Tarih boyunca bazı ırklar ve milletler kahramanlıklarıyla diğerlerinden ayrılmıştır. İnsanların ırk ve milletinden gelen özellikleri gelecekteki yaşamları, kültürleri, gelenekleri ve hayalleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Bu makalede, “millet” nedir, “ulusal kimliğin önemi” ve bizim milli kimliğimizin “Azeri mi yoksa Türk mü” olduğu konusunu işleyeceğim.
Bu konu son zamanlarda sıkça tartışılıyor. Bazı işgüzarlar kariyerlerinin sonuna geldikleri için mi, yoksa damarlarında Rus veya Ermeni kanı bulunduğundan dolayı mı bilinmez, bizlere milletimizi ve ulusal kimliğimizi gerçeğinden çok farklı tanıtmaya çalışıyorlar.
Benim fikrime göre bunu yapmalarının nedeni gündemde kalma çabası veya dış güçlerden almış oldukları emirlerdir.
Öncelikle “millet nedir” ve “millet anlayışı neyi ifade eder” sorularına cevap bulmaya çalışacağım ve bu konulardaki görüşümü ifade edeceğim.
Arapça “millet”, Türkçe “ulus”, Fransızca “nation” olarak adlandırılan bu kavram kelimesi, birbirine çeşitli tellerle bağlanmış bir topluluk olarak anlaşılmaktadır. Gelin şimdi bu tellerin ne olduğunu aydınlatalım.
Azerbaycan Türkleri ve Kavramların Adlandırılması
Millet ve Millet Anlayışı
İnsanları birbirine bağlayan tellerin; yani milleti oluşturan faktörlerin ve delillerin iki farklı millet anlayışı üzerine kurulduğu görülür: objektif (nesnesel, maddi) millet anlayışı ve subjektif (öznel) millet anlayışı(1).
Objektif milli anlayışa göre, milleti teşkil eden insanlar birbirine somut bağlarla bağlanır. Buna karşılık subjektif-öznel anlayışta ise milleti oluşturan insanlar birbirine subjektif-öznel kişisel bağlarla da bağlanabilir.
Başka bir deyişle, objektif bir millet anlayışına göre, insan toplumu çeşitli faktörlerin etkisiyle bir ulus olur. Subjektif millet kavramına göre ise, bu dönüşüm subjektif unsurlardan da etkilenebilir (2).
Objektif milli anlayışa göre millet ve ulus aynı ırktan, aynı dilden gelen ve aynı dine inanan insanların meydana getirdiği bir topluluktur.
Bu görüşü benimseyen düşünürlerin bazıları dil birliğini, bazıları yurt birliğini, bazıları soy birliğini, bazıları din birliğini, bazıları tarih ortaklığını ve ülkü (ideal) kardeşliğini bireyleri birbirine bağlayan esas unsur veya faktör olarak görmüşlerdir.
Belirttiğimiz faktörler, birçok ülkenin oluşumunda tarihsel açıdan önemli bir rol oynamıştır. Ancak millet, sadece bu unsurları benimseyen toplumlardan oluşmuyor. Bu açıdan milletin meydana gelmesinde subjektif, yani kültürel öğeler de büyük öneme sahiptir (3).
subjektif millet anlayışına göre, milleti millet yapan manevi bağlar birçok duygu ve düşünceden ibarettir. Subjektif-öznel millet anlayışı ilk olarak Ernest Renan (4) (1823-1892) tarafından 1882 tarihinde yayımlanan Qu’est-ce qu’une nation (Millet nedir) s.114(5) isimli eserinde ortaya atılmıştır.
Milleti oluşturan insanları birbirine bağlayan bu bağlar arasında geçmiş, hatıra, amaç, ideal, gelecek, ülkü birliği gibi unsurlar yer alır (7). Geçmişte yaşanan ortak acılar veya birlikte kazanılan başarılar-zaferler, ortak hedefler için yapılan mücadeleler, ortak tehlikelere karşı birlikte mücadele bibi faktörler insanları birbirine bağlar ve milleti oluşturur.
Ernest Renan, milletin objektif unsurlardan oluştuğu fikrini reddetti. Yazara göre: “İnsan ne ırkının, ne dilinin, ne dininin, ne ırmakların derelerin izlediği yolun, ne de sıradağların izlediği yolun eseridir. Sağlıklı duygulara sahip insanların bir araya gelmesi manevi bir şuur meydana getirir ki buna millet denir. (9) Renan’a göre milleti meydana getiren şey “birlikte acı çekmiş, sevinmiş ve birlikte umut etmek” tir (10).
