Başkent: Etzelburg
İlk imparataor: 370-375 Balamir
Önemli imparataor: 445-453 Atilla
Son imparataor: 458 – 469 Denglizik
İmprataorluk yüz ölçümü: 4.000 000 km2
Din: Tek tanrı (Tengri)
Batı Hun İmparatorluğu, Hunlar‘ın Avrupa‘da kurduğu bir imparatorluktur, Türk tarih literatüründe Avrupa Hun İmparatorluğu ya da Batı Hun İmparatorluğu[1] [2][3] olarak da adlandırılır. Hunlar, Avrasya kökenli bir boylar konfederasyonudur.
350 yılında Asya bozkırlarından batı yönünde harekete geçmişler; dönemlerine göre çok gelişmiş silah ve donanımları, yüksek hızları ve üstün savaş taktikleriyle önlerine çıkan kavimleri sürerek ya da egemenlik altına alarak Avrupa‘nın neredeyse tamamını işgal etmişlerdir. Hunların baskısıyla oluşan bu büyük hareketlilik Avrupa’nın sosyal, kültürel, demografik yapısını alt üst eden ve bugünkü yapının temellerini oluşturan Kavimler Göçü‘nü başlatmıştır.
Dilleri ve Kökenleri
Avrupa Hun İmparatorluğu’nun kökeni olan Büyük Hun İmparatorluğu‘nu Türk boyları kurmuş, yönetmiş; Türk kültürü devlete şeklini vermiştir.[4]
Otto J. Maenchen-Helfen, Hunların dilleriyle ilgili olarak sadece bazı kabilelerin adlarının bilindiğini belirterek bu kabilelerin adlarının Türk diline benzediğini ileri sürdü. Hunların bilinen kişi isimlerinin bir kısmının kaynağı bulunamazken, bulunanlar ise Türk, Pers, Cermen dilleri kökenine aitti. Hunların, Pers ve Cermen dili ile Kafkasya ve Avrupa’da karşılaştığı bilinmektedir. Otto Maenchen-Helfen, “Hunların Dünyası” adlı çalışmasında elindeki verilerden hareketle Hunların yöneticilerinin ve halkının büyük çoğunluğunun Türk dili konuştuğunu savundu.[5]
David Christian ise, Hun konfederasyonunun içinde çok sayıda Türk dili konuşanların varolma ihtimalinden bahseder ve en azından Attila zamanında Pontus bozkırlarında (Pontic-Caspian steppe: Karadenizin kuzeyinden Hazar Denizi‘nin doğusuna kadar uzanan bozkır.) Türk dili konuşanların bulunduğunu aktarmaktadır.[6]
Columbia Encyclopedia ‘ya göre ise Hunlar, Ak Hunlar, Macarlar, Moğollar ve Türkler ile olan taktik ve alışkanlıkların benzerliğine rağmen, bu halklar ile bağlantılı olma olasılığı hafiftir ve Macarlarla Türklerin ise bilinmemektedir.[7] Ancak Macar Türkolog Rásonyi, Macarların kökeni ile ilgili şunları söylemiştir: “Türkler Macar’ların babası, Fin-Ugorlar ise anasıdır.”[8]
Başkentler
Hun İmparatorluğu’nun başkenti farklı kaynaklarda Segedin[9] ve Macaristan’ın başkenti Budapeşte‘nin Budin kesimi yakınlarındaki Sycambria[10] olarak geçmektedir.
Batı Hunlarında ekonomi
Batı Hunları klasik Türk atlı göçebe ekonomik hayatına sahipti. Günümüzde bile bazı yerlerde görülen bu anlayış gerçek bir göçebelik değilidir. Hiçbir yere bağlı kalmayıp oradan oraya göçenler bazı bedevi ile bazı kazak kabileleridir. Hunların da dahil olduğu Türk göçebeliğinde yaylaklar ve kışlıklar vardır. Havalar ısındığında daha üst rakımlardaki yaylaklara kışın ise daha aşağıdaki kışlıklara geçilirdi. Her boy ve aşiretin temel olarak yaylak ve kışlağı belli idi. Yani oradan oraya sürekli göçen bir topluluktan bahsetmiyoruz. Kroniklerin ve arkeolojik verilerden de bunu anlıyoruz. Hunların yaptığı temel ekonomik faaliyet koyun ve at yetiştiriciliğidir. Koyundan yün deri et süt elde edip sütten yoğurt peynir ve kımız yapmaktaydılar. Atlar hem kılları hem derileri hem de binek hayvanı olarak çok değerliydi. Büyükbaş hayvan yetiştiriciliği tercih edilmiyordu. Sayısı da Hunlar arasında çok azdır. Hunlar büyük çoğunlukla koyun postunda yapılma çadırlarda kalırlardı. Macaristan’a geldiklerinde bir kısmının kot tarzı evlerde yaşadıklarınıda biliyoruz. Hunların dokumayı bilmemesi veyahut çiftçilik yapmadığını bazı batılı yazarlar yazmışlardır fakat arkeolojik kanıtlar bunu yalanlamaktadır. Hunlar keten elbiseler dikmişlerdir. Bazı kurganlardan çıkan demir oraklarda onların bir kısmının tarımla uğraştığını göstermektedir.
Hunlar, Roma ile ticarette köle, at ve kürk ihraç etmişler ipek, şarap ve silah eşyası ithal etmişlerdir. Hunların şarap ve ipek sevdikleri bilinir. Kronikler Attila’nın sarayının ipekten yapıldığını bildirmektedir. Hunların altın ihtiyacını ticaret, Roma ordusunda yaptıkları paralı askerlik ve Romalıların Hunlara ödediği haraç ve vergiler ile sağlanıyordu. Hunların para bastığına dair bir bilgi yoktur. Roma para birimi olan Solidus’u kullandıkları biliniyor.
İmparatorluk Tarihi
Kuruluşu
Önce Doğu ve Batı, daha sonrada Kuzey ve Güney olarak ikiye bölünen Asya Hun İmparatorluğunun Orta Asya’da varlığını yitirmeye başlamasıyla batıya doğru göç eden Hun toplulukları Hazar gölü çevresinde yoğunlaşmıştı. M.Ö. başlayıp, M.S. 4. yüzyıla kadar devam eden bu göç hareketiyle bu bölgede yaklaşık 300 yıl boyunca yaşayan Hun toplulukları, zamanla bölgeye hakim bir güç haline geldi. Büyük Hun İmparatorluğu döneminde devletçilik vasfı kazanan Hun Türkleri, bu vasıflarını bulundukları bölgeye de taşıyarak zamanla güçlerini birleştirerek yeni bir imparatorluk kurmaya doğru ilerlediler.
352 yılında Kama Tarkan Avrupa Hun İmparatorluğunu kurdu ve yönetimi 370 yılına kadar elinde bulundurarak Hazar ve çevresinde önemli bir güç haline gelerek hakimiyet alanını batıya doğru ilerletti. Geçen 18 yıl, Hazar bölgesinde yaşayan Hun Türklerinin teşkilatlanmasını ve Devlet düzenine geçmesini sağladı. 4. yüzyılın ortalarında Aral Gölü ile Hazar Denizi‘nin kuzeyindeki Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374yılında Balamir komutasında İdil Nehri kıyılarında görünmüşler, Karadeniz‘in kuzeyindeki düzlüklerde yaşayan Ostrogotlar‘ı ve Vizigotlar‘ı yenilgiye uğratmışlardır. 375 yılında Ostrogotlar ve Vizigotlar, Hunlar‘ın saldırılarından dolayı batıya doğru yönelmişlerdir. Böylece Kavimler Göçü başlamıştır.
Balamir’den sonra 378 yılında Alypbi, Hun İmparatoru olmuştur. 378 yılında Hunlar, Tuna Nehri‘ni geçmişler ve Trakya‘ya kadar ilerlemişlerdir. Hunlar, Trakya’ya kadar ilerlemelerine rağmen Roma İmparatorluğu‘ndan bir direniş görmemişlerdir. Hunların baskısı altındaki barbar kavimler, Roma İmparatorluğu‘nu zorlamaya başlamışlardır. Roma İmparatoru I. Theodosius‘un 17 Ocak 395 tarihinde ölmesi üzerine Hunlar tekrar harekete geçmişlerdir. 395 yılında Hun orduları Balkanlar üzerinden Trakya‘ya akın yapmışlardır. Yine aynı yıl Kafkasya‘dan gelen Hunlar, bugün Lübnan‘da bulunan Sur şehrinde, Şanlıurfa‘da ve Antakya‘da bir süre kalmışlar sonra tekrar Karadeniz‘in kuzeyindeki topraklara dönmüşlerdir. Bu olay ile Türkler ilk defa Anadolu‘ya gelmişlerdir.
Uldız (Uldin) Dönemi
390 yılında Alypbi’den sonra başa geçen Uldız zamanında Hunlar, Karpat Dağları‘nı aşarak bugünkü Macaristan‘ın bulunduğu bölgeye girmişlerdir. Hun İmparatorluğu’nun dış siyaseti Uldız zamanında belirlenmiştir. Buna göre, Doğu Roma İmparatorluğu baskıda tutulacak, barbar kavimlere karşı Batı Roma İmparatorluğu ile iyi ilişkiler içinde bulunulacaktı. Bunun nedeni Batı Roma İmparatorluğu‘nun düşmanı olan barbar kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanıdır. Bu nedenle Hunlar, Batı Roma İmparatorluğu ile iyi ilişkiler içinde bulunmayı seçmişleridir.
