince erişilebilir bir hedef olarak koymuşlardır. Bu durum, daha büyük bir savaşın temelini bugünden atan dehşetengiz bir döngüyü gözler önüne sermiştir. Ateşle direnişin kaynağı Gazze’de daha önce olduğu gibi bu sefer de HAMAS ve İslami Cihad’ın başını çektiği ortak bir Harekat Merkezi kurulmuş, bu merkez tarafından taarruzî amaçlı İsrail’e yapılan 4.000’in üzerindeki roket yağmuruna “Kudüs Kılıcı” adı verilmiştir. Anımsayalım, 12 örgüt ilk kez 2020 Aralık ayında hava, deniz ve kara unsurlarıyla askeri tatbikat bile yapmıştır. Bu tatbikatta insansız hava araçları bile kullanılmıştır. Filistinli kaynaklara göre sahanın paylaşılması ve roket rampalarının konuşlanması dahil pek çok alanda etkili bir eşgüdüm sağlanmıştır. Unutmamak gerekir ki, rüzgâr eken fırtına biçer. Bence bu savaşın en büyük çıkarımı İsrail’in Demir Kubbe’yle tavan yapmış kibir ve kibiryasının parçalanması, güvenlik efsanesinin yıkılması ve kentlerin terörize olması tersi yönde bir caydırıcılık inşa etmiştir. Şurası muhakkaktır ki, İsrail bundan sonra böyle bir harekete tevessül ederken daha dikkatli bir durum muhakemesi yapmak zorunda kalabilecektir.
Daha da sarsıcı olanı Arap-Yahudi karışık kentlerde, Lod Belediye Başkanı Yair Revivo’nun ifadesiyle iç savaş halinin yaşanmış olması ve İsrail seçmenin de sığınaklara inmiş olmasıdır. Bu direniş İsrail halkını canından bezdirmiş, Başkan Revivo’nun ifadesiyle bir yanda “Arap intifadası” diğer yanda ise İsrail halkına reva görülen daha çok 9/10 Kasım 1938 tarihinde Almanya’daki “Kırık Camlar Gecesi” (Kristallnacht, Kristal Gecesi) İsrail seçmeninin çileden çıkmasına yetmiş de artmıştır. Yafa, Akka, Lod, Ramle, Nasıra, Şefa Amr, Umm-ul Fehm, Kafr Kanna, Kafr Manda ve Bir Şeba gibi yerler yeni bir intifadanın eşiğine gelmiştir. Kısaca II. Dünya Savaşının kurbanları Yahudiler, Filistin coğrafyasında kendi kurbanları durumuna getirdikleri Filistin halkına 75 yıldır reva gördükleri ve yaptıkları insanlık dışı fütursuzluklarını sorgulamaya başlamışlardır.
İsrail’in saldırısı Filistin yerleşim bölgelerini terörize etmiş, işgal altındaki Batı Şeria, Doğu Kudüs ve İsrail’deki Arap nüfuslu beldelerde genel greve gidilmiştir. Genel grev kendiliğinden oluşan ortak bir karar olup tüm ulusal ve İslamcı grupları bir araya getirmiştir. Ortadoğu’nun iki siyasî ana akım düşüncesinden İslami direniş hareketi genel grevi büyük bir güçle desteklemektedirler. İsrail’in saldırıları Filistin halkının meydanlarda birleşmesini ve hedefe ulaşmaya odaklanmalarını sağlamıştır. Filistin’deki genel grev, 1948’den bu yana İsrail ile mücadele tarihinde ilk kez, Filistinlilerin ortak bir olayda halk ve coğrafi olarak bir araya gelinmeyi sağlamıştır. Belki de ilk defa 2006’daki Hizbullah-İsrail Savaşı gibi, HAMAS-İsrail Savaşı da bir anda herkesin savaşı olmuştur. Eşitsizlik, Güney Afrika Apertheid rejiminin fevkinde sistematik baskı ve mülksüzleştirme siyasetinin cenderesinde kalan 1948 sınırlarındaki Filistinliler, İsrail vatandaşlığını almış, partileşmiş, hatta Nisan 2019’dan beri düzenlenen 4 seçimde sırasıyla 10, 13, 15 ve 10 vekil çıkarıp İsrail parlamentosu Knesset’te anahtar parti konumuna yükselmiştir. Nüfusu 1,8 milyonu aşan İsrail vatandaşı Filistinli Araplardan böylesine bir kalkışma beklenilmemiş, bu hareket gerçekten bir sürpriz olmuştur. Yaşanan gerilim üstü olaylar 1948’in Filistin’in diğer parçalarıyla etkileşiminin artabileceği bir vasat tesis etmiştir. Diğer yandan HAMAS, İslami Cihat dahil diğer örgütlerin buralarda da nüfuz yeteneği kazanabileceği endişe ve kaygılara yol açmıştır.
