Ukraynalı araştırmacı Valentyn Stetsyuk (d.1937) bundan yirmi yıl kadar önce Kürtlerin Karadeniz’in kuzeyindeki varlığıyla ilgili yazdıklarıyla tanıdığımız birisi. Osman Karatay tarafından Türkçeye çevrilip Karadeniz Araştırmaları dergisinde yayınlanmış “Kürtlerin Karadeniz’in Kuzeyindeki Anayurdu” adlı çalışmasında Ukrayna’daki 250’ye yakın yer adının Kürtçe olabileceğini ve bu yer adlarının daha çok Ukrayna’nın Hmelnitski (48 yer ismi), Vinnitsa (44 yer ismi) ve Ternopolski (38 yer ismi) illerinde bulunduğunu söylüyor. Stetsyuk’un başka tezleri de var. 2003’te yayınladığı “Doğu Avrupa’da Tarih Öncesi Etnogenetik Süreçlerin Araştırılması” adlı çalışmada Hun, Avar, Bulgar ve Hazarların Slav tarihindeki etkisinin Rus tarih yazıcılığında ihmal edildiğini savunuyor.
Hunların 420’den 558’e kadar yaklaşık 130 yıl ve altı kuşak, Avarların 558’den 805’e kadar 250 yıl ve on kuşak boyunca Slavlara tesir edip onları şekillendirdiğini, bu dönemlerin ise Rus tarihçiliğinde kasten yer almadığını öne sürüyor. Doğu Slavlarının Hazar Kağanlığına bağımlı oldukları veya Bulgar Kağanlığının Slavlara hükmettiği dönemleri de aynı şekilde yorumlayan Stetsyuk ayrıca Balto-Slav dilinin sadece geç antik dönemde değil bundan önce de büyük ölçüde Türk dillerinin etkisinde kaldığını iddia ediyor.
Önce İskandinavya’ya kadar ulaşan İskit ve Sarmat efendilerin sonra da Hun derebeylerinin Slav kabilelerine hükmetmelerinden, onlardan vergi toplamalarından, mobilize ettikleri Slavları savaşa hazırlamalarından bahsediyor. Yine tarımla uğraşan Agaceri (Ağaç-eri) kabilelerinin -ki bunlar da adlarından anlaşılacağı üzere Türki kavimdir- Balto-Slav kabileleriyle Heredot öncesi dönemde komşu olduğunu öne sürüyor.
Stetsyuk Slav dillerinde tarım, bahçecilik, aletler, kıyafetler, sosyal hayat ve binicilikle ilgili terimlerin Türk kaynaklı olduğundan, Rus dilinin iki ayrı alt dile ayrılabildiğinden ve Kuzey Ruslarının temelde Fin-Ugor kökleri olduğundan, Güney Ruslarının ise yine temelde Türk kökenli olduğundan bahsediyor. Fin ve Türk dillerinin Rus dilinin önceki bir tabakasına etkisinden, yapılan akademik çalışmalarda Türk yerine Çuvaş teriminin kullanılarak gerçeğin üstünün örtüldüğünden söz açıp Kiev Ruslarının bir Suvar klanı olan Barınlarla karışmasından doğan “Berendeyler”in Kiev Ruslarına ait ilk yazılı eserleri verdiklerini öne sürüyor. Stetsyuk, Slavlar göçlerle bugünkü Ukrayna topraklarına geldiğinde coğrafyanın bir kısmında İskitlerin devamı olan Bulgarların yaşadığını, aynı dönemde Kürtlerin de bu Bulgarların komşusu olduğunu anlatıyor.
Kırk yıldır etnoloji çalışmaları yapan ve bugün Lviv’de yaşayan Valentyn Stetsyuk’la yazıştığımızda bize Türkiye’den kimseyle bağlantısının olmadığını söylemişti. Facebook hesabında Peçenek ve Macarlarla ilgili yaptığı çalışmayı paylaşmış ve bunu sadece bir kişi beğenmişti. 312 arkadaşı arasında Türkiye’den bir kişi bile yoktu.
Bir başka araştırmacı Novosibirsk Pedagoji Üniversitesi’nden Yuri Tambovtsev Bask dilindeki ünsüzlerin kullanım sıklıklarını araştırmış. Bask dilinin ses dizisini diğer dillerin ses dizisi ile karşılaştırıyor. Tambovtsev Baskça ile 40 dili karşılaştırmasının sonucunda Baskçanın yakınlığının esasen Türk dilleriyle olduğuna dair bir tez ortaya koymuş. En yakın değerleri veren diller Kazakça (5.31), Tofalar (5.96), Tuvin (6.83), Altay-Çalkan (7.00), Şorca (7.04), Kırgız (7.09), Özbek (7.42), Hakas (7.70), Tatar-Kazan (7.73), Türkçe (7.84) çıkmış. Baskça “ama” ana, anne demek. “Nora” nere, nereye; “erlea” arı demek. Boğa anlamında kullanılan “zezen” de eski Türkçe’de süsene benziyor. Bu konuda öncü çalışmalar yapmış Hamit Zübeyr Koşay’ın çalışmalarında yer almayan birçok Baskça kelime olduğu muhakkak.
