Bir millet için, aydınının sayısı/niceliği ve seviyesi/niteliği son derecede mühimdir, hayâtîdir: çünkü milleti, aydını yönlendirir, yönetir, kitle onun peşinden gider. Bir milletin aydın sayısı ne kadar çok, aydınının kalitesi ne kadar iyi, seviyesi ne kardar yüksek olursa, o millet o kadar güçlüdür, geleceğine o nisbette güvenle bakar.
Geçen hafta (birçokları YANLIŞ OLARAK ‘geçtiğimiz hafta’ diyecektir; yanlıştır, biz zamanı geçmiyoruz, zaman bizim üzerimizden geçiyor. Bunun içindir ki, vaktinde kılınmayan namâz için: ‘vakti, insanın üzerinden geçmiş, insan, bir işi vaktinde yapamamış anlamında’ fâitedenir, böyle, vaktinde edâ edilmemiş, kazâya kalmış namazlar için de fevâit denilir. – ‘çok satan kitap’ sözü de yanlıştır: satan, insandır; kitap satılır.-) bir tv kanalında cemâatlar konusu üzerinde gevezelik yapılıyordu.
‘Gevezelik’ diyoruz; çünkü böylesine mühim bir konu üzerinde yine mâlûm birkaç kişi konuşuyordu. Bâzı cemâatlarla silâh sözleri birlikte kullanıldı. Tehlikeye dikkat çeken bir hocaefendi de konuşmalara -adı geçtiği için- katılmak durumunda oldu.
Hocaefendi sorulara cevaplar verdi, tv kanallarında sıkça gördüğümüz, merâmını, ellerini kollarını sallayarak, ses tonunu iyi ayarlayarak büyük bir coşkuyla, heyecânla anlatan bir hukuk profesörü de konuşanlar arasındaydı. ‘Tarîkat’ kelimesini, isrârla ‘târikat’ diye söyleyen, AYDIN kabul edildiği hâlde, milletinin dilinde 1000 yıldır kullanılan bu kelimeyi doğru olarak telâffuz edemeyen bu profesör, hocaefendiye Atatürk hakkında ne düşündüğünü sordu.
Duruma bakar mısınız:
Bu profesör, bir konuşmasında, kendisinin de Müslüman olduğunu belirtmişti. Kur’ân-ı Kerîm’de: ‘Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler…’ konusundaki üç âyetten herhâlde haberi yoktu, yaptığı işin Kur’ânla ne derece bağdaştığı gibi bir konu, herhâlde zihnini meşgul de etmiyordu, kendisini ilgilendirir tabiî; işâret etmek istediğimiz nokta: Türk aydınının, Kutlu Kitap’la arasındaki mesâfe ve aydınımızın, bu mesâfenin varlığından bile haberi olmaması.
Bu popüler profesör, Hocaefendiye, evet, Atatürk hakkında ne düşündüğünü SORDU.
Hoppala!
*Görüşülen konu: cemâatlar.
Soran:
* Üniversitede HUKUK okumuş,
* Her Hukuk Mezunu değil, sıradan bir DİPLOMALInın da bildiği ’Kimse, felsefî görüşünü, kanâatini açıklamağa zorlanamaz’ anlamındaki ANAYASA hükmünü en iyi bilenlerden birisi,
* Sınav vermiş, Asistan olmuş,
* Doktora yapmış,
* Yardımcı Doçent olmuş, öğrencilere HUKUK öğretmiş,
* Doçent olmuş, Hukuk öğretme işine devâm etmiş,
* Makaleler yazmış, Profesör olmuş,
* Belki, doktora(lar) hazırlatmış, tez danışmanlığı yapmış,
Tanınmış, popüler, Türkiye’de ‘hukuk’ denince ilk akla gelen isimlerden biri.
***
Hocaefendinin:
-Hoppala! Böyle bir soru nereden aklınıza geldi sayın profesör! Görüşülen konuyla bu sorunuzun ne ilgisi var? Bunu kendinize nasıl yakıştırıyorsunuz? Hem de bu yaptığınız SUÇTUR. Bunu nasıl yaparsınız? demesi gerekirdi, ama o hengâme içinde herhâlde aklına gelmedi.
***
Orada bulunanlardan hiçbiri ‘konuyla ne ilgisi var? demediği gibi, seyredenlerden bu seviyesizliğe dikkat çekip tepki gösteren çıkmış olması çok zayıf bir ihtimâldir.
Aydınımızın durumuna, seviyesine bakar mısınız?
13 Aralık 2020