Uldız‘ın Tuna boylarına kadar ilerlemesi ile barbar kavimler, Batı Roma İmparatorluğu topraklarına girmeye başlamıştır. Batı Roma İmparatorluğu, sınırlarını aşan kavimleri durdurmakta güçlük çekince Uldız’dan yardım istemiştir. Uldız yardım isteği üzerine 406 yılında Radagais idaresindeki barbar kavimler, bu günkü Floransa‘nın güneyinde yenilgiye uğratmış, Ağustos 406 tarihinde Radagais idam edilmiştir. Uldız bir yandan Batı Roma İmparatorluğu‘nu kurtarırken diğer yandan barbar kavimleri Galya‘ya göçe zorlayıp, Hunlara batıda hareket serbestliği sağlamıştır.
“Güneşin battığı yere kadar her yeri zaptedebilirim !”
diyerek meydan okumuştur. Uldız’ın 412 yılında ölümünden sonra yerine Karaton geçmiştir. Donatus isimli hükümdar ise 412 yılına kadar Karadeniz‘in çevresindeki Hun topraklarını yönetmiştir. Karaton 422 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır.
Rua dönemi
Oktar‘dan sonra 422 yılında devletin başına Rua geçmiştir. Attila‘nın babası olan Muncuk ise 408 yılında ölmüştür. Rua, 422 yılında Doğu Roma İmparatorluğu‘nun, Hun ordusunu isyana kışkırtmak ve bağlı kavimleri Hunlar’dan ayırmak amacıyla Hun topraklarına gönderdiği casusları ileri sürerek Balkan seferine çıkmıştır. Direniş göstermeyen Doğu Roma İmparatorluğu, vergi ödemek zorunda bırakılmıştır.
Doğu Roma İmparatoru II. Theodosius, Batı Roma İmparatorluğu‘ndaki karışıklıklardan yararlanarak İtalya’ya ordu ve donanma göndermiştir. Batı Roma İmparatorluğu Rua’dan yardım istemiştir. Rua bölgeye asker gönderince II. Theodosius, Hunlar ile savaşmayı kabul etmeyerek geri çekilmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu, Hunların baskılarına karşı Hun idaresinde yaşayan kabileleri kışkırtmaya devam etmiştir. Bunun üzerine Rua, Doğu Romalı tüccarların Hun İmparatorluğu’nda ticaret yapmalarını ve ücretli asker toplamalarını yasaklamıştır. Yine bu dönemde 433 yılında Viyana Roma tarafından Hunlara teslim edilmiştir. Rua, Doğu Roma İmparatorluğu‘na sığınan Hun kaçaklarını geri verilmesi ile uğraştığı sırada, 434 yılında ölmüştür.
Attila Dönemi
Rua‘nın ölümü üzerine Attila ve Bleda, Hun İmparatorluğu’nun başına geçmiştir. Attila, babası Muncuk’un ölümünden sonra amcası Rua’nın yanında yetişmiş, birlikte savaşlara katılmış, devlet yönetimini ve Hun siyasetini öğrenerek tecrübe kazanmıştır. Attila ve Bleda idaresi sırasında Hun İmparatorluğu ile Doğu Roma İmparatorluğu arasında Hun kaçaklarıyla ilgili görüşme yapılmaktaydı. Attila ve Bleda Hun elçisi Esla ile birlikte dönen II. Theodosius‘un görevlendirmiş oldukları Roma konsülü Plintha ve Dionysius‘u Tuna ve Morava nehirlerinin birleştiği yerdeki Margos (bugünkü Požarevac , Sırbistan)’da karşıladılar. Görüşmenin at sırtında yapılmasını isteyen Attila ve Bleda’ya karşı Roma elçileri de altta kalmamak için bu teklifi kabul etmiştir. Priscus‘un yazdıklarına göre; at sırtında uzun süre oturmamış ve hiç müzakere yapmamış olan Roma elçilerinin zor halleri, Attila ve Bleda için eğlence ve alay konusu olmuştur.[11] Yapılan görüşme sonucunda Doğu Roma İmparatorluğu ile Hun İmparatorluğu arasında yapılan Margos Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır;
- Doğu Roma İmparatorluğu, Hunlara ödemekte olduğu vergiyi iki katına çıkaracak (350 pound altından 700 pound altına).
- Doğu Roma İmparatorluğu, Hunlara bağlı ve onlara düşman kavimlerle antlaşma yapmayacak, ticari ilişkiler sınır kasabalarında devam edecek.
- Doğu Roma İmparatorluğu, elindeki Hun esirleri iade edecek.
- Doğu Roma İmparatorluğu, kaçak adam başına 8 Solidus altın ödeyecek.
İskitya Seferi
Attila ve Bleda Margos antlaşmayla; Hun İmparatorluğunun doğu bölgesine yapılacak sefer sırasında Bizans’dan gelebilecek tehditleri tümüyle ortadan kaldırmıştır. II. Theodosius ise bu antlaşmadan sonra, Sasani Şah‘ı V. Behram ile aralarında geçmekte olan Ermenistan meselesine yoğunlaşmıştır. Hun kaçaklar geri alınarak bir kısmı idam edilmiş, Bizans’dan gelen altınlarla da İskitya Seferi için hazırlıklar tamamlanmıştır. 435 yılında Attila ve Bleda, Hun ordularının başına geçerek doğuda Volga boylarındaki Bizans’ın teşvikiyle isyan etmiş olan Akatlar ve Ak-Oğuzlar‘ın üzerine yürümüştür. Elde ettikleri galibiyetten sonra Attila, oğlu Ellak‘ı Akatların başına şef tayin etmiştir. Hun orduları Orta Asya‘ya kadar geldikten sonra, dönüş yaparak Kara Deniz’in kuzeyindeki ovalar üzerinden Baltık sahillerine inmiş ve buradaki Sorogları mağlup etmiştir. Bu güç gösterisiyle İmparatorluğunun her yerinde düzen ve istikrarı sağladıktan sonra Attila ve Bleda ordularıyla İmparatorluk merkezine geri dönmüştür. 435–440 yılları arasında geçen bu kontrol ve teşkilatlandırma seferinden sonra Hun İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmış ve yaklaşık 4 milyon km²’lik bir coğrafyaya hükmetmiştir.[12]
Birinci Balkan Seferi
441 yılına gelindiğinde Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu tekrar barbar istilalarına mağruz kalmıştır. Vandallar, Geiserich idaresi altında Batı Roma İmparatorluğunun Afrika eyaletlerini istila ederek Kartaca‘yı ele geçirmiştir.Doğu Roma İmparatorluğu ise Sasanilerin Ermenistan‘ı istilası, Anadoluda ise Tzanilerin isyanlarıyla zor zamanlar geçirmektedir. Bizans’ın içinde bulunduğu durumun farkında olan Attila ve Bleda, Bizans ile aralarındaki antlaşma şartlarının değiştirilmesine karar vermiştir. Hun İmparatorluğuna ödenen haracın arttırılması için diplomatik müzakerelere gerek duyulmadığı, II. Theodosius’un karşı koyamayacağı bir saldırı sonucunda daha fazla ganimet elde edecekleri kararına varılmıştır. Saldırı gerekçesi olarak ise Doğu Roma İmparatorluğunun Margos Antlaşması’na uymaması ve Margos Piskopozunun Hun mezarlarını talan etmesi gösterilmiştir.
Hun orduları Attila ve Bleda önderliğinde, Tuna nehrini geçerek Viminacium (bugünkü Kostolac) şehrini yerle bir etmiştir. Margus kalesi önlerine gelindiğinde ise, Piskopos teslim olarak canının bağışlanması karşılığında, orduyu kaleye gizlice sokacağının teminatını verir. Attila ve Blade bu öneriyi kabul ederek Margus kalesini fetheder. II. Theodosius Hunlarla olan antlaşmaya sağdık kalacağı sözünü vermiş bu istila karşısında Sasani Şah’ı II. Yezdigirt ile antlaşma imzalayıp, Vandalların istilasına karşı deniz yoluyla Batı Roma İmparatorluğuna yardım amaçlı gönderdiği filoyu geri çağırtmıştır. Bu sefer sonucunda Doğu Roma İmparatorluğunun Hun ordularına karşı koyamayacağı anlaşılmıştır.
İkinci Balkan Seferi
443 yılına gelindiğinde Attila ve Bleda ordusunu yeni kuşatma araçlarıyla (koçbaşları, mancınıklar) donatarak Balkanların tamamına hakim olabilmek için orduyu dağıtmıştır. Naissus (Nis), Serdica (Sofya), Philippopolis (Filibe) ve Arcadiopolis (Lüleburgaz) şehirlerini sırayla harap edilmiştir. Fakat Attila ile Bleda’nın aralarında çıkan anlaşmazlıklar üzerine, Attila ağabey’i Bleda’yı 445 yılında öldürerek Hun İmparatorluğunun tek hakimi olmuştur. Bizans İmparatorluğunu kesin olarak itaati altına alabilmek için 446 yılında ordularını tekrar harekete geçiren Attila, Dacia Ripensis bölgesindeki (bugünkü Plevne) Utus Savaşında Arnegisclus komutasındaki Bizans ordularını imha etmiştir. Bu galibiyetten sonra ordusunun bir bölümünü Yunanistan‘a gönderen Attila, ana orduyla birlikteConstantinopolis‘e hareket etmiştir. Termopylae‘ye kadar birçok yeri tahrip eden Hunlar, geri dönerek Büyükçekmeceye kadar gelen ana Hun ordusuna katılmıştır.
Yenilgiyi kabul eden II. Theodosius, Attila ile yeni bir antlaşma yapmak için konsül Anatolius‘u Hun ordugahına göndermiştir. 447 yılında Hun İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu arasında yapılan Anotolyos Antlaşmasıyla;
- Doğu Roma İmparatorluğu, yıllık ödediği vergiyi 3 katına çıkartacak (700 pound altından 2.100 pound altına).
- Doğu Roma İmparatorluğu, bir defaya mahsus savaş tazminati ödeyecek (6.000 pound altın)
- Doğu Roma İmparatorluğu, Tuna nehrinin güneyinde asker bulundurmayacak.
- Doğu Roma İmparatorluğu, elindeki Hun esirleri iade edecek.