Küba doğumlu araştırmacı Georgeos Díaz-Montexano eklemeli özellikteki antik İberya dilinin de bir Batı Altay-Türk dili olduğunu iddia ediyor. Baba tarafı İspanyol, anne tarafından Yunan olan Díaz-Montexano Kolomb öncesi dönemde Küba, Karayipler ve Antillerdeki yazıt ve metinler üzerindeki çalışmalarıyla 1992’de The Epigraphic Society’ye üye seçilmiş. Son zamanlarda da Türk dilleriyle ilgili çalışmalar yürütüyor. Dile ait paradigmaların benzerliğinden bahsedip Eski Türk dilindeki “kıl” (kılmak, yapmak) Yakutçadaki “kin” ile Eski İberya dilindeki “kiar” ve “kien” arasında bağlantı olabileceğini söylüyor. Cordoba ile Castulo arasında yer alan antik Iliturgi şehrinin adının “Türk ili” adından gelmiş olabileceğinden bahsediyor.
Köln Üniversitesi’nden Klaus H. Dieckmann Almanların atalarının Türk kavimleriyle münasebetlerini masaya yatırıyor. “Die türkische Urverwandtschaft” adlı çalışmasında Almanca’nın Türkçe’yle bağlantılarını araştırıyor. Et-mek yap-mak- make, machen / kızan – kuseng, cousin / arka – raka, rücken / orta – ort / söylemek – sög, sagen / diş – tooth, teeth / boyun- bogun, bogen / kel – kahl / dolamak – dolmen /burk, burkmak- bruch- break / bükmek- bücken, biegen / öküz, ochse / engel – enge, engpass /erişkin- erwachsen / bayır – bauer / börek – brot / han- haus / mağra- mauer / kapmak- kapern / halk, folk- volk / kafa- kopf / pençe- punch / ata- alt, alter / Türkçe bir kelime olan “Alp” dağları – Alpen / ordu- ordo (latince) / bilmek, bilgi- billigung, billigen / yer, yerde- die erde / var- wahr /berk – berg / söz- satz” kelimelerini karşılaştırıyor.
Dünyada böyle birçok kıymetli araştırmacı var. Misyon temsilcilerimiz, akademimiz, kültür merkezlerimiz onlarla daha fazla ilgilenmeli. Onları konferanslara davet edebilir veya ziyaretlerine gidebiliriz.
Rahmetli Altan Araslı ağabey bir diplomat ve yazardı. Kendisiyle 2013 yılında tanışmış, daha sonradan da iki kez görüşmüştük. En meşhur eseri alanında esaslı bir çalışma olan üç ciltlik Avrupa’da Türk İzleri’dir. Ondan mülhem biz de sonradan Çekya ve Slovakya’da Türk izleri üzerine çalışmaya başladık. Latif Çelik bey bu alanda bir başka öncüdür. Çalışmalarına daha fazla ilgi göstermek lazımdır. Yine Mehmet Emin Yılmaz bey çok kıymetli eserler verdi. Şimdi 86 yaşında olan Zoltan Drenko, yine ona yakın Lubomir Krizan gibi kimselerle alakadar olamayışımız, taltif edemeyişimiz, konuşturamamamız ise üzüntü verici.
Ahmet Şimşirgil hocanın Slovakya’da Osmanlılar eserinde sadece Uyvar ele alınmış. Uyvar’dan 90 yıl önce fethettiğimiz, ilk dönemde 39 yıla yakın hüküm sürdüğümüz Filek’ten bahsedilmemiş. Kendisi ilave bir bölüm yazsa Filek’i herhalde en güzel o yazar. Meraklısı için Sadık Müfit Bilge’nin Osmanlı’nın Macaristanı kitabı bir başka kaynak kitaptır.
Filek, Filakovo’yu ziyaret ettiğimizde bir Slovak beye burada Türk mezarı var mı diye sorduğumuzda bize bir tepeyi gösterdi. Burada sancak beyinin türbesi olduğunu söyledi. Filek için olmayabilir ancak kayıtlarda Osmanlı mezarlıklarından bahsedilliyor. Mesela “Osmanlı Macaristanı’nda Tekkeler, Türbeler, Şehitlikler ve Mezartaşları” çalışmasında Evliya Çelebi’den alarak Uyvar kalesinde Ak Tabya üzerinde Ali Beşe ile alaybeyinin de gömülü olduğu, 27 şehidin yattığı bir kabristandan bahsediliyor. Sührab Mehmet Paşa ziyaretgah olan bu tabya üzerinde ahşap bir köşk inşa ettirmiş. Kalede bu şehitlikten başka içlerinde Kadızade İbrahim Paşa, Hattat Osman ve Reisülküttab’ın da bulunduğu 2050 kişinin defnedildiği bir başka mezarlık daha varmış. Bugün bu mezarlıkların nerede olduğunu araştırıp birtakım izler, mezartaşları bulmamız çok zor değil. Kayıtlarda yer almasa da Osmanlı hakimiyetinin olduğu başka birçok yerde mezarlıklarımız olduğunu düşünmemiz gerekir.
European Jewish Cemeteries Initiative veya Jewish Heritage Europe ismindeki organizasyonların Avrupa’daki Yahudi mirasını, matzevotları nasıl koruduğunu incelemek gerekir. Sniatyn’de mezartaşının kaldırım olarak kullanılmasını gündeme taşıyıp nihayetinde bunları Yeni Yahudi Mezarlığına yerleştirdiler. Bizde de benzeri bir odaklanma olabilir.