Aytmatov’u Yeniden Okumak

Tam boy görmek için tıklayın.

Cengiz Aytmatov’u severim… Kitaplarını okuması kolay, dili akıcı, konular ilginçtir… Genelde sıradan insanların, sıradan ama iç burkan hikâyelerini anlatır…

Aytmatov’u sevmemin bir nedeni de Talas’lı olması çoğu eserinde Talas’ı anlatmasıdır… Benim memleketimdir Talas… Tabii Aytmatov’un anlattığı Talas Kırgızistan’da. Benim Talas’ım ise kırk sene öncesine kadar Kayseri’ye yedi km. mesafede 3-4 bin nüfuslu küçük bir kasaba iken bugün nüfusu iki yüz bini aşmış bir metropoliten ilçe… Bir rivayete göre bizim Talas’ı, Kırgızistan’daki Talas’tan  göçenler kurmuş… Kırgızistan Talas’taki Aladağ’ın adı da bizim Talas’ta Alidağ olmuş… Aytmatov’u hemşehri gibi bilir, onu okurken onun Talas’ı ile benim Talas’ım arasında benzerlikler kurmaya çalışırım… Her iki Talas da yeşildir. Gerçi bizim Talas için yeşildi demek daha doğru. Çünkü yeşilliğinden çok şey kaybetti, betonlaştı… Başka bir ifadeyle iki Talas da işgali, talanı, yağmayı yaşadı… Kırgızistandaki Talas 750’li yıllarda Emevi Kasabı Kuteybe’nin ordusu tarafından yağmalandı, yerle bir edildi… Benim Talas’ım da siyasetçiler, müteahhitler ve üç kuruşa tamah eden halkı tarafından yağmalandı. Meyve bahçelerinin, üzüm bağlarının yerini beton yığınları aldı…

Aytmatov’un kitaplarıyla 1980 sonrası  tanıştım. 1980 öncesinin  kutuplaşan yapısı içinde Cengiz Aytmatov okuyamazdım. Aytmatov  bir Sovyet vatandaşı idi. Bana göre Gulag’a atılmadan yazabildiğine göre bir kızıl komünist idi… Zaten kitaplarını da solcu Varlık Yayınları yayımlıyordu. Okumak olmazdı…  Kendi kendime “Varlık yayınlarının yayımladığı Cengiz Dağcı’nın kitaplarını neden okuyorsun?” diye sorunca “Ama o milliyetçi, antikomünist” cevabını verirdim. Ama “Varlık Yayınları aşırı solcuysa bir antikomünistin kitabını neden yayımlıyor?”, “Sen Türk Milliyetçisiyim diyorsun, dış Türkler’den  esir Türkler’den bahsediyorsun ama onların en meşhur yazarını okumuyorsun. Bu nasıl milliyetçilik?” gibi sorularla peşin hükümlülüğümü sorgulamazdım. Sorgulamak aklımdan geçmezdi. O günün şartları ile içine hapsolduğumuz zihni yapıyı sorgulamamız çok zordu.  Müfettişliğin bana en büyük faydası, sorgulama yeteneğimi geliştirmesi, analitik düşünmemi sağlamasıdır herhalde…

Aytmatov’un ilk okuduğum romanı “Selvi Boylum Al Yazmalım” oldu. Sanırım televizyonda izlediğim, Atıf Yılmaz’ın yönettiği başrollerini Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın oynadığı aynı addaki  filmden etkilenerek  satın almıştım. Duru, şiirsi anlatımı çok hoşuma gitmişti… Sonra diğer kitaplarını okumaya başladım…

Ünlü Fransız şair Aragon’un “Dünyanın en güzel aşk hikâyesi” diye tanımladığı Cemile…  Sonra, bir yılkı atı üzerinden doğa ve hayvan sevgisinin muhteşem anlatımı Elveda Gülsarı.  Okurunu, aydın yabancılaşmasının ve doğunun geri kalmışlılığının bir kelimeye sığdırılmış özeti olan “mankurt” kavramı ile tanıştıran  romanı Gün Olur Asra Bedel. Yalnızlık ve düşler üzerine kurgulanmış Beyaz Gemi. Okurken sık sık Veysel’i hatırladığım sıradan insanların toprakla olan macerasının anlatıldığı Toprak Ana. Dişi kurt Akbar ile eşi  Taşçaynar’ın hikâyesinin anlatıldığı Dişikurdun Rüyaları. İnsanlığın geleceğini sorguladığı bir bilimkurgu romanı olarak tanımlanabilecek Kassandra Damgası…

Bunlardan Cemile, Elveda Gülsarı, Beyaz Gemi ve Toprak Ana’yı birkaç kez okudum… Meyve Tadında Romanlar’da tanıttığım romanlar arasında Cemile, Beyaz Gemi ve Elveda Gülsarı da vardı.   Her ikisi de yılkı atlarını konu alan Aytmatov’un Elveda Gülsarı’sı ile Abbas Sayar’ın Yılkı Atı romanını karşılaştırdığım bir yazı yazarken Elveda Gülsarı’yı bir kez daha okudum.