- Doğu Roma İmparatorluğu, kaçak adam başına 12 Solidus altın ödeyecek.
Priscus’un yazdıklarına göre; Hunlara ödenmek zorunda kalınan olağanüstü vergiler yüzünden, birçok asilzade varlıklarını kaybetmiş, halk isyan etmiş ve iktisadi düşüş yüzünden birçok insan açlıktan ölmüştür veya intihar etmiştir.[11]
Batı Roma (Galya) Seferi (451)
Batı Roma İmparatoru’nun kızıyla evlenen Attila, çeyiz olarak imparatorluk topraklarının yarısını isteyince, bunu kabul etmeyen Batı Roma’nın üzerine yürüdü. Katalon Ovası‘nda Attila, 100 bini Hun geri kalanı da Germen ve Slav kavimlerinden oluşan 200 bin kişilik bir ordu ile iken Roma ordusu da aynı bölgeye 200 bin kişilik ordu ile gelmişti. Hun düşmanı olan kavimlerin hepsi Flavius Aetius ordusunun safında birleşmişlerdi. 20 Haziran 451 günü dünyanın iki yarısı birbiri üzerine yüklendi. Katalon Savaşı yaklaşık 24 saat sürdü ve iki taraf da çok büyük büyük kayıplar verdi. Fakat akşam olduğunda dağılan Roma ordusu oldu. Roma’yı destekleyen Batı Got ordusu da kralları savaşta ölünce çekilmek zorunda kaldı. Attila Roma’nın asker deposu sayılan Galya’yı işgal etmiş, zamanın bilinen dünyasına yenilmezligini kabul ettirmişti.
İtalya Seferi (452)
450 yılında başlayan Galya seferi Katalon savaşıyla kapanmıştır. Constantinopolis‘de tutsak olan III. Valentinianus‘un kızkardeşi Honoria, Attila‘ya kendisini kurtarması için bir mektup ve kendisiyle evlenmesini için bir yüzük yollamıştır. İlk başta bunun bir aldatmaca olduğunu düşünen Attila, temkinli davranarak Ravenna’ya bir elçi heyeti gönderir. Honoria’nın serbest bırakılıp haklarının tanınmasını, aksi takdirde olayların daha kötü boyutlara ulaşacağının mesajını verir.[13] III. Valentinianus, Attila’nın bu isteğini reddederek elçileri geri gönderir, Honoria’yı da Roma’ya getirterek üst düzey bir valiyle evlendirir. İsteğinin reddedildiğini öğrenen Attila, 451 yılında ordularını tekrar toplayarak İtalya aleyhinde harekata başlamıştır. Katalon savaşında kesin bi zafer elde edemeyip saray entrikaları yüzünden Ravenna’da kalmak mecburiyetinde olan Flavius Aetius, vakit ve imkan bulup Hun İmparatoru’nun harekatıyla meşgul olamamamıştır. Bu sebeple Attila, İtalya yolunu bir kale-şehir olan Aquilia‘nın surları altına kadar kolayca katetmiştir.
Bu şehir, Batı Roma İmparatorluğu‘nun doğu sınırlarını savunmaya yarayan bir mevkiideydi. Şehir çok sağlamlaştırılmış, muhafızları Gotlardan oluşturulmuş tecrübeli askerlerdi ve komutanları ise Got PrensAntala idi. Hunlar tarafından kuşatılan şehir yaklaşık 3 ay boyunca direndi ve hiçbir zaman teslim olmayacakmış izlenimi doğurdu. Bu biçim uzun bir kuşatmaya fazla rastlamayan, Aquilia çevresindeki yerleşim yerlerini yağma etmiş olan Hun ordusu, yiyecek sıkıntısı yüzünden zor zamanlar geçiriyordu ve memnuniyetsizliklerini açıkça belirtmeye başladılar. Attila bu durumun yakın zamanda daha da sakıncalı bir duruma dönüşebileceğini düşünüyor, böyle kalabalık ve kuvvetli bir kaleyi gerisinde bırakıp ilerlemeyi de uygun bulmuyordu. Geri çekilmeyi de İmparatorluğu’nun karşısında, kendisinin aciz ve beceriksiz görülmesini kabul edememiştir. Böyle bir durum ve tereddüt içinde olan ve ne karar alacağını bilmeyen Attila, Jordanes‘in naklettiğine göre; bu sırada bir leylek sürüsünün Aquilia’yı bırakıp gitmekte olduğunu görür. Attila, askerlerini cesaretlendirmek için bu olaydan yararlanmayı fırsat bilerek askerlerine hitap eder “Üstün bir önsezişle yaratılmış olan bu kuş sürüsü, şehrin kendilerine güvenlik sağlamadığına kanaat getirerek yuvasını bırakıp gitmektedir. Bu kaleyi savunanların artık şehri savunacak kuvvetten ve imkandan mahrum olduğunun kesin bir işaretidir. Demek oluyorki, düşmanlarımız artık kuşatmamıza uzun zaman dayanamayacaktır.”[14]demiştir. Attila’nın bu sözleri askerleri üzerinde büyük bir etki yaratmıştır ve Hun askerleri, koçbaşları ve mancınıklarla artan bir heyecan ve şiddetle saldırıya geçmiştir. Surlarda açtıkları gedikten şehrin içine giren ordu, şehri yağma etmiş ve hiç kimseyi affetmeyerek öldürmüştür. Şehrin yağma edilişi bittikten sonra ise her taraftan verilen ateşle yakılmıştır. Böylelikle Batı Roma İmparatorluğu’nun en meşhur ve korunaklı şehirlerinden birisi haritadan silindiği gibi, İmparatorluğu doğu sınırında koruyan kapı da ortadan kalkmıştır.
Aquilia şehri düştükten sonra Attila ordusu ile birlikte İtalya’ya girmiş ve sıra ile Altinum, Padova, Vicenza, Verona, Brixia ve Bergamo gibi şehirleri harabeye çevirmiştir. Yalnızca Pavia ve Milan şehirleri razılıkla boyun eğip, değerli hediyeler karşılığında insanları ve evleri her türlü zarar ve ziyandan kurtulmuştur. Bu davranıştan anlaşılacağı üzere Hunların kendilerine yalnız başeğmeyenlere acımasız oldukları doğrulanmıştır.
Hunların yaptıkları tahribat, verdikleri zarar karşısında bütün İtalya’yı dehşet ve korku kaplamıştır. Flavius Aetius, İmparatorluğu yıkılmanın eşiğinden kurtarması için toplayabileceği bir ordu ile birlikte defalarca çağırılmıştır. Fakat savaş yorgunu ordusunda çok az asker kalmış olan Aetius, zafer ihtimali görmediğinden, Hunlarla savaşı kabul etmemiştir. Bizans İmparatoru Markianos‘dan da yardım talep edilmiştir. Fakat ne onun ne de Aetius’un askerlerini toplayıp yardıma gelebilmesi uzun bir zaman gerektirmektedir. Galya’ya yerleşmiş olan barbar kabileler de, Attila’dan çekindiklerinden federe sıfatıyla Roma İmparatorluğunu savunmak için asker göndermeyi reddetmiştir. Durum ümitsizdir ve İmparator III. Valentinianus Ravenna‘dan Roma‘ya kaçmış olmasına rağmen orada da kendini güvende hissetmemektedir. Bu şartlar altında İmparatorluğun kurtulmasını sağlamak için danışamanlarından bazıları İmparator’a, bir elçi heyetinin hazırlanıp çok değerli ganimetlerle birlikte Attila’ya gönderilmesini tavsiye etmiştir. Bu sayede övgü dolu sözler ve ganimetlerle birlikte Hun Hakanı’nın yatıştırılıp, İtalya’yı istila etmekten vazgeçirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu plan bir bakıma savaşma yanlısı olanlarca sakıncalı görünse bile; Milan ve Pavia da başeğerek ve ezikliği kabul ederek kurtulmuştu.
Roma elçiliğine; konsül ve en gözde senatörlerden biri olan Avienus, konsül ve vali Basileus ve Papa I. Leo seçilmiştir. Roma elçi heyeti Attila’yı Acroventus Mamboleius (bugünkü Peschiera del Garda) denilen yerde bulmuştur. Hun ordusu, Mincio Irmağı kenarında ihtiyar papayı parlak dini elbise giymiş ve silahsız görünce şaşırmıştır. Piskopoz ve Aziz III. Sixtus‘un halefi, Gök Tanrısı adına Attila’dan, Roma’yı bağışlayıp, cemaatini barış içinde bırakmasını talep etmiştir. Aralarında geçen diyalog sırasında Attila, Papa’ya su sözleri söylemiştir:
“Siz şaşırmışsınız. Tanrı’nın oğlu mu olur? O tektir.”
Papanın kullanmış olduğu hitap ve İmparator III. Valentinianus‘un hediye olarak gönderdiği paha biçilemeyecek değerde ganimetler, Attila’nın İtalya’yı işgal etmekten vazgeçirten sebepler olmuştur. Daha sonra Attila’nın, bu ganimetlerin bir kısmını Hun himayesindeki evlenen genç kızlara çeyiz olarak hediye verdiğine dair belgeler vardır. Bazı kaynaklar ise bu seferin o sırada İtalya’yı kırmakta olan veba salgını nedeniyle yarım kaldığını öne sürer.