Şüphe yok ki, Millet bir gönül birlikteliği, bir ruh anlaşması ve bunun hukuki bir ifadesi olarak birlikte yaşama arzusu ve iradesidir. Bu birlik ve anlayışın oluşması için uygun bir zemin gereklidir. Bu zemini oluşturan, yukarda belirtmiş olduğumuz ortak dil, ortak toprak, ortak tarih, ortak soy, ortak ülke, ortak din gibi objektif faktörlerdir. Ancak subjektif veya medeni faktörler bu zemin üzerinde yükselebilir. Demek ki bir milletin meydana gelmesinde hem objektif, hem de subjektif anlayışlar birbirini tamamlamalıdır.
Ayrıca, bir insan topluluğunun bir gönül birliği halini alarak bir milleti meydana getirmesinde siyasi güç ve organizasyonun da büyük bir role sahiptir. Bütün bu kavramlarla birlikte, millete şu şekilde bir tanım verebiliriz:
“Millet ne yalnızca ırk, yurt birliğinden, ne dil, tarih veya ülkü birliğinden, ne de siyasi, hukuki ve iktisadi birliğinden doğar. O yukarıda saydığımız objektif ve subjektif unsurların birleşmesinden meydana gelen tarihi ve sosyal bir gerçektir. (11). Bir Türk yazar olan Gökalp, “millet nedir?” Sorusuna cevap verirken bu kelimenin anlamına daha yakın olan “ırk, kavim, ümmet, halk, devlet” gibi kavramların eleştirilerine atıfta bulunarak, “milletin ırki bir birlik olmadığını, medeni bir birliğe dayanan terbiye ve eğitim sonucunda meydana gelen birlik olduğunu ifade eder (12).
Millete veya hangi millete ait olmanın önemi nedir?
Öncelikle millet çok önemlidir ve milletsiz bir devlet olmaz. Bir devletin var olması için belli bir insan topluluğu olmalıdır. Bahsettiğimiz topluluğu oluşturan insanlar belli bir değere sahip olmalıdır ve tarih boyunca böyle olmuştur.
Bu değerlere coğrafi, ırki, tarihsel faktörler ve organizasyon, kültürel birlik dâhildir.
Milletini bilmeyen devletinin ve vatanının kıymetini bilmez. Milli kimliğine değer vermeyen vatan toprağının da değerini anlamaz. Milletin değerini anlamayan her zaman işgal altında kalır ve ülkesinin hürriyetini ve özgürlüğünü önemsemez.
Milli kimliğini, milli değerlerini, milli ruh birliğini bilmeyen, tanımayan, formüllendiremeyen topluluklar kendi soylarından uzaklaşır ve kendi milli birliğini oluşturmuş diğer milletlerin içerisinde eriyip yok olurlar.
Bu durumda binlerce topluluk vardır. Buna en iyi örnek Avrupa ve Amerika’daki Afrikalılardır. Onlar Avrupa’dakilerin kölesi olarak yaşamış ve kendilerine Fransız, İngiliz demeye mecbur edilmişlerdir.
Bazı insanlar milli mensubiyeti önemsemediğini söyleseler de evlerine en küçük bir eşya aldıklarında o eşyanın menşeini soruştururlar.
Örneğin, bir gömlek alırken, pamuk mu yoksa sentetik mi olduğunu araştırırlar veya bir çanta alırken deri olup olmadığını sorarlar. Kökenlerini ve ulusal kimliklerini önemsemiyorlarsa demek ki sosyal bir varlık olan insana aldıkları eşya kadar değer vermeyi düşünmüyorlar. Bu akla ve mantığa sığacak bir düşünce değildir.
Türklerde millet kavramı devletin ayrılmaz bir parçasıdır (13).
Azerbaycanlıların milleti nedir?
Bu soruya cevaben “Türk milleti” düşündüğünüzü biliyorum ve ben de öyle düşünüyorum. Ancak bazıları “Azeri” veya “Azerbaycanlı” diyor. “Azeri” kelimesi kısa bir süre önce ortaya çıkmıştır. Size net olarak söyleyebilirim ki, Farslar biz Oğuz Türklerini “Azeri Milleti” olarak adlandırmış, Ruslar ise “Azerbaycanlı Milleti” olarak adlandırmıştır.