Cengiz Aytmatov’u olağan insanların olağanüstü aşklarını muhteşem bir şekilde anlatan bir yazar diye tanıtmak mümkün.  Ama böyle bir tanımlama eksik, yetersiz ve zayıf kalır, Aytmatov’a haksızlık olur… O doğa ve hayvan sevgisini, çocukluğunu yaşayamamış çocukların duygularını, halkıyla yabancılaşan aydınları, savaşın sıradan insanlara etkisini olağanüstü güzellikte okuyucusuna aktarabilen Türk Dünyasının yetiştirdiği en büyük roman-hikâye yazarıdır… Mayramgül Dıykanbayeva’nın dediği gibi; Onun “Cemile”sine bütün erkekler âşık olmuş, “Gülsarı”sına bütün dünya binmiş, “Beyaz Gemi”si ile bütün çocuklar yolculuk yapmıştır.

Aytmatov mutluluğu en yalın hâliyle ifade edebilen bir yazar. Sıradan insanların nasıl küçük şeylerle mutlu olabildiklerini anlatırken, okuru da kendisiyle bir hesaplaşmaya  yöneltiyor. “Roman kahramanlarının sahip olduklarıyla yetinmesi yetinebilmesi, acaba Sovyet rejiminin yazardan beklentisinin bir sonucu mu?” diye düşündüm zaman zaman. Hangi rejim halkının küçük şeylerle mutlu olmasından, yoksulluğu dert etmemesinden ve bu düşüncenin yazarlar aracılığı ile dalga dalga yayılmasından  memnun olmaz ki… Öyle bir ülkeyi yönetmek ne kadar kolaydır…

Cengiz Aytmatov’un en çarpıcı yönlerinden birisi, sıradan insanların basit gibi görünen hayatlarını, sıradan sanılan duygularını muhteşem bir derinlikle aktarabilmesidir. Bence büyük yazar, yereli, özelliklerini bozmadan evrensel bir anlatımla aktarabilen, başka dillere anlatım özellikleri kaybolmadan çevrilebilen yazardır. Aytmatov bunu becerebildiği için de büyük yazardır.  Onun romanlarını, ilk bakışta tek renkle yapılmış alaca bulaca bir tablo gibi gözüken ama yanına yaklaşıp dikkatli bir şekilde incelediğinizde, ayrıntıların etkileyiciliği, fırça darbelerinin özeni karşısında sizi sarhoş eden, sarıp sarmalayan Klimt’in tablolarına benzetirim…

Geçenlerde internette yeni çıkan kitapları incelerken KETEBE yayınlarının Aytmatov’un daha önce okumadığım kitaplarını yayımladığını gördüm.  Fiyatları da çok uygun olunca Cengiz Han’a Küsen Bulut, Yüz Yüze, Bulgar Kızı/Talas’ın Kıyısında, Yıldırım Sesli Manasçı/Askerin Oğlu/Beyaz Yağmur, Kızıl Elma/Oğulla Görüşme ve İlk Öğretmenim’i  internetten satın aldım. Sayfa sayıları 66 ile 140 arasında değişen altı kitabı beş günde okudum. Özellikle Mehmet Özgül’ün çevirdiklerinde anlatım muhteşemdi…

Çeviri demişken bir parantez açayım: Her zaman söylerim çeviri eserlerde çevirmen de yazar kadar önemlidir… Ne yazık ki Rusça’ya ve Türkçe’ye çok hakim usta çevirmen Mehmet Özgül’ü 12 Nisan 2023’de kaybetmiştik… Rusça çevirilerde gençlik yıllarımda Hasan Ali Ediz veya Nihal Yalaza Taluy imzasını arardım. Sonra bunlara Mehmet Özgül imzası eklendi… Tanrı uzun ömür versin şimdi Ataol Behramoğlu yaşıyor. Ama o da şiir çevirilerinde  ve Çehov da yoğunlaşıyor… Şu anda piyasada satılan Rus Klasiklerinin büyük çoğunluğunun İngilizce’den çevrildiğini yani çevirinin çevirisi olduğunu dikkate alırsak,  Mehmet Özgül’ün ölümüyle Rusça çeviriler öksüz kaldı desek yeridir…