Kuzay İtalya’dan topladıkları ganimet ve Roma’dan gönderilen altınlar, sefer sırasında orduda patlak veren ufak çaplı memnuniyetsizliğin karşılığı olmuştur. İtalya bu seferde kurtulmuştu; fakat Hun ordusu sapasağlamdı, yeni bir saldırı ve istila tehlikesi şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da dehşet ve ihtişamını koruyordu. Attila İtalya’yı bırakıp gitmeden önce, Honoria kendisine gönderilmez ve düğün hediyesi olarak yaklaşık 500.000 Solidus altın verilmezse, İtalya’ya tekrar döneceğini, bu sefer daha acımasız davranacağı tehdidinde bulundu. İsteği yerine getirilen Attila, payitahtına dönüşü sırasında, Konstantinopolis‘e gönderdiği elçiler aracılığıyla, Bizans‘dan II. Theodosius zamanından kendisine borçlu kaldıkları haracı göndermelerini istemiştir. İmparator Markianos tekrar kuşatılma tehlikesiyle yüzyüze olduğunu bildiği için elçileri yüklü miktarda altınla Hun İmparatorluğu’nun merkezine göndermiştir.
Yıkılışı
Son seferinden kısa süre sonra 453‘de Attila öldü ve tahtına en büyük oğlu İlek geçti. Ancak diğer oğulları Dengizek ve İrnek taht kavgasına girdiler. Çıkan karışıklığı fırsat bilen bazı kabileler birlikten ayrıldı ve devlet dağılma sürecine girdi. Attila’nın ölümünden bir yıl sonra Hunlar Nedao Muharebesi‘nde yenildi. İlek’in yerine tahta geçen Dengizik de 469‘da öldü ve bu tarih bazı kaynaklarda Hun İmparatorluğu’nun sonu olarak kabul edilir. Attila’nın en küçük oğlu İrnek bir kısım Hun kütlesiyle doğuya doğru göç etti. Karadeniz’in kuzeyindeki Türk kitleleriyle karışan bu kitle bugünkü Bulgarların ataları olduğu ve “Bulgar” kelimesinin “bulgalanmak = bulanmak = karışmak” kelimelerinden “bulanan” yani karışan anlamında türediği kabul edilir.[15]
Hun İmparatorları
- Kama Tarkan (352– ?)
- Balamber, (Balamir) (? – 375)
- Alypbi (Baltazar) (378– 386)
- Alypbi ve Muncuk (386– 390)
- Muncuk ve Uldız(390 – 408)
- Uldız(408 – 411)
- Karaton (412– 422)
- Oktar(425 – 430)
- Rua(432 – 434)
- Attilave Bleda (434 – 445)
- Attila(445 – 453)
- İlek(453 – 455)
- Tuldila (455–457)
- Dengizik (458– 469)
- İrnek (469– 503)
Yukarıdaki yazı https://tr.wikipedia.org/wiki/Hun_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu’ den derlenmiştir.
KAYNAKLAR
- “Ankara’nın Başkent Oluşunun 89. Yılı Kutlu Olsun”(WMV). org.tr. 2012. 19 Nisan 2013 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 16 Ocak 2013.
- http://www.e-tarih.org/sayfa.php?sayfa=3549.24283.0.0.0.php
- http://tarihe-gecenler.tr.gg/avrupa-hun-imparatorlu%26%23287%3Bu-.htm
- Balaban, Ayhan. İskit, Hun ve Göktürklerde Sosyal ve Ekonomik Hayat. T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Çağ Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi. 2006. URL:http://fef.kafkas.edu.tr/sosyb/tde/halk_bilimi/makaleler/kultur_med/kultur_med%20(20).pdf. Erişim tarihi: 11.12.2011. (Archived by WebCite® athttp://www.webcitation.org/63rPeTJL1)
- Otto Maenchen-Helfen, The world of the Huns: studies in their history and culture, University of California Press, 1973, s. 441.
- David ChristianA history of Russia, Central Asia, and Mongolia, Wiley-Blackwell,ISBN 978-0-631-20814-3, p. 248. So there were probably many Turkic speakers within the Hephthalite and Hunnic confederations. From at least the time of Attila, we know that there were Turkic-speaking tribes in the Pontic steppes. These belonged to the ‘Oghur’ grouping, whitch probably migrated westwards from the Ting-ling/T’ieh-le tribes based north of Mongolia and in the Irtysh valley.
- “Huns”,Columbia Encyclopedia, Sixth Edition (Online), Columbia University Press.
- Doğan İ., Macar Ulusal Kimliğinin Oluşumunda Türk Etkisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi. 47, 2 (2007) 1-12 URL:http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/920/11474.pdf Erişim tarihi: 18.10.2011
- Recep Şükrü Apuhan, Türklerin Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, Mart 2008, s.17
- Dr.Pierre Chuvin, İlk ilişkiler, Efsaneler dünyasından bir akrabalık, Popüler Tarih Dergisi, Ekim 2006Fransa Büyükelçiliği
- [Priscus, Bizans Tarihi (cilt 1) ]
- Avrupa Hun İmparatorluğu önbilgisi.
- [Stewart Oost, Galla Placidia Augusta , s. 284]
- [Jordanes, Gotlar Kökenleri ve Tarihi]
- http://www.tarihsayfasi.com/medeniyetler-tarihi/turk-devletlerinin-tarihleri.html
http://www.e-tarih.org/sayfa.php?sayfa=3549.24283.0.0.0.php’ den alınan alttaki yazı da değerli bilgiler içermektedir.
Avrupa Hun İmparatorluğu
Kimlikleri hakkında 200 yıldan beri türlü tahminler yürütülen ve bazı bilginler tarafından Moğol (K. Shiratory, Asya Hunlarını Moğol saydığı için), Türk-Moğol karışımı (P. Pelliot, R. Grousset), Türk-Moğol-Mançu karıçımı (L. Cahun vb.), Fin-Ugor (Klaproth, K. F. Neumann vb.) oldukları veya doğrudan doğruya îslav menşeinden geldikleri (Venelin, îlovayski, Zabelin, înostrantsev), yahut Germen soyuna mensup bulundukları (Müllen-hoff, A. Fick, R. Much, J. Hoops), veya Kafkas kavimlerinden bir kol teçkil ettikleri (L.Jeliç, Gy. Meszaros) ileri sürülen Batı Hunlannın Asya Hunlarının torunları oldukları son zamanlardaki araştırmalarla daha da açıklık kazanmıştır. Bu hususta birçok tarihî, coğrafî, linguistique ve kültürel deliller gösterilmiştir: Coğrafyacı Strabon (ölm. 25) Hunların Grek -Baktria krallığının doğusunda olduklarını söylerken, tarihçi Plinius (ölm. 125) adı geçen krallığın Hunlar tarafından yıkıldığını kaydeder ki, bu Hunlar’ı Çin kaynakları Hiung-nu olarak tanıtmıştır. Orosius (1. asrın sonları) ve Ptolemaios (M.Ö. 160-170) haritalannda “Hun”ların oturduklan bölgeler Çin kaynaklarında Hiung-nulann toprakları olarak belirtilmiştir. Batı Hunlarının Asya Hunlarından geldikleri hakkında kuvvetli bir delil de Fr. Hirth tarafından ortaya konmuştur. Buna göre, 355-365 yıllarında Alan ülkesinin (Hazar-Aral arası) istila edilmesi münasebeti ile Çin kaynakları (Wei-shu) bu memleketin Hiung-nular tarafından zapt olunduğunu kaydederken, o devir Latin yazan A. Marcellinus (4. asır sonu) fethin Hunlar tarafından yapıldığını belirtmiştir. Aynı hadise üzerinde birbirini doğrulayan bir Uzak-doğu ve bir Batı kaynağının tesbit ettiği Hiung-nu=Hun aynîliği, Çin’de, Hun başbuğu Liu Yüan sülalesi (304-329) tarafından Lo-Yang’ın zaptında (311) esir düşen Sogdlu tacirlerden bahseden, Çin Tabgaç hüküm-darı Kao-çung (452-465)’a yazılmış Sogd dilinde bir metin ile de ayrıca teyidedilmektedir.
Geniş Hun imparatorluğu topraklannda başta Gotça olmak üzere çeşitli Germen lehçeleri, îslav, îranî ve Fin-Ugor dilleri, Latince ve Grekçe konuçulmakta idi. Kaynaklarımızda Hunlardan kalma dil yadigarlarından bir kısmının bu yabancı dillere ait olması tabiî görülebileceği gibi, hatta Hun hükümdar ailesinden veya yakın akrabalanndan bazılannın adlannın bilhassa Gotlarla çok sıkı münasebet dolayısıyle Gotça’dan gelmiş olmasıda mümkündür. Fakat hükümdar sülalesinin soyca Türk olduğunda ve Hun kütlesinin Türkçe konuşiuğunda şüphe yoktur . Hükümdar ailesinde tesbit edilen adlar şöyledir: Karaton (kara don = siyah renkte elbise. Veya Ka-ra-tun /güçlü soy/: , Muncuk (boncuk, aynı zamanda “bayrak” manasında, Attila’nın babası), Attila, îlek, Dengizik (=dengiz = deniz’den), îrnek (Attila’nın üç oğlu), Aybars, Oktar (Attila’nın amcaları), Arıkan (Arıghan). Tanınmış kimseler: Basık, Kursık,Atakam, Eşkam. Topluluk: Akatir, Şar (Sarı = ak) – Ogur. Ayrıca, kımız Hatta Dura-Europos (Fırat nehrinin orta mecraında Suriye-Irak sınırına ya-kın yerde buluntu yeri)’da ele geçen M. 3. yüzyıl ortalarından kalma Parth ve Parsî dilindeki kitabede Güney Kafkasya’daki Hunlann Erk Kapgan, Topçak, Tarkan-beg, Kubrat, Kurtak gibi Türkçe adlar taşıdıkları ileri sürülmekte ve Batı Hun hükümdar ailesinin Asya tanhularından indiklerini tespit bile mümkün görülmektedir.