İster İslamcı ister ulusalcı olsun tüm Filistin halkı bütünüyle ‘Gazi Gazze’ üzerindeki baskıyı hafifletmek ve hedeflerine ulaşmak için her şeyden önce Kudüs kuşatmasını kaldırmak, işgalci saldırılarını durdurmak, topraklara el konulması, İbrahim Anlaşmasını diğer bir deyişle ‘Yüzyılın Anlaşması’nı ve ilhak projesini engellemek için meydanda kalmaları gerektiğine inanmış, iman etmiştir. Bu büyük hedefi de yaratan ise Başbakan Netanyahu olmuştur. Bütün dünya kamuoyuna şiddet ve ölümün Filistin halkı üzerinde bir caydırıcılık inşa etmediği açık seçik gösterilmiş ve insanlık dışılığa meydan okunmuştur. Kudüs için bu direniş ve zafer onlarca yıldır sorunsallaşan Filistin-Yahudi meselesini öncelikli bir faktöre geri döndürülmüştür. Filistin halkının sinerjisinden ortaya konulan hedefler gerçekleştirilene ya da Gazze yeniden imar edilene kadar meydanlardan ayrılmaları da olasılı görülmemektedir. İsrail’in Kudüs ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere yönelik saldırganlığı tam anlamıyla, insanlığa karşı işlenen suçlar meyanında bir savaş suçu olduğu dünya kamuoyu tarafından kabul görmüş, dünyanın hiç yaşamadığı yeni günlerin habercisi olacağı bir kez daha teyit edilmiştir.
Gazze ve Doğu Kudüs Direnişi askerî açıdan İsrail’e karşı bir “caydırıcılık” inşa etme potansiyeli taşımış, toplumsal olarak da intifada çağrışımları yapan yeni bir gerçeklik doğuşuna vesile teşkil etmiştir. Yıllardır işgal, mafyavari gaspçı yerleşimler ve apartheid ayrımcılık uygulamaları Gazze’nin egemen gücü HAMAS ve onun örgütsel kişiliğinde “İslamcı teröre” indirgeyen İsrail’in çizdiği resim artık çerçeveye sığmadığı görülmüştür. Artık özgür batı dünyası bu söyleme inanmadığı gibi, İsrail’in ikna ediciliğinin de yitirildiğini görmüştür. Her şeyden önemlisi de İsrail’in işlemiş olduğu suçlar İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün ‘apartheid suçları’ olarak tanımladığı suçlar olduğu da teyit edilmiştir. Bir şeyi daha iyice anlamak gerekmektedir. İsrail gibi zengin bir ülkeye neden ABD tarafından yılda 3,8 milyar dolar askeri yardım sağlanmakta ve savaş devam ederken Biden Yönetimi İsrail’e 735 milyon dolarlık silah satış kararı almıştır. Washington Post’ta yer alan habere göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nden bir sözcü, Biden yönetiminin 5 Mayıs’ta kongreye İsrail’e 735 milyon dolarlık silah satış kararı hakkında bilgi verdiğini belirtmiştir. (5) İsterseniz bir de icmal yapalım. Amerika Birleşik Devletleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1948’de kurulan İsrail’e 2020 yılı sonu itibarıyla 146 milyar dolar net askeri yardım yapmıştır. (6)
Bu savaşın askerî açıdan en çok konuşulacak taraflarından birisi de Gazze’den atıldıktan sonra güdülemeyen roketlerin menzil, isabet ve etki bakımından oldukça gelişmiş bir tablo sergilemiş olmasıdır. HAMAS İsrail’e karşı, 220 km’ye ulaşan Ayyaş 250 adını verdiği yeni roketler de kullandığı gibi, yapmış olduğu açıklamalarda bunların yüzde yüz Gazze yapımı olduğu bilgisini açıklama gereği duymuştur. Ancak Gazze’nin güdümlü füze temin ve üretim safhasına henüz daha geçemediği de müşahede edilmiştir. Gazze’deki örgütler tıpkı Lübnan Hizbullah’ında olduğu gibi silahlanma ve özellikle roket üretim kapasitelerini artırmaları büyük ölçüde İran tarafından sağlanmış olabileceği somut gerçeğini düşündürmüştür. 1988’de İsrail’in varlığını tanıyıp şiddeti reddettikten sonra dönüşüm geçiren ve Oslo Anlaşması’ndan sonra müzakereciliği benimseyen El Fetih’in yeri hızla İhvancı Müslüman Kardeşler örgütü çizgisindeki İslamcı örgütler tarafından doldurulmuştur. Bu nedenle 2006 savaşı sonrası Lübnan için kullanılan caydırıcılık ifadesi son savaşta Gazze için de dillendirilmeye başlanmıştır. Bir haftada 5 bine yakın roket kullanan Gazze’nin savaşı bu minvalde 1-2 ay sürdürebileceği değerlendirilmektedir. Bu, oyunun kurallarının değiştiren yeni bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. İsrailli kaynaklara göre HAMAS’ ın stokunda 5-6 bin, İslami Cihad’ın stokunda ise 8 bin roket olduğunu toplam roket sayısının ise 30 bin olarak verilmesi gelecekteki bu olanak ve yeteneğin nerelere kadar gidebileceği düşündürücü bir iklimi de ortaya koymuştur. Daha sonraki yıllarda İsrail’in caydırıcılık için şiddeti ve orantısız güç kullanmak suretiyle saldırıları bir hareket tarzı olarak kabul ettiği takdirde Gazze’nin karşı hareketi daha isabetli, güçlü ve uzun menzilli roketler ve güdümlü füzeler vasıtasıyla başlayabileceği değerlendirilmektedir.
Göreceli muharebe gücü ve kuvvet mukayesesi yapıldığında ise Gazze’de askeri güç açısından İzzeddin Kassam Tugaylarının üstünlüğünü Kudüs Tugayları izlemektedir. Başta Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) olmak üzere Filistin direnişinde tekrardan söz sahibi olmak isteyen sol gruplar da İran’a en yakın grup olan İslami Cihat üzerinden silah edinmeye başlanıldığı göstermektedir. Gerçekten de FHKC’nin doğrudan İran’la ilişkileri de son zamanlarda artmıştır. FHKC dışında sol kanattan silahlı direnişe katılanlar arasında Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ve Nasır Selahaddin Tugayları da bu yola meyyal olduklarını göstermişlerdir.
Önemle ifade etmek gerekir ki, HAMAS ile İslami Cihat artık kendi roketlerini kendi yeraltı tesislerinde üretebilecek kadar uzmanlaşmış, neredeyse bu konuda dışa bağımlılıkları bile son derece alt seviyelere inmiştir. Suriye’den Sudan’dan Mısır’ın Sina Yarımadası’ndaki Gazze’ye gelen gizli tünel güzergâhından temin edilen tanksavar Cornet 232 gibi bazı tanksavar silahlarının varlığı İsrail’in yapabileceği Kara Harekâtını engellemiş olduğu savını kuvvetlendirmektedir.
Gazze’den İsrail’e şimdiye kadar Kassam (10 km), Kudüs 101 (16 km), Grad (55 km), Siccil (55 km), Fecr (100 km), Bedir 3, M-75 (75 km), SH-85, J-80 (80 km), J-90 (90 km), R-160 (120 km), A-120 (120 km), Suriye tabanlı yerel üretim M-302 (200 km) ve Ayyaş 250 (250 km) roketlerinin yanı sıra kamikaze droneları ve kornetler kullanılmıştır. Aşdod, Aşkelon, Dimona, Negev, Bir Şeba, Lod, Ramle, Kudüs, Tel Aviv şehirlerinin yanı sıra Ben Gurion Havaalanı hedef alınmıştır. Hamas ve İslami Cihad’ın dışındaki örgütlerin kullandığı roket/havanların menzilleri ancak Aşkelon-Aşdod’a kadar ulaşabilmektedir.
Bütün bunlardan sonra demem odur ki, ateşkes anlaşması, “Filistin Direnişi” nin zaferini açık seçik bir biçimde tescil etmiştir. Gazze Direnişi, coğrafi olarak birbirinden koparılmış, siyaseten parçalanmış ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temelindeki merkezi liderliğini yitirmiş Filistin’in bütün parçaları yeniden etkileşim içine girmesini sağlamıştır. Ateşle direnişin kaynağı Gazze’de daha önce olduğu gibi bu sefer de HAMAS ve İslami Cihat’ın başını çektiği ortak operasyon geri adım atılmaksızın tüm dünyaya gösterilmiştir. Gazze Direnişi, coğrafi olarak birbirinden koparılmış, siyaseten parçalanmış ve Filistin Kurtuluş Örgütü temelindeki merkezi liderliğini yitirmiş Filistin’in bütün parçaları yeniden etkileşim içine girmesini sağlamıştır. Yadsınamayacak bir gerçek olarak, mazlum Gazze Halkının direnişi İsrail’in Gazze’yi askeri-teknik üstünlükle yakıp yıkmak, Filistinliler üzerinde bir caydırıcılık inşa etmediği, Filistin’in ise her seferinde ölüp ölüp, küllerinden yeniden dirildiği bir kez daha test edilmiştir.
Dipnotlar
(1) Sinan Meydan, “Kudüs Böyle Düştü”, Sözcü Gazetesi, 17 Aralık 2017; https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/kudus-boyle-dustu-2126624 /Erişim Tarihi 22.05.2021/
(2) Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, c III, Ks 3, TTK, Ankara, s. 390
(3) Merak Edilenler: ABD Neden Kayıtsız Şartsız İsrail’i Destekliyor? M5 Dergisi, Kaynak Istrat; https://m5dergi.com/one-cikan/merak-edilenler-abd-neden-kayitsiz-sartsiz-israili-destekliyor/ Erişim Tarihi 23.05.2021/
(4) Sinan Meydan, age, https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/sinan-meydan/kudus-boyle-dustu-2126624 /Erişim Tarihi 22.05.2021/
(5) Biden yönetimi İsrail’e silah satışını onayladı, Sözcü gazetesi, 17.05.2021; https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/biden-yonetimi-israile-silah-satisini-onayladi-6436132/ Erişim Tarihi 23.05.2021/
(6)ABD her yıl İsrail’e ne kadar askeri yardımda bulunuyor? Euronews, 18/05/2021; https://tr.euronews.com/2021/05/18/abd-her-y-l-israil-e-ne-kadar-askeri-yard-mda-bulunuyor/Erişim Tarihi 23.05.2021/