Aytmatov’un son okuduğum kitaplarının kahramanları arasında da; yiğit, yorulma nedir bilmeyen, fedakar, aileyi çekip çeviren kadınlar, yaşlarının çok üzerinde akıl, cesaret ve metanete sahip çocuklar, askere ve ölüme gözlerini kırpmadan giden kahraman gençler, rejime inançlı görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan idealistler öne çıkıyor…

Özellikle, İlk Öğretmenim, Yüz Yüze, Kızıl Elma, Askerin Oğlu isimli uzun hikâyelerden çok etkilendim –İlk Öğretmenim’e belki roman denebilir. Diğerlerine hikâye demek de olmaz, roman demek de. En doğrusu uzun hikâye demek- Hem konuları çok farklı, hem anlatım çok tatlı ve akıcı, hem de çeviri güzel. Dört hikâyeyi de okurken zaman zaman ağladım. Eskiden kitap okurken bu kadar gözü yaşlı değildim. Ağlamamın nedeni yaşlılılığın verdiği duygusallık mı, konunun göz yaşlarımı akmaya zorlaması mı tam bilemiyorum…

Aytmatov’da kadın karakterler çok güçlüdür. Onun en güçlü kadın karakteri şüphesiz Toprak Ana’daki Tolganay’dır. 2. Dünya Savaşında eşini ve üç çocuğunu kaybeden Tolganay’ın toprağı acısına ortak, kendine dost edinmesi her kadının altından kalkacağı bir durum değildir. Aytmatov Yüz Yüze isimli uzun hikâyesinde edebiyat dünyasına Tolganay kadar fedakar, cesur, mücadeleci bir kahraman hediye ediyor: Seyde…

Cengiz Han’a Küsen Bulut, Gün Olur Asra Bedel’in devamı gibi. Gün Olur Asra Bedel’in kahramanı Abutalip Kuttubayev’in Gün Olur Asra Bedel eserinde anlatılmayan üzücü hikâyesi Cengiz Han’a Küsen Bulut’ta anlatılıyor. Hikayede zaman zaman Cengiz Han dönemine göndermeler de yapılıyor…

Kızıl Elma’yı elime aldığımda Türk’e ulaşılan her hedeften sonra yeni hedefler gösteren Kızıl Elma Ülküsü çevresinde şekillenecek bir hikâye bekliyordum. Kitabı okuyunca kırmızı koskocaman bir elmayı merkeze koyarak dünün karşılıksız aşkı ile bugünün parçalanmak üzere olan ailesini anlatan güzel bir hikâye ile karşılaştım…

İlk Öğretmenim, okurken göz yaşlarıma hakim olamadığım bir hikâye oldu. Askerde okuma yazma öğrenip terhis olduktan sonra köyün çocuklarına okuma yazma öğretmek için akıl almaz bir mücadeleye giren Öğretmen (!) Duyşen ile genç yaşta evlendirilmesine engel olarak, kentte okumasını ve sonuçta akademisyen olmasını sağladığı Altınay’ın inanç, azim, inat dolu hikâyesi anlatılıyor İlk Öğretmenim’de

Gülsarı’da bir yılkı atını bize anlatan, Dişi Kurdun Rüyaları’nda iki kurdun gözünden dünyayı algılamamızı sağlayan Aytmatov, Yıldırım Sesli Manasçı’nın bir bölümünde kanlı bir savaşı bir göçmen kuşun gözünden aktarır.

Her okuma yeni bir keşiftir. Son okumalarımda da Cengiz Aytmatov’un daha önce farkına varmadığım iki özelliğini keşfettim.

Birincisi, Aytmatov Manas’ın izinden gitmiş, Manas destanını hikâye ve romanlarında çağdaş ve farklı bir anlatımla halkına ve tüm insanlığa sunmayı hedeflemiştir.

İkincisi, Aytmatov’un kitaplarında en fazla kullanılan  mekan  Tren istasyonudur…

Cengiz Aytmatov eserlerinde, kendi ülkesinin coğrafyasını, köylerini, göllerini, ırmaklarını; insanlarını, insanının geleneklerini, tarihini, sevecenliğini, azmini, toprağına bağlılığını; kültürüne, insanına yabancılaşanların yani onun deyimi ile mankurtlaşanların  ne kadar kötü, hain olabileceğini; doğayı, insanları, hayvanları sevmenin önemini anlatmış, özünde iyi olan insanı kötüleştiren şartları sorgulamıştır. Aytmatov 500 bini aşkın dizeden oluşan Manas destanında anlatılanları eserlerinde yerli, çağdaş ve evrensel bir anlatımla Kırgız halkına ve insanlığa armağan etmiştir.