Hunlar 4. asnn ortalarında Alan ülkesini ele geçirdikten sonra, 374’de îtil (Volga) kıyılarında göründüler. O tarihlerde Karadeniz kuzeyindeki düzlükler bir Germen kavmi olan Got’ların işgali altında idi. Don-Dinyeper nehirleri arasında Doğu Got’ları (Ostrogot), onun batısında Batı Got’lan (Vizigot) bulunuyordu. Daha batıda Transilvanya ve Galiçya’da Gepid’ler, bugünkü Macaristan’da Tisza nehri havalisinde Vandal’lar vardı. Bu dört Germen kavmi dışında aynı bölgede îranlı ve îslav kütleler, daha başka küçük Germen topluluklan da yaşıyordu. Hun başbuğu Balamır (veya Balamber)’ın idaresindeki büyük taarruz önce Doğu Got’larına çarptı ve bu devleti yıktı (374), kral Ermanarikh intihar etti. Yerine geçen Hunimund. Hunlar tarafından “tayin” edilmişti. “Hayret edilecek bir hareket kabiliyeti ve geliş-miş bir süvari taktiği ile” devam eden Hun taarruzu’^’nun Dinyeper kenarında vurduğu ağır darbe Batı Got’larını da çökertti ve kral Atanarikh, kalabalık Vizigot kütleleri ile batıya doğru kaçtı (375). Böylece Hun askerî gücü-nün harekete geçirdiği ve çeşitli kavimlerin birbirlerini yerlerinden atarak, topraklanndan çıkararak, Roma imparatorluğunun kuzey eyaletlerini alt-üst ederek ta îspanya’ya kadar uzanmak suretiyle Avrupa’nın ethnique çehresini değiştiren tarihî “Kavimler Göçü” başlamış oldu. Anî ve şiddetli Hun darbelerinin, beklenmedik mahallerde görünen Hun akıncı müfrezelerinin Doğu Avrupa kavimleri arasında uyandırdığı dehşet, Batı dünyasında korkunç akisler yaratmıç, Hunlar aleyhine, çoğu Latin ve Grek kaynaklarında kayıtlı, inanılmaz rivayet ve hikayelerin çıkmasına ve yayılmasına sebep olmuştur. Hunlar Gotlardan, Alanlardan ve Germen Taifallardan teşkil ettikleri yardımcı kuvvetlerle takviyeli olarak ilk defa 378 baharında Tuna’yı geçtiler ve Romalılardan mukavemet görmeksizin Trakya’ya kadar ilerlediler. Ancak Roma topraklarında görünen bu kuvvetler keşif vazifesini yapan öncülerdi. Nitekim aynı tarihlerde bugünkü Macaristan ovalarına kadar akınlar tertiplenmişti Hunlardan korkan, bugünkü Avusturya arazisindeki Markomanlarla Kuadlar Roma topraklarına geçmeye hazırlanırken, îran asıllı Sarmatlar sınırları (“limes”) aşıp Roma imparatorluğu’na giriyor, önce Transilvanya’da duraklamış olan Batı Gotlan da Roma hudutlarını geçiyorlardı (381). Diğer taraftan bir kısım Germen menşeli kütlelerle îranlı Baştarnalar Pan-nonia (Batı Macaristan)’dan Alplere doğru sarkarak îtalya’yı tehdide başlamışlardı.
Hunlar Roma İmparatoru Theodosios I’in ölüm yılı olan 395’te yeniden harekete geçtiler. Bu hareket iki cepheli idi: Hunlardan bir kısım Balkanlar’dan Trakya’ya ilerlerken, daha büyük sayıda diğer bir kısım Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya yöneltilmişti. Hun devletinin Don nehri havalisindeki “doğu kanadı” tarafından tertiplenen Anadolu akını, Basık ve Kursık adlı iki başbuğun idaresinde idi. Romalıları olduğu kadar Sasanî imparatorluğunu da telaşa düşüren bu akında Hun süvarileri Erzurum bölgesinden itibaren Karasu, Fırat vadilerini takiben Melitene (Malatya)’ye ve Kilikia (Çukurova)’ya ilerlemişler, bölgenin en tahkimli kaleleri olan Edessa (Urfa) ve An-takya’yı bir müddet kuçattıktan sonra, Suriye’ye inerek Tyros (Sür)’u baskı altına almıçlar, oradan Kudüs’e yönelmişlerdi. Çok sür’atli cereyan eden bu harekattan korkuya kapıldıkları için Hunlara dair acaip hikayeler uyduran kilise adamlarının dehşet dolu gözleri önünde, akıncılar sonbahara doğru, kuzeye çark ederek Orta Anadolu’ya, Kappadokia Galatia (Kayseri-Ankara ve havalisi)’ya ulaştılar ve oradan Azerbaycan-Bakü yolu ile kuzeye, merkezlerine döndüler (395-396). Bu, Türkler’in Anadolu’da, tarihîkayıtlarla sabit ilk görünüşleri olmalıdır. 398’de daha küçük çapta tekrarlanan bu akınlar karşısında Doğu Roma’nın genç imparatoru Arkadius hiçbir ciddî tedbir alamamıştı.
Batıda Hun baskısı, 400 yılına doğru, başbuğ Uldız kumandasında iyice hissedildi. Balamır’ın oğlu veya torunu olduğu sanılan Uldız, Attila’nın son yıllarına kadar takip edilecek Hun dış siyasetinin esaslarını tesbit etmişti ki, buna göre, Doğu Roma, yani Bizans daima baskı altında tutulacak, Batı Roma ile iyi münasebetler devam ettirilecekti. Çünkü Bizans’ın Hun nüfü-zuna alınması ilk hedefi teşkil ediyor, buna karçılık, Batı Roma topraklarına tecavüz ederek huzursuzluk çıkaran “barbar” kavimler aynı zamanda Hunların da düşmanları olduklan için, Batı Roma ile müşterek hareket gerekiyordu. Nitekim Uldız’ın Tuna’da görünmesi ile Kavimler Göçü’nün 2. büyük dalgası başlamış, Asding Vandalları, Hunlardan kaçan Vizigotlar îtalya’da görünmüşlerdi. Alarikh’in idaresindeki bu Got tehlikesi Romalı kumandan Stilikho tarafından güçlükle önlendi (Nisan 402). Fakat daha korkunç bir barbar belirdi ki, bu da, Hun korkusu ile yerlerini terk etmiş olan Vandal’ları, Sueb’leri, Kuad’ları, Burgond’ları, Sakson’ları, Alaman’ları vb. kendi demir yumruğu altında birleştirmiş olarak Roma üzerine atılan Radagais idi. îtalya’da müthiş tahribat yapıyor, Roma’yı yeryüzünden kaldıracağmı ilan ediyordu. Stilikho’nun bile Pavia savaçında durdurmağa muvaffak olamadığı bu barbar şef, ancak Türkler karşısında mahküm oldu. Büyük Feasu-lae (= Fiesole, Floransa’nın güneyinde) muharebesinde bizzat Uldız’ın kumanda ettiği, Romalı kuvvetlerle takviyeli Hun ordusu tarafından mağlüp edilen Radagais yakalandı ve idam edildi (Ağustos 406). Bu zaferi ile Uldız Roma’yı kurtarmış oldu.O aynı zamanda Hun kudretinden bir kere daha ürken Vandal, Alan, Sueb, Sarmat, Kelt vb. kütlelerini Ren nehri ötesine, Galya’ya gitmeğe zorlamakla, Hunların batıya yönelik yolları üzerindeki engelleri kaldırmış, buralarda Hun kuvvetlerinin serbest hareketlerine imkan hazırlamıştı.
Sınırları Asya’da Aral gölünün doğusuna kadar uzandığı anlaşılan Hun imparatorluğunun “batı kanadı” kralı (= elig, bk. aş. Kültür: Hükümdar) olduğu tahmin edilen Uldız 404-405 yıllarında ve bilhassa 409 yılında Tuna’yı geçerek, nehrin güneyinde bazı köprü başlarını tutmak suretiyle Bizans’a Hun tehdidinin eksilmediğini göstermiş ve Grek kaynaklarına göre (Sozomenos, Codex Theodosianos vb.), kendisi ile barış müzakeresi için gönderilen Trakya umumî valisi (magister militum)’ne “Güneş’in battıgı yere kadar her yeri zaptedebilirim” diyerek meydan okumuştu. Uldız’ın ölümü (410 sıraları)’nden sonra Hun imparatorluğunun başında Karaton bulunuyordu. Bunun hakkında bildiğimiz sadece 412 yılında Bizans elçisi Olympiodoros’un onun yanına gitmiş olduğudur138. Karaton daha çok doğu işleri ile uğraşmış görünmektedir. 422’ye kadar Hunlar hakkında bilgi verilmediğinden o kanattaki meşguliyetin on sene kadar sürdüğü tahmin edilmektedir. 422 yılı Avrupa Hunları tarihinde yeni bir devrin başlangıcı gibidir. Bu sene-de Hun hükümdar ailesine mensup dört kardeşten (Rua, Muncuk, Aybars, Oktar) biri olan Rııa, imparatorluk makamını işgal ediyor, Muncuk (Attila’nın babası) erken öldüğü için, diğer iki kardeş “kanat elig’leri” durumunda bulunuyorlardı. Siyasette Uldız’ın izinde yürüyen Rua, Bizans’ın, Hun ordusunu isyana teşvik etmek ve tabi kavimleri Hun’lardan ayırmak maksadı ile Hun topraklarında faaliyete geçirdiği casusluk şebekesini ve propagandacıları ileri sürerek tertiplediği Balkan seferinde (422), mukavemet göstermeyen Bizans’ı yıllık vergiye bağladı: 350 libre altın (25,200 solidus) İmparator Theodosios II. (408-450)’nin, 423’te henüz 4 yaşında iken Batı Roma imparatoru ilan edilen Valentinianus III. karçısında Roma’ya sa-hip olmak iddiası ile îtalya’ya ordu ve donanma sevk etmesi Batı Roma’yı Hunlara daha çok yaklaştırdı. Roma Senatosu’nun da küçük imparatorun yerine 1. “Notarius” (devlet baş müsteşarı) Johannes’i seçmesi üzerine o sırada 35 yaşında bulunan ünlü asilzade F. Aetius (Aesius), yardım sağlamak için Rua’nın yanına geldi. Hun imparatoru 60 bin süvari başında îtalya’ya yöneldi. Savaşa girmeden kuvvetlerini çeken Bizans’tan ağırca bir harp tazminatı alındı. İleride Attila ile hesaplaşacak olan Aetius gençlik çağının Roma tahtı içlerine karışmaktan doğan buhranlı anlannı Hun yardımı ile atlatmış, “magister militum” iken “konsül”lüğe yükseldiği 432 yılında Afrika’da Vandal kralı Geiserikh ile mücadele eden rakibi Bonifacius karşısında, canını Rua’ya sığınmak suretiyle kurtarmış, imparator Valentinianus’un annesi Placidia da Hun kuvvetlerinin îtalya’ya yönelmesi üzerine Aetius ile uzlaşmağa mecbur olmuştu.