Bunun nedeni şüphesiz İran olarak adlandırdığımız Fars devletinin 40 milyon Azerbaycan Türkünün ayaklanmasından korkmasıdır. İran Fars devleti “Azeriler” diyerek bizi Türk milletinden ayırmak istemişlerdir.
Öte yandan, Ruslar “Azeri veya Azerbaycanlı”, Özbek, Kazak, Tatar, Tacik diye Türk milletini parçalayarak hükmetmiştir.
Aksi halde Türklerin tek Türk milleti adı ile birleşip onlara isyan edeceklerini ve Kafkaslarda, Avrasyada hüküm süreceklerini biliyorlardı.
Ruslar, Persler ve İngilizler tarih boyunca Türk milletine karşı” böl, parçala, yut veya hükmet” politikası izlemiştir.
Azerbaycan tarih boyunca Oğuz Türkmen, Türk yurdu olmuştur. Hatta ünlü Türk tarihçi M.F. Kirziyoğlu, Dede-Korkut destanındaki hikâyelerde geçen yer adlarının Azerbaycan’da olduğunu ispat etmiştir.
Tarihte Azerbaycan Türkleri için Bizanslılar “Turkia” ve Farslar “Türkmen cenneti” olarak adlandırdılar. Azerbaycan’da yaşayan nüfusa Osmanlı-Safevî kaynaklarında da, “Türkmen” denilirdi. Oğuz Türk hükümdarı Şah İsmail Azerbaycan topraklarında yaşayan insanlara “Türk oğulları” olarak hitap etti ve şu şekilde buyurdu: “Ey Türk oğulları! dilinizin bir sözünü dünyanın hiçbir diline, bir avuç toprağınızı dünyanın hiç bir devletine değişmeyin. Onu koruyun ve gelecek nesillere bırakın!”
Tarihçiler ve araştırmacılar, Azerbaycan isminin kökeni hakkında farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Ancak “Azerbaycanlı” adında bir milletin olmadığı düşüncesinde hemfikir olmuşlardır. Tarihe bu açıdan baktığımızda, bu konuyu incelemiş olanlar bölge halkına “Azerbaycanlı” veya “Azeri” isimlerini vermemiş ve böyle tanımlandırmamışlardır.
Bugün, yaygın ve önyargılı bir şekilde, “Azerbaycanlı milleti”, “Azeri milleti”, “Azerice dili” veya “Azerbaycan dili” gibi kullanımlar yaygınlaştırılmaktadır. Nedense bu durum Güney Azerbaycan’da değil de, Kuzey Azerbaycan’da böyledir. Kuzey Azerbaycan’da halkın dilinde “azeri” ve “azerice” kelimeleri özellikle kullanılıyor. Güney Azerbaycan’daki soydaşlarımız Fars zulmüne maruz kalmalarına inat daha cesurlar ve gerçeği değiştirmiyorlar. Güney Azerbaycan’daki soydaşlarımız her zaman ve her yerde Türk milletinden olduklarını ve dillerinin Türkçe olduğunu özellikle belirtiyorlar. Bu gerçeği Tebriz ziyaretimde bizzat gözlemledim.
Kendilerini “Azeri” veya “Azerbaycanlı” olarak adlandıranlar, tarihsel araştırma yaptıkları takdirde büyük bir hata yaptıklarını farkedeceklerdir. Farslar ateşe tapan küçük bir grubu “Azeri” olarak isimlendiriyor.
“Azerbaycanlı” adında bir milletin olmayacağını okuyan ve inceleyen herkes anlayabilir. Çünkü “Azerbaycanlı”, “Amerikalı”, “Fransalı” gibi ifadeler hangi ülkeden olduklarını belirten ifadelerdir. Bu şekilde bir millet adı olamaz. Nasıl ki, Iraklı, Suriyeli, Libyalı ve Dubaili diye bir millet yoktur ve burada yaşayan insanların milli kimliği “Arap”tır, ve Azerbaycanlıların, Özbekistanlıların, Kazakistanlıların, Türkmenistanlıların, Türkiyelilerin, Güney Azerbaycanlıların, Iraklı ve Suriyeli Türkmenlerin milliyeti ise Türktür. Yani bu insanlar, ulusal azınlıklar hariç aslen Türk milletine mensupturlar.
Milattan önceki dönemlerden XX. yüzyıla kadar, Azerbaycan’da yaşayan insanlara her zaman Türk ve konuştuğumuz dile de Türkçe denilmiştir. Sovyet döneminde, Rusların işgali ile birlikte “Azeri” ve “Azerice” ifadeleri özellikle yaygınlaştırıldı. (14) Stalin 1936’da “Türk milleti” denilmesine karşı çıkarak özellikle “Azerbaycanlılar” denilmesini tebliğ ettirdi. Stalin’in amacı Türklere karşı “böl, parçala, idare et” politikasını hayata geçirmektir. Unutulmaz şair Bahtiyar Vahapzade’nin bu mısraları her şeyi izah etmeye yetiyor:
“Qurdlar olub çobanların qoyunu, (Kurtlar olur çobanların koyunu)
İtdən öyrənirsən öz soyunu, (İtten öğrenirse, kendi soyunu)
Azərilik komunizmin oyunu, (“Azerilik” komünizmin oyunu)
Azəri deyilik,Türk oğlu Türkük. (Azeri değiliz, Türk oğlu Türk’üz!)
Halbuki, 1919, 1924 yıllarına ait belgeler ve 1929 yılına ait kitaplarda Türk dili ve sonrasında 1935 ve 1941 yıllarına ait kimlik kartı ve pasaportlarda milli mensubiyetimiz Türk milleti olarak geçer. Daha sonra bağımsızlık döneminde merhum liderimiz, devlet başkanımız Ebulfez Elçibey’in zamanında da kitaplara “Türk dili” olarak geçmiştir.
Demek ki bizlerin Türk milletine mensup olduğu gerçeği işgalcileri (Rusları, Farsları) ciddi anlamda rahatsız ediyor ve korkutuyordu. Merhum düşünür ve şairimiz Bahtiyar Vahapzade’nin şu mıslarının tam yeri olduğunu düşünüyorum:
Anlaya bilmirəm, niyə “TÜRK” sözü,
Kiminsə başına düşən daş olub… “
(Anlayamıyorum niye Türk sözü,
Kimin başına düşse taş olur?)
Azerbaycan şairlerinden Samed Vurgun’un Stalin’in kabulünde okuduğu “Rehbere selam” adlı şiirinde Türk sözünü kullanmıştır:
Bakının sayrışan ulduzlarından, (Bakü’nün parlayan yıldızlarından)
Çadrasız, boyasız Türk qızlarından, (Çadrasız, boyasız Türk kızlarından)
Uçan durnaların xoş avazından, (Uçan turnaların hoş avazından)
Bizim aşıqların avazında, (Bizim âşıkların avazında,)
Şərqin qapısından yanan bir şamdan, (Doğunun kapısında yanan bir şamdan)
Günəşli gündüzdən, aylı axşamdan, (Güneşli gündüzden, aylı akşamdan)
Azad sənətimdən, azad dilimdən, (Hür sanatımdan, hür dilimden)
Mənə könül verən öz sevgilimdən (Bana gönül veren öz sevgilimden)
Salam gətirmişəm huzuruna mən, (Selam getirdim sana ben,)
Bu gündən, gələcək qərinələrdən! (Bugünden, gelecek yıllardan!)
Sizlerle Azerbaycanlıların Türk milletine mahsus olduğunu tarihi delil ve belgeleriyle paylaştım. Şimdi kendilerini “Azeri” diye ateşe tapan küçük bir kesim olarak görenlere ve “Azerbaycanlı” milleti diye adlandıranlara yeniden düşünmelerini tavsiye ediyorum. Aksi halde, sadece 1936 yılından sonra meydana gelen bir millet olarak görülecekler.