Aytmatov, Yıldırım Sesli Manasçı hikâyesinde, boyun beyi olan kocası ve büyük oğlu ölen   Kırgız ana Kertolgo-Zayıp, Isık Göl’de Gök Tanrı’ya şöyle yakarır: “Ak ana sütüm adına yalvarıyorum duy beni Tengrim! Sözlerime kulak ver Tengrim! Yazgıların yazıcısı Gök Tengri, biz buraya, senin yeryüzündeki gözün olan kutsal Issık Göl’e sana yakarmak için geldik. İşte ben buradayım ve işte yanımda en küçük oğlum Eleman var. Bundan böyle gebe kalamayacak ve başka evlat doğuramayacağım. Senden tek dileğim babası Senirbay’ın ustalık yeteneğini en küçük oğluma da aktarman. Zaten kendisi de bu zanaata ilgi duyuyor… Bir de bu en küçük oğlum Eleman aynı ağabeyi Koycaman gibi Manas ozanı olmak istiyor. Ne olur, onun bu isteğini de reddetme, her şeyden ve hepsinden önce, ona sözün kadim gücünü ver! Ver ki onun söylediği söz bir ağacın kökleri gibi gönüllerde büyüsün, sözün atadan oğula, dededen toruna kuşaktan kuşağa geçmesini sağlasın. Kırgızlar, Kırgız olduklarından beri biriktirdikleri tüm sözler hafızasına yazılsın diye ona kuvvet ve manevi güç ver.”

Bu satırları okurken, Aytmatov Eleman’ın yerine kendisini koymuş, anaya da bu sözleri kendisi için söyletmiş duygusuna kapıldım. Tanrı da onun dualarını kabul etmiş, Aytmatov’un yazdıkları bir ağacın kökleri gibi gönüllerde büyümüş, Kırgızların yıllardan beri biriktirdikleri sözler onun kaleminden dökülmüş, roman olmuş, hikâye olmuş.

Aytmatov kültürel yapının gittikçe yozlaştığı bir dönemde halkının manevi-kültürel yapısını korumayı, hatta yeniden inşasını üstlenen bir Manasçı olmayı seçmiş,  yalnız Kırgız halkını değil tüm Türk Dünyasını hatta tüm insanlığı aydınlatan bir destancı olmayı da becermiştir.

Cengiz Aytmatov’un kitaplarında en fazla kullanılan  mekan   kolhoz, okul veya kahvehane değil tren istasyonudur… Hem de bazı kitaplarında daha ilk cümlesinden itibaren…

Cengiz Han’a Küsen Bulut’un ilk  cümlesi “Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir” ile başlar. Yüz Yüze ise “Tren İstasyonunun tek fenerinin ışığında sürüyle ıslak yaprağın uçuştuğu görülmekteydi.” cümlesi ile… Oğulla Görüşme yaşlı Cordon’un askere gönüllü giden oğlunu görmek için tren istasyonuna gitmesini, orada görüşemeyince bir sonraki istasyona kadar at sürerek orada duran trenden inen çocuğu ile vedalaşmasını anlatan, tren istasyonlarını merkeze alan bir hikâyedir…

Toprak Ana’da Tolgonay’ın oğlu Maysalbek’i önce tren istasyonunda, sonra vagonlarda aramasından sonra anlatılan  sahne akıldan çıkacak gibi değildir: “Allahım! Maysalbek idi bu! Tam yanımızdan hızla geçiyordu. Kapı penceresinden beline kadar dışarı sarkmış, bir eliyle kapıya tutunuyor, öbür eliyle asker şapkasını sallıyordu. Bağıra bağıra bir şeyler söylüyor, bize veda ediyordu. Ben sadece Maysalbeek! Maysalbeek! diye olanca sesimle bağırdığımı hatırlıyorum. Ama o çok kısa zamanda, oğlumu şaşılacak kadar net bir şekilde görebilmiştim. Rüzgâr saçlarını karıştırmış, kaputunun yakasını kanat gibi sallıyordu. Yüzünde ve gözlerinde hem sevinç vardı hem keder, hem acıma vardı hem de veda bakışları! Onu gözümden hiç ayırmadan koşmaya başladım. Trenin son vagonu büyük bir uğultu ve takırtıyla beni geçip gittikten sonra da traverslerin üzerinde koşmaya devam ettim. Sonra… sonra düşüp kaldım. Yolun üzerinde inim inim inliyor, ağlıyordum. Oğlum savaş meydanına gidiyordu ve ben onu, donmuş rayları kucaklayarak, sıkarak uğurluyor, veda ediyordum! Tekerleklerin rayları döverken çıkardıkları takırtılar gittikçe uzaklaştı ve sonra duyulmaz oldu”