Bütün bunlar Rua’nın kuvvetli şahsiyeti ile Hun devletinin her iki Roma’nın iç ve dış siyasetlerine yön verdiğini göstermekte idi. Artık Hunlara tabi “barbar” kavimlerin Roma’ya güvenerek herhangi bir harekete kalkışmaları bahis konusu değildi. Ancak, Bizans tarihçisi Priskos’un ifadesi ile “Rua’dan barışı yılda 350 libre altınla satın almış olan Theodosios II” yine de, Hun idaresinde yaşayan yabancıları gizlice kışkırtmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple Rua o zamana kadar mutad olan, Bizanslıların Hun imparatorluğundaki yabancılardan ücretli asker toplama faaliyetlerini ve Bizanslı tacirlerin Hun topraklarında ticaret yapmalarını yasak etti. Ülkesi dahilinde hiçbir Grek serbest dolaçamayacak ve ticaret belirli sınır kasabalarında yapılacaktı. Bu arada Rua, bir müddet önce Bizans’a sığınmış olan Hun ileri gelenlerinden Mama ile Atakam’ın oğullarının ve diğer Hun kaçaklarının iadesini istedi. Theodosios II. süratle andlaşma yolu bulmak ümidi ile elçilik hey’etini Hun başkentine göndermeğe karar verdi. Fakat o sırada Rua öldü (434 bahan). Bizans kudretli bir düşmandan kurtulduğu için seviniyor, piskopos Proculos, vaazlarında Tanrı’nın, dindar împarator Theodosios’un dualarını kabul ederek Bizans üzerinden bir tehlikeyi kaldırdığını söylüyordu Fakat Hun sınırlarına gelen Bizans elçilik hey’eti Rua’yı da gölgede bırakan bir başbuğ ile karşılaştı: Attila (Etil). Hunların başına geçtiği zaman 39-40 yaşlarında olan Attila, babası Muncuk erken öldüğü için, amcası Rua’nın yanında yetişmiş, onunla birlikte seferlere katılmış, çeşitli kavimleri yakından tanımak imkanını bulmuş, devlet idaresini ve Hun iç ve dış siyasetinin esaslarını öğrenmişti. Memleketi büyük kardeşi Bleda (sonraları Macarlar tarafından Buda diye amlmıştır) ile birlikte devralmıçlardı. Fakat kaynaklarda açıklandığına göre, eğlenceden hoşlanan, enerjisi kıt Buda, ikinci planda kalarak, devleti ciddî bir hükümdar vasfını taşıyan kardeşine bırakmıçtı. Ordu ve dış ilişkilerin düzenlenmesi Attila’nın elinde idi. Amcaları Aybars (doğu kanadı elig’i) ve Oktar (batı ka-nadı elig’i), Rua zamanındaki yerlerini muhafaza ediyorlardı. Aralarında iddia edildiği gibi bir rekabet bahis konusu olmadıktan başka, Bleda da “ikti-dar hırsı ile yanan” Attila tarafından ortadan kaldırılmış değildi. Attila’nın yardımcısı sıfatı ile 11 yıl Hun imparatorluğunun idaresine katılan Bleda 445’te eceli ile ölmüştür.
434 yılı baharında Hun sınırlarına gelen Bizans elçilerini Attila, Tuna ile Morava nehrinin birleştiği yerdeki Bizans Margos (bugünkü Dubravica) kalesinin tam karşısında- Tuna’nın kuzey kıyısında- bulunan Konstantia surları önünde, at üzerinde karşıladı ve dinlenmelerine dahi izin vermediği elçilerin biri konsül-general, diğeri seçkin bir diplomat olan temsilcilerine, ta-leplerini, barış şartlan olarak yazdırdı. Konstantia Barışı (veya Margos Barışı) diye anılan bu andlaşmanın başlıca maddelerine göre, Bizans bundan böyle Hunlara bağlı kavimlerle müzakerelere, ittifaklara girişmeyecek, Hunlardan kaçanlara esir alınmış Bizans teb’ası dahil sığınma hakkı tanımayacak, Bizans elinde bulunanlar iade edilecek (Grek asılh olanlar için fidye verilebilecek), ticarî münasebetler yine belirli sınır kasabalarında devam edecek ve Bizans’ın ödemeyi taahhüt ettiği yıllık vergi iki katına (700 libre altın veya 50, 400 solidus) çıkanlacaktı.
Theodosios II’nin aynen kabul ettiği bu anlaşmanın hükümleri icabı olarak, Hunlara iade edilen kaçakları Attila, daha Bizans ülkesi içinde, Trakya’da Karsus (Bulgaristan’da Hirsovo) kalesinde astırdı. Bu durum Hunlar arasında olduğu kadar Bizans’ta, Roma’da ve diğer kavimler arasın-da Attila adının dehşet saçan bir otoritenin timsali haline gelmesine yardım etti. Bundan sonra Attila, imparatorluğun doğu bölgelerinde, at üzerinde, aylarca süren bir teftiş gezisi yaparak, îtil (Volga) kıyılarındaki Şaragur (Ak-Ogur)’ların ayaklanma teçebbüsünü bastırdı (435). Batı kanadının ağırlık merkezi Tuna etrafında, doğu kanadının ağırlık merkezi Dinyeper havalisinde olduğu tahmin edilen bu tarihlerde Hun imparatorluğunda, kaynaklardan (Priskos, Jordanes, P. Diaconus, J. Honorius vb.) takip edilebildiği kadar, başlıca şu topluluklar yer almışlardı:
- Germenler (doğudan batıya): Doğu Got, Gepid, Turciling, Sueb, Markoman, Kuad, Herul, Rugi, Skir.
- îslavlar (Orta ve Batı Rusya’da): Veneda, Ant, Sklaven.
- îranlılar (Kafkaslar’dan Tuna’ya kadar, dağınık halde): Alan, Sarmat, Baştarna, Neur, Roxolan.
- Fin-Ugorlar (Ural’dan Baltık’a kadar): Çeremis, Mordvin, Merya, Veşi, Çud, Est, Vidivari.
- Türkler: împaratorluğun her tarafına yayılmış olarak Hunlar, Karadeniz kuzeyi düzlüklerinde Volga’ya kadar Beş-ogur, Altı-ogur, On-ogur, Şaragur, Azak’ın batısında Akatir . Volga’nın doğusunda Sabar ve başka Türk kütlelerdi.
Sayıları 45’e varan ve çeçitli dil ve soydan olan bu kavimler yalnız siyasî yönden bir birlik teçkil etmekte, yabancı kavim veya zümreler ancak reisleri, şefleri ve kralları vasıtası ile devlete bağlı bulunmakta idiler. Hun imparatorluğu dahilinde sükünet vardı. 442 yılında, Hun devlet meclisi başkanı ve başbakan olan Onegesios ile Attila’nın büyük oğlıı îlek idaresindeki Hun orduları tarafından bastırılan Akatir isyanı dışında bu sükünet bozulmamıçtı. Halbuki Roma imparatorlu-ğunda, Kavimler Göçü dolayısiyle hareket halinde olan kavimlerin geçiş yolları üzerinde geniş ölçüde tahribat yapmaları, yerli halkın mahsülatını zorla ellerinden almaları vb. yüzünden patlak veren ve genişleyen köylü (Bagaudlar) isyanlan nizam ve asayişi iyice sarsmış, buna karşı Roma, Aetius vasıtası ile bir kere daha Hunlara müracaat zorunda kalmıştı. îki yıl kadar süren müdahale sonunda, Attila’nın gönderdiği Hun müfrezelerinin yardımı ile isyancı elebaşılar Aetius tarafından ortadan kaldınldı ise de bu defa da, Kral Gundikar idaresinde bugünkü Belçika bölgesine saldıran Burgondlarla savaşmağa mecbur olundu. Bilhassa Necker nehri boyunca cereyan eden muharebelerde Hun ordusuna batı kanadı elig’i Oktar kumanda edi-yordu ki, rivayete göre, Kral Gundikar dahil 20 bin Burgond’un öldüğü bu Hun-Burgond mücadelesi Almanların meşhur “Nibelungen” destanlarına konu teçkil etmiştir. Bütün “Germania”nın Hunlar tarafından zaptını tamamlayan bu savaşlar neticesinde, 436’yı takip eden yıllarda, şu kavimlerin de Türk idaresine alındığı anlaşılmaktadır: Burgondlar, Bayavurlar, Yuthanglar, aşağı Ren sahasındaki Franklar, Türingler, Longobardlar Hun hakimiyetinin “Okyanus adaları”na, yani Kuzey Denizi ve Manş kıyılanna ulaştığı, hadiselere çağdaş tarihçi Priskos tarafından bildirilmiştir.
440’dan itibaren Attila Bizans’a karşı baskıyı artırdı. Çünkü Theodosios II, Konstantia andlaçmasının hükümlerine aykırı olarak, Hunlardan kaçanları iadede ağır davranıyor, hatta bunlardan bazılarını yüksek makamlara getiriyordu. Mesela Got menşeli Arnegisclus’u “general” rütbesi ile Trakya’da Hun sınırında vazifelendirmişti. Müşterek pazar yerlerinde Grek tacirleri Hunları aldatıyorlardı. Margos piskoposu, Konstantia civannda, kıymetli madenlerden yapılmış silahlan ve ziynet eşyası ile birlikte gömülen Hun büyüklerinin mezarlarını soymuş bu davranış Hunları infiale sevk etmişti. Nihayet Bizans, yukarıda geçen Akatirler isyanında tahrikçi rol oynamıştı. Diğer taraftan Kuzey Afrika Vandal kralı Geiserikh, Akdeniz’deki harekatını engelleyen Bizans’a karşı Attila’dan yardım istemişti. Bu sebeplerle Attila’nın idaresinde olarak, Margos’un zaptı ile başlayan 1. Balkan seferi (441-442), Singidunum (Belgrad) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya’ya doğru gelişirken, Batı Roma’nın aracılığı neticesinde hızını kesti. Roma orduları başkumandanı Aetius, bundan böyle Theodosios’un andlaşma şartlarına riayet edeceğini garantilemek üzere kendi oğlu Karpilio’yu Hun sarayına rehine olarak göndermişti. Bu sefer sonunda Tuna boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırılmıç, Balkanlar’da Hunlara karşı durabilecek mukavemet yuvaları kaldırılmıştı.
445’te Bleda’nın ölümü üzerine tek baçına Hun imparatoru olan Attila, iktidarının çahikasına yükselmekte idi. Batı Asya ile Orta Avrupa’ya hakimdi. Her iki Roma’nın durumları meydanda idi. Attila’ya karşı koyabilecek bir kuvvetin kalmayışı, bir psikolojik belirti olarak, “savaş tannsı Ares’ın kılıcını Attila’nın ellerine verdi. Priskos’a göre, uzun zamandan beri kayıp olan bu kutlu kılıç bir Hun çobanı tarafından bulunarak Attila’ya getirilmişti. Artık dünyanm fethi yakındı, zira Ares’in kılıcı vasıtası ile yeryüzüne hükmetme yetkisinin Tanrı tarafından Attila’ya tevdi edildiğine inanılıyordu.
Bu duruma ilaveten Bizans’ın kaçakları geri vermekten çekinmesi, yıllık vergiyi ödemede isteksizliği 2. Balkan seferinin açılmasına sebep oldu (447). Attila’nın idaresi altında birkaç noktadan Tuna’yı geçen Hun ordusu, iki koldan ilerleyerek kaleleri, Sardika (Sofya), Philippopolis (Filibe), Marki-anopolis (Preslav), Arkadiopolis (Lüleburgaz) müstahkem mevkî ve şehirlerini zapt ede ede ve Tesalya’da Termopil’e kadar geniş bir daire çizdikten sonra, Bizans başkentini kuşatmak üzere Athyra (Büyük Çekmece)’ya ulaştı. Orada, barış yapmak için Theodosios’un sür’atle gönderdiği magister ve patricius Anatolios, Attila tarafından kabul edildi ve anlaşmaya varıldı (Anatolios Barışı). Buna göre, Tuna’nın güneyinde beş günlük mesafedeki yerler askerden arındırılacak, buralardaki pazarlar yerine, artık bir Hun sınır şehri haline gelen Naissus(Niş)’da ortak pazar kurulacak ,Bizans, harp tazminatı olarak 6000 libre altın ödeyecekti. Ayrıca yıllık vergi üç katına (2100 libre altın veya aş. yk. 150.000 solidus) çıkarılmıştı.
Bizans bakımından en ağır şart yıllık vergi idi. Her sene bu kadar altın tedarik edilmesi imparatorluğun takatini aşıyordu. Şaçırdığı anlaşılan Theodosios, sarayındaki ileri gelenlerin de tavsiyesi ile, garip bir kurtuluş yolu buldu: Bir suikast ile Attila’yı ortadan kaldırmayı planladı. Başında Edekon (umümîyetle kabul edildiğine göre, Skir Germenlerinin şefi. Fakat A. Vambery’ye göre Türk. Adın aslı Edikkün) ve Orestes (Pannonia’lı bir Romalı)’in bulunduğu Hun elçilik heyeti ile birlikte Bizans başkentinden Attila’nın devlet merkezine, yani Orta Macaristan’a doğru yola çıkan, tanınmış hukuk bilgini Maximinos başkanlığındaki heyette, seyahat notları, başta Attila ve çağı olmak iizere 5. asır Avrupa Türk tarihini ayrıntılı şekilde öğrenmemize yardım eden katip Priskos da dahil bulunuyordıı. Suikastı gerçekleştirmekle vazifeli Bigila’nın da katıldığı heyet 448 yılı yazında Hun başkentine (yeri belirlenememiştir) geldiğinde, durumdan Edekon vasıtası ile haberdar olan Attila, yaptığı alenî sorguda Bigila’ya maksat ve faaliyetlerini itiraf ettirdi. Bizanslıların hiçbirine dokunmadı, fakat Theodosios’a hitaben yazdığı şu mesajı husüsî elçi ile imparatora yolladı: “Theodosios, Altila gibi, asîl bir bahanın ogludıır. Altila, babası Mııncuk’tan aldığı asaleti mııfıafaza etmiş, fakat Theodosios Attila’nın haraçgüzarı olmakla köle durumuna düşmüftür. Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamıştır, çünkü efendisi olan Attila’nın canına kıymak istemiştir . Attila’yı teskin etmek üzere Bizans’ tan, derhal, yukarıda adı geçen Anatolios ile magister ve kançılar Nomos baçkanlığında ikincj bir heyet yola çıkarıldı. Bu elçiler Hun başkentinde Attila’yı, tahminler hilafına, sakin ve yumuşak buldular. Zira Hun dış siyaseti değişmekte idi: împarator Theodosios’un şahsında Bizans’ı tamamen kendi iradesine bağlı kabul eden Attila, artık Batı Roma’ya yönelme zamanının yaklaştığı kanaatine varmış bulunuyordu.
Batı Roma’ya esasen son mühim askerî destek 439 yılında yapılmış, ondan sonra yardımlar tedricen kesilmişti. Batı Roma, Hun devletine yıllık vergisini muntazaman ödemekle beraber gelişen yeni durumun farkında olan başkumandan Aetius, muhtemel bir Hun-Roma çatışmasına hazırlanmakta idi: “Barbar”larla münasebetlerini düzeltmiş, onlardan aldığı ücretli askerlerle, Türk usülünde, çoğu süvari birliklerinden kurulu ordular teşkiline girişmiş, Hunlar’a bağlı bazı kavimlerle gizli temaslar aramağa başlamıştı. Buna karşılık Attila da 443 yıllarında tekrar alevlenen ve Galya’dan İspanya’ya da sıçrayan köylü isyanları ile yakından ilgileniyor, Roma’ya karşı Vandallarla işbirliği innkanlarını araçtırıyordu. O da, şüphesiz, Roma imparatorluğu ve “barbar”lardan meydana gelen bütün bir Batı dünyası ile hesaplaşacağı için işin ehemmiyet ve nezaketini takdir etmekte idi.
448’lerden itibaren iki yıl kadar süren Hun siyasî ve askerî hazırlığı tamamlanınca, Attila ilk diplomatik taarruzunu Roma’ya yöneltti. împarator Valentinianus III’ün kızkardeşi olup, vaktiyle, evlenmek arzusu ile Attila’ya nişan yüzüğü gönderen ve 425’ten beri imparator hukukunu haiz olduğunu belirlemek üzere “Aııgıısta” unvanı ile anılan, delişmen tabiatlı Honoria’yı zevceliğe kabul ettiğini bildiren Attila, çehiz olarak imparatorluğun Honoria’nın hissesine duşen yarısını veya “Augusta”nın kocası sıtatı ile Roma ımparatorluğunun idaresine iştirak hakkını istedi.Önce oyalama yolunu tutan Valentinianus ile Aetius’un teklifi nihayet açıkça reddetmeleri, büyük Hun seferini meşrü duruma soktu. Ren kıyılarındaki Ripuar Frankları ve Vizigotlarla ilgili bir iki anlaşmazlık da savaş havasını olgunlaştırdı.
451 başlarında Orta Macaristan’dan batıya harekete geçen Hun kuvvetlerinin mevcudu, 80-100 bini Türk, bir o kadarı da yardımcı Germen ve îslav olmak üzere 200 bin kişi civarında idi. Hun orduları Mart ayı ortalarına doğru Ren nehrini üç noktadan açarak Galya’ya girdiği sırada, îtalya’dan yola çıktıktan sonra, Hun düşmanı “barbar”ların sağladığı takviyelerle sayısı yine 200 bine yükselen Aetius kumandasındaki Roma ordusu Galya’da kuzeye doğru hızla ilerliyor; Hun ordulan Mettis (Metz)’i (7 Nisan) ve Durocortorum (Rheims)’i zaptederek Paris yakınındaki Aurelianum (Orleans) şehrine ulaştığı zaman, Aetius da oraya yetişmiş bulunuyordu. Fakat karşılaşma Attila’nın Türk taktiğine daha uygun gördüğü Katalaunum (veya Campus Mauriacus /Kampus Mavriyakus/ sahası. Troyes şehrinin batısında Champagne ovasına doğru)’da oldu (20 Haziran 451) Batı dünyasının iki yansının birbiri üzerine yüklendiği, nihayet 24 saat süren ve iki tarafın çok ağır kayıplar verdiği (Jordanes’e göre 165 bin ölü!) muhakkak olan bu büyük savaşta kimin galip geldiği hala münakaşa edilmektedir. Avrupalı tarihçiler, ta A. Thierry’den beri (1856), Attila’nın yenildiğini söylerler ve buna Roma kuvvetlerinin imha edilmeden Hunların çekildiğini delil gösterirler. Ancak son araştırmalar meseleye biraz daha ışık tutmuş görünmektedir: Anlaşılmıştır ki, savaş gününün akçamı Roma ordusu dağılmış, birlikleri arasında irtibatı kaybeden başkumandan Aetius bile yanlışlıkla düştüğü Hun kıt’aları arasından güçlükle kurtulmuş, ertesi gün erken saatlerde, Roma’ya bağlı Batı Got ordusu, savaşta ölen kral Theodorikh’in oğlu Thorismund idaresinde, muharebe meydanından uzaklaşmış, ağır kayıplara uğrayan Frank kuvvetleri de onlan takip etmişti. Ayrıca bu savaşta Attila’nın gayesine ulaştığı da aşikardı. Batıyı hakimiyetine alabilmek için Roma imparatorluğunun insan ve asker deposu durumunda olan Galya barbarlarını saf dışı etmek isteği ile önce Galya’ya yürümüş olan Attila, Roma’nın bu tabiî müttefiklerinin savaş gücünü kırarak, Roma’yı desteksiz bırakmağa muvaffak olmuştu. Ünlü Aetius’un Roma’da gözden düşmesi bunun neticesi idi. Ordularını Galya ortasından oldukça sağlam ve disiplin içinde 20 gün kadar bir zamanda kendi başkenti bölgesine getirebilen Attila kudret ve “korkunçluğunu” muhafaza ettiğine göre, Kampus Mauriakus’ta Batı imparatorluğunun ne kazandığı, o sırada Roma’da sık sık sorulan suallerdendi. Nitekim, daha bir yıl geçmeden Attila, îtalya seferine başladığı zaman Roma’nın Hunlara karşı çıkaracak kuvveti kalmamıştı. Hadiselere çağdaş Prosper Tiro (Papa Leo I’in katibi)’nun kaydettiğine göre Aetius, mukavemet imkansızlığı dolayısiyle, împarator Valentinianus’un îtalya’dan ayrılmasını tavsiye etmekte idi.
Attila 452 baharında çekirdeğini süvari kuvvetlerin teşkil ettiği 100 bin kişilik ordusunu Julia Alpleri’nden geçirerek bugünkü Venedik düzlüğüne indirdi. Oradaki meşhur Aquileia kalesini zaptettikten sonra Po ovasına girdi. Aemilia bölgesini işgale başlayıp Roma imparatoriuğunun o zamanki başkenti Ravenna’yı tehdit etmesi meselenin nihayete erdirilmesine kafi geldi. Roma sarayı endişeli, halk telaşlı, Senato ne olursa olsun barış yap-mak karannda idi. Kilise de bu arzuya katıldı. Sür’atle bir hey’et hazırlandı. Hitabeti ile meşhur Papa Leo 1 (“Büyük Leo”) baçkanlığında konsül G. Avi-anus ve eski “praefecture” Trygetius’dan kurulu bu hey’et, Mincio ırmağının Po nehrine döküldüğü düzlükte ordugahını kurmuç olan Attila tarafından kabul edildi (452 Temmuz ortası). Papa, imparator ve bütün Hıristiyan dünyası adına, büyük Türk başbuğundan Roma’yı esirgemesini rica etti. Beş yıl kadar önce kahir bir kuvvetle Çekmece’ye kadar geldiği halde nasıl İstanbul’u tahrip etmekten kaçınmış ise, Papa’nın ağzından Roma’nın teslim olduğunu öğrendikten sonra bu eski medeniyet merkezini korumayı da vazife sayan Attila, muzaffer ordusu ile başkentine dönerken, şüphesiz, tıpkı Bizans gibi, Batı Roma imparatorluğunun da kendi iradesine bağlandığı kanaatinde idi Priskos’un, 448’de Hun başkentinde Batı Roma elçisi Romulus’dan duyarak belirttiği üzere, şimdi sıra Orta-doğudaki Sasanîlerde idi. Oranın da himayeye alınması ile “dünya hakimiyeti” gerçekleşecekti. Fakat bu, Attila’ya nasip olmadı. İtalya seferinden dönüçte, rivayete göre zifaf gecesinde herhangi bir iç kanama neticesi ağzından, burnundan kan boşanmak suretiyle öldü (453). Yaşı 60 civarında idi.
Attila, milletlerin hüfızalarında ölümsiizlnğe ulaşmış tarihin nadir simalarıından biridir. Hatırası etrafında İtalya’da, Galya’da, Germen memleketlerinde, Britanya’da, İskandinavya’da ve bütun Orta Avmpa’da asırlarca agızdan agıza dolaşaıı efsaneler türemiş , romancılara, ressamlara, heykeltıraşlara konu olmuş, hakkında en çok kitap yazılan şahsiyetlerden biri durumuna yüksel-miş, tiyatro yazarlanna, kompozitörlere ilham vermiş, adına bir düzineye yakın opera bestelenmiştir. Son yarm asırda yapılan tarafsız tarih araştırmaları onun, Hıristiyan Orta-çagının taassup kokulu uydurmaları ile ilgisi bulunmadıgını, Nibelungen destanlan başta olmak üzere, çagdaşı kayıtlanı onu iyilik sever, babacan, çok yüksek vasıfta bir hükümdar olarak tanıdıgını ortaya koymuştur.
Attila’nın ölümünden sonra, hatunu Arıgkan’dan doğan üç oğlu; sırasiyle îlek, Dengizik, îrnek, babalarının yerini tutamadılar. împarator olan îlek, ayaklanan Germen kavimleri ile yaptığı Nedao (Avusturya’da) savaşında hayatını kaybetti (454). Çok cesur, fakat siyasî zekadan mahrum Dengizik, imparatorluk birliğini yeniden kurmak için neticesiz mücadeleler içinde çırpına çırpına nihayet bir Bizanslının kılıcı ile can verdi (469). îrnek ise, büyük kardeşlerinin ölümünden sonra, artık Orta Avrupa’da tutunmanın zorluğunu anlayarak, savaşlarda yorgun düşen Hunların büyük kısmı ile Karadeniz’in batı kıyılarına döndü.
İrnek idaresindeki Hunların, önce Güney Rusya düzlüklerinde görünen, sonra Balkanlar’da ve Orta Avrupa’da birer devlet kuran Bulgarlar ile Macarların teşekkülünde büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Tarihî kayıtlarda Bulgar-Türk devletinin hükümdar ailesi olan Dulo (Doulo) sülalesi ‘ne mensup gösterilen îrnek, Macar geleneklerinde, Macar kabilelerini Tuna boyuna getirerek orada yerleştiren Arpad hanedanı tarafından ata tanınmaktadır. 4. asırda Hunlara, Volga’dan batıya doğru rehberlik eden geyik motifli “Sihirli Geyik” efsanesinde de, Hunlarla Macarlar (Hunor-Moger) kardeş gösterilmiştir . Nihayet Macaristan’da yaşamış olan Sekellerin Hunların çocukları olduğu zannını uyandıran bir başbuğ Çaba Efsanesi vardır.Avrupa Hun kütlesi yalnız bu Türk devlet ve topluluklarının oluşuna ve kültür yönünden Batı Avrasya’sına sağlam bir zemin vermekle kalmamış, daha mühim olarak, Asya kıt’asında yer darlığı, kıtlık yüzünden veya siyasî-askerî bir sebeple sıkıntıya düşen ve bu tedirginlikten kurtulmak için huzurlu, rahat, hür yeni iklimler arayan Türk kütlelerine Batı yönünün açıcısı olmuştur. Aynı zamanda, yol üzerindeki îndo-îranî ve Germen gruplannı (Alanlar, Sarmatlar, Gotlar vb.) ileriye, uzaklara iterek veya kısmen kendi içinde eriterek temizlemek suretiyle bu yolu, sonraki 900 yıl müddetle Türk göçlerinin hizmetine hazırlamıçtır. Bu noktanın bilhassa belirtildiği batı araçtırmalarında, Hunlar üzerinde Avrupa’nın çeçitli kültürel tesiri konusunda düşülen aşırılık da dikkatten kaçmamaktadır.
Attila’nm sarayında, yabancı kökenden görevlilerin bulunduğu, bunların yüksek mevkiler işgal ettiği ve Türk, Got, Latin dillerinin aynı ölçülerde konuşulduğu doğrudur. Ancak, halkı Germen ve Latin olan Avrupa kıt’asmda tabiî sayılması gereken bu durumun, derin kültür tesirinden ziyade, Hun-Türk imparatorluğunun niteliğinden doğduğunu kabul etmek daha isabetli olur. Nitekim Hun topluluğu ne dil, ne de hayat tarzı yönlerinden değişikliğe uğramamış, siyasî iktidar sona erince de oraları bırakıp Türk çevresine dönmek tercih edilmiçtir. Buna karşılık, Hun hakimiyeti çağının Avrupa’da şu derin etkileri olmuştur:
- “Kavimler göçü” yolu ile etnik bugünkü durumun temeli);
- Savaşlar veya dostça münasebetler yolu ile edebî (Nibelungen Destanı, efsaneler vb.);
- Bozkır san’atı yolu ile estetik;
ç. Batı Roma imparatorluğunun yıkılması (476. îtalya’nın ilk yabancı kıalı Odovakar, Attila’nın sadık adamlanndan Edekon’un oğlu idi) ve büyük istila hareketlerinin başlaması üzerine çok mühim bir tarihî gelişme olarak, Roma-Germen gruplaşma eğiliminin uyanması yolu ile siyasî;
- Hatta köylünün ve güçsüzün korunmasına yönelik “şövalyelik” (dar manada, atlı savaççılık) hayatının ve Roma imparatorluk kavramına karşı millî duyguların yaratıcısı olarak sosyal;
- Avrupa ordularının Türk sistemine göre ıslahı hareketleri dolayısiyle askeri bakımlardan Türk kültür tesirleri Batı’da hemen bütün Orta-çağlar boyunca devam etmiştir.