Halbuki, bizler şanlı Oğuz Türkleriyiz ve milattan 5 bin yıl öncesine uzanan bir tarihimiz var. Öte yandan bizim bağımsızlığımızın sembolü olan üç renkli şanlı bayrağımızdaki göğü simgeleyen mavi renginin Türk milletinden olduğumuzu ve soyumuzun Göktürkler’den geldiğini işaret ettiğini anlamaları gerekir. Bunu Azerbaycan’da ilkokul birinci sınıfta okuyan öğrenciler bile bilirken bazı milletvekili veya akademisyenlerin bilmemesi gerçekten hiç inandırıcı değil. Bu önyargılı Türk düşmanlığına son verilmesi gerekmektedir! Azerbaycan’ın kurucusu ve devlet başkanı, Türkçü lider, merhum Ebulfez Elçibey’in şu düşüncelerini hatırlatmak isterim;
“Türklük odur ki; nasıl ki İngilizler İngilizliğini anlıyor ve gurur duyuyorlarsa, siz de Türklüğün önemini fark edin ve onunla gurur duyun. “Ben Türk değilim” diyene karşı hiç ısrar etmeyin. Allah’ın bahşettiği şerefi istemeyen şerefsize biz zorla şeref verecek değiliz elbette.”
Azerbaycan’ın merhum devlet başkanı Haydar Aliyev de her zaman “Türkiye ve Azerbaycan bir millet, iki devlettir” demiştir.
Sözümü merhum şair ve düşünürümüzün şu mısralarıyla bitirmek isterim:
Əslimi, nəslimi tanıyıram mən,
Qarışıq deyiləm özümdən hürkəm.
Sən kimsən, sən nəsən, özün bilərsən
Mən ilk qaynağımdan Türk oğlu Türkəm!
(Aslımı, neslimi tanırım ben,
Karışık değilim özümden ürkeyim,
Sen kimsin, sen nesin, aslını bilir misin?
Ben ilk kaynağımdan Türk oğlu Türküm!)
Bu yazımda dikkatinizi açıkça Türk olduğumuza çektim. Bunu inkâr etmeye çalışanların eminim ki kanlarında Rus veya Ermeni kanı bulunuyordur. Ama bu onlara Azerbaycanlıların Türk olmadığını iddia etme hakkı vermiyor. Bu hukuki bir suçtur! Unutmayın ki bizler şanlı Oğuz Türkleriyiz! Vatanımızın, ülkemizin adı Azerbaycan’dır. Türkiyeli 80 milyonluk Türk kardeşlerimiz her zaman Can Azerbaycan derler. Çünkü onlar aynı can, aynı kan olduğumuzu bilirler.
Ne mutlu Türküm diyene!
Yararlanılan kaynaklar:
1.Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku: Devletler Hukuku Şahıslarından Devlet, Ankara, Başnur Matbaası, Üçüncü Bası, Tarihsiz, s.87.
2. Kemal Gözler, “Devletin Bir Unsuru Olarak ‘Millet’ Kavramı”, Türkiye Günlüğü, Sayı 64, Kış 2001, s
3.MİLLİYETÇİLİK. http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/II9.pdf
4.Renan hakkında bkz. Edward McNall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler: 1850-1950 (Çev. Alaeddin Şenel), Ankara, Birey ve Toplum Yayıncılık, 1982, s.442-443.
5.Kemal Gözler, “Devletin Bir Unsuru Olarak ‘Millet’ Kavramı”, Türkiye Günlüğü, Sayı 64, Kış 2001, s.114.
6.Ernest Renan, Qu’est-ce qu’une nation, Paris, 1882. Türkçe çevirisi için bkz. Ernest Renan, “Millet Nedir”, Ülkü, Sayı 77, Temmuz 1939, s.396 vd., Sayı 78, Ağustos 1939, s.514 vd.
7.Okandan, op. cit., s.693.
8.Ibid.
9.. Ernest Renan, Qu’est-ce qu’une nation, Paris, 1882, s.29 (nakleden Georg Jellinek, L’Etat moderne et son droit, (Traduction française par Georges Fardis), Paris, M. Giard & E. Brière, 1911, Cilt I, s.208).
10. McNall Burns, op. cit., s.443.
11. MİLLİYETÇİLİK. http://www.ait.hacettepe.edu.tr/egitim/ait203204/II9.pdf
12. Ziya Gökalp, Makaleler VIII, “Millet Nedir?”, Ankara,1981, s.151. http://.ege-edebiyat.org/docs/530.pdf
13. Genelbilgi.com
14.Bülent Pakman, Ağustos 2012. Son güncelleme Ekim 2013. http:wp/me PA exV-2
15.Kemal Gözler, Prof.Dr. Uludağ Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi öğretim üyesi
Türk komutan İshak ÇELİK beye, verdiği değerli bilgiler için özellikle teşekkür ederim. Saygılarımla.
Yazar: Aynur TALIBLI
[i] Tarih ve Medeniyet Araştırmacısı