Yazının başlığında yer alan “ayakkabı’’ ifadesi ile okuyucularımızın zihninde yakın bir zamanda kendisine beğendiği ayakkabıyı almadığı için annesine darpvâri davranış gösteren kişinin belirdiğini tahmin ediyorum. Bu yazıda kendini ayakkabıda somutlaştıran ancak temelinde toplumumuzdaki sosyolojik değişimlerin yattığı olgulardan-durumlardan söz etmek istiyorum.
Milletimizin kültürel kodlarında ve medeniyet-dünya tasavvurunda insana biçilen paya göz atacak olursak karşımıza ‘’alp’’ kavramı çıkar. Bu kavramda insanoğlunun fıtrattan beri sahip olduğu yönetme ve hükmetme hakkını diğer insanlara zulmetmeme ve adalet/hakkaniyet esasları içinde değerlendirdiğini görürüz. Prof. Dr. Cemal Anadol, Fazile Abbasova ve Dr. Nazile Abbaslı’nın birlikte hazırladığı “Türk Kültürü ve Medeniyeti’’ adlı eserde Göktürkler, Uygurlar ve Hazarlar’da var olduğu belirtilmektedir.(a.g.e Bilge Karınca Yayınevi’nden 2007 yılında çıkmıştır.)
Dinimize göre kendimizi tanımak, kendimizin farkında olmak, doğru bilgi ve değerleri keşfetmenin başlangıcıdır. Kendi varlığının farkında olmayan, hangi amaçla yaşadığını bilmeyen birisinin kendi dışındaki ve ötesindeki aşkın değerler ile bağlantı kurması beklenemez. Kerim kitabımız Kur’an’da insanın yaratılış gayesi ile ilgili şu ifadeler geçmektedir:
‘’Onlar, azıcık olsun kendi başına kalıp düşünmedi mi ki; Allah gökleri ve yeri ve ikisinin arasında olan bütün varlıkları gerçek bir gayeyle belirli bir vadeye kadar yaratmıştır.” (Rum Suresi 7-8.ayetler)
‘’Gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları eğlenmek için yaratmadık! Evet, onları hak ve hikmetle, ciddî maksat ve gayelerle yarattık, ama onların çoğu bunu anlamazlar.” (Duhan Suresi 38-39.ayetler) Yine Mü’minun Suresi’nde Yüce Allah, “Sizi boşuna yarattığımızı, huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?” buyurmaktadır. Tefsir alimleri bu ayete ‘’Haklarında mükâfat ve ceza söz konusu olmaksızın, hayvanları yarattığımız gibi, sizi de böyle yaratmış olduğumuzu mu zannediyorsunuz?” gibi manalar vermişlerdir.
Burada yetkinlik kavramına değinmekte fayda var. Maddeden soyut bir nefse(nazarî) ve bedene(amelî) sahip olan insanda varlık itibariyle akli olan ancak bedenle de bir arada bulunması sebebiyle fiiliyatla da ilişkili olan nefsin maddi olandan sıyrılıp yetkinleşmesi önemlidir. Ahlaki eylemde önemli olan bu beden(amel) gücünün yönetimidir. Bu İbni Sina’da iki aşırı uç arasında ortayı bulmak şeklinde tezahür etmiştir. (meleketü’t tavassut)
Bu açıklamaları yaptıktan sonra başlıktaki ‘ayakkabı’ metaforu üzerinden kendini gösteren değişimlerden bahsetmek istiyorum. Geçmişte medeniyet tasavvurumuzun harlı olduğu zaman dilimlerinde yukarıda da bahsettiğimiz insan ve dünya anlayışımız da güçlü bir şekilde kendini gösteriyordu. Burada o dönemki askerî başarıların ekonomik refahı getirmesini ve buna bağlı olarak sosyoekonomik-sosyokültürel seviyenin yüksek olmasını atlamamak gerekir. Ancak Avrupa karşısında askerî teknolojileri vaktinde tatbik edemediğimizden doğan ve Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasından sonra da hızlanan süreç harlı yanan ateşi sekteye uğrattı.
Tekrar ayakkabı metaforuna dönmek gerekirse burada Batı’nın Sanayi Devrimi’nin getirdiği refah ile birlikte bireyselciliğe, sınırsız tüketim ahlâkına, tahammülsüzlüğe doğru eksen değiştirmesini göz ardı edemeyiz. Üretimin atölye ve usta-çırak ilişkisinden fabrikasyona dönmesi, değerin nicel çokluk ile ölçülmesi beraberinde insanın da tükettikçe ve daha fazla sarf ettikçe mutluluğu yakalayan bir hâlet-i rûhiyeye sürüklemiştir. Bu anlayışın insanı hiçlik âleminde tükenmişliğe götüreceği açıktır. Bunu, sonsuz bir denizde kulaç atarak karaya çıkmaya çalışan bir kişinin durumuna benzetebiliriz.
Yukarıdaki değerlendirmelerden sonra bir Türk gelecek tasavvurundan bahsetmemiz gerektiği açıktır. Koca Sinan, nasıl taşı sırf bir meta görerek değil ona bir şahsiyet vererek abide eserlerini inşa ettiyse biz de anlamın, tefekkürün, düşüncenin (bunu insanı insan yapan ulvi nitelikler olarak genişletebiliriz.) üzerinde daha fazla durarak ve ayrıca çağın gerektirdiği modern teknolojileri en iyi biçimde milletimiz için tatbik ederek (bu teknolojilerin karşısında edilgen –köle- olmadan) sağlayabileceğimizi düşünüyorum. Ayrıca bu iki unsuru da birbiriyle ikiz kardeşler gibi görüyorum. Çünkü zamana ve eşyaya mana verebilmek için asgari bir refah seviyesinin olması aşikardır. Keza içi boşaltılmış, sadece maddiyata dayalı bir sosyoekonomik sistemde bireylerin de kendilerini tatmin edebilmek uğrunda tükenmişlik girdabına girecekleri de açıktır.