Gün Olur Asra Bedel de trenin, tren istasyonunun konunun merkezine oturtulduğu bir romandır. Kitabın  ilk paragrafı aç bir tilkinin demiryolu boyunca gidişini anlatmakla başlar…  Demiryolu istasyonunda devam eder. Kitabın daha 7. sayfasında karşılaştığımız  “Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir.. gider gelirdi… Bu yerlerde demiryolunun her iki yanında ıssız, engin, sarı kumlu bozkırların özeği Sarı-Özek uzar giderdi. Coğrafyada uzaklıklar nasıl Greenwich meridyeninden başlıyorsa, bu yerlerde de mesafeler demiryoluna göre hesaplanırdı. Trenler ise doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir.. gider gelirdi…” Yine aynı kitapta şu cümlenin de altını çizmişim: “Tren geldiği zaman film başlar, gittiği zaman film biterdi”

Tüm bu açıklama ve alıntılar Aytmatov’un eserlerindeki mekan anlayışının ve demiryolunun Aytmatov’un eserlerindeki yerinin de ifadesidir…

Tüm dünyada olduğu gibi Sovyetlerde de  bizde de demiryolu yakın zamanlara kadar kalkınmışlığın ölçütüdür, tren de geniş halk kitlelerinin temel ulaşım aracıdır. Dolayısıyla tren ve demiryolu edebiyatın vazgeçemediği bir konu olmuştur. Dünya edebiyatında İngiliz Edith Nesbit’in “Demiryolu Çocukları” ve Amerikalı romancı Jack London’ın “Demiryolu Serserileri”, İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie’nin “Doğu Ekspresinde Cinayet” ilk aklıma gelenlerdir

Tren Türk Edebiyatında  konu  ve mekan olarak çok kullanılmıştır. Murathan Mungan ünlü Türk yazarlarının tren konulu öykülerinden Tren Geçti isimli çok güzel bir seçki hazırlamıştır. Kemal Demir’in Demiryolu Öyküleri treni konu alan öykülerden bir demet sunar… Umut Düşgün’ün editörlüğünü yaptığı  İki İstasyon Arası Tren Yazıları  da tren edebiyatı üzerinde yoğunlaşan güzel bir kitap…

Yazıya nasıl noktayı koyacağımı düşünürken kapı çalındı. Postacı… Elindeki paketi bana uzatırken “Onay kodunu rica edebilir miyim?”  dedi. Söyledim. Postacıyı yolcu ettikten sonra paketi açtım. Sipariş ettiğim üç kitap çıktı: Bernard Lewis’in Hata Neredeydi?, Salah Birsel’in Kahveler Kitabı, Ayfer Tunç’un Kapak Kızı… İlk ikisi uzun süredir alınacak kitaplar listemde sırasını bekliyorlardı. Sürekli roman okuyan, okudukları kitapların isimlerini 1, 2, 3…. Diye numaralayarak sosyal medyada paylaşan bir arkadaşım var. 2024 yılında 74 roman okumuştu. Son konuşmamızda “2024’de okuduğun kitaplardan en çok hangilerini beğendin?” diye sormuştum. “Ezbere söylemem zor. Listeme bakıp söyleyeyim”  dedi. Dört kitap ismi bildirmişti. İkisini okumuştum. Birisi “tüccar yazar” olarak nitelediğim, asistanlarla çalışan, reklamlarla yaşayan yazarlardan birisinin romanıydı. Diğerini sonraya bırakarak, yıllar önce okuduğum Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” isimli  anı/anlatı tarzı kitabını çok beğendiğim Ayfer Tunç’un Kapak Kızı romanını almaya karar vermiştim. Kitabı elime aldım, ön ve arka kapağına göz attıktan sonra ilk sayfayı okumaya başladım: “Tren çelik raylar üzerinden giderken, hızlanıp sağa sola yatsa da……”

Yazar
Fazlı KÖKSAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen