Fatih AKMAN
“Bilim ve Türk milleti (Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti), hatırlayabildiğim tüm geçmişimde, düşüncelerime hâkim oldular. Bir Türk vatansever olarak büyüdüm ve hâlâ öyleyim.” (s.16)
2015 senesinde İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından DNA onarımı ve haritalama yöntemi üzerine yaptığı çalışmalar dolayısıyla iki bilim insanı ile beraber kimya alanında Nobel ödülüne layık görülen Aziz Sancar, ilk etapta büyük yankı uyandırdı ülkemizde. Bilim dalının kendine özgü camiası dışında kalan insanların ismini dahi bilmediği Sancar, bir anda gündemimize girdi. Ancak bilhassa ulusal medyanın Sancar’ı tanıma çalışmaları ve de Sancar’ın verdiği demeçler, açıkladığı düşünceler bir şekilde arzu edilen, istenen yönde değildi. Oldukça meşakkatli bir bilim dalı için günde 20 saate yakın çalışmalar gerçekleştiren, Nobel alan bir bilim insanı portresi ile, ona ulusal medyanın biçtiği kimlik arasında bir uçurum meydana geldi. Çünkü Sancar Türk milliyetçisiydi ve bunu ifade etmekten de çekinmemişti. İşte bu öylesi bir şok oldu, iki kutuplu ulusal medyamızda. O yüzdendir ki her dakika ajandamızda yer alması gerekirken, saman alevi kaybolup gitti gündemden Aziz Sancar ismi.
Aziz Sancar’ın daha evvelinde kendi kaleminden hayatını ve çalışmalarını İngilizce olarak okuyucuya sunduğu eseri TÜBİTAK logusu ile Prof. Dr. Mehmet Öztürk tarafından Türkçeye aktarılarak “Aziz Sancar’ın Kendi Kaleminden, Hayatı ve Bilimi”* başlığıyla yayımlandı. Eserin omurgasını iki bölüm altında tanımlamak mümkün. Birincisi Sancar’ın kendi hayatını kısa ama mesajları açık bir üslupla ortaya koyduğu Hayatı ve Bilimi başlıklı kısım, ikincisi ise Nobel Dersi başlığı altında ele alınan ve Sancar’ın 8 Aralık 2015’te Stockholm Üniversitesi’nde DNA onarımı içeriği ile verdiği konferansın metne dönüştürülmüş halinden mülhem.
“Öğretmenlerim bana Türk halkının tarihinden gurur duymayı ve büyük şeyleri başarabileceğimizin güvenini aşıladılar. Sözün kısası, mükemmel bir eğitim aldım.” (s.19)
8 Eylül 1946 senesinde Mardin’in küçük bir kasabasında dünyaya gelen Sancar, orta halli çiftçi bir ailenin çocuğu olarak, “her zaman yeterince yiyecekleri olan” lakin ayakkabının onlar için dahi lüks olduğu bir ailenin ferdi olarak dünyaya geliyor. Çiftçi ve küçük ölçekte besici bir ailenin ferdi olması hasebiyle henüz çok küçük yaşlarda iken mevzubahis işlerle meşgul oluyor Sancar. Okuma yazma bilmeyen annesinin büyük emekleri ve teşviki, sonrasında okulda öğretmenlerinin ona ve diğer öğrencilere yükledikleri misyon ve en sonunda o dönemde bir subay olan ağabeyinin de etkisi ile Sancar, şahsiyet gelişiminin basamaklarını hızlı adımlarla inşa ediyordu.
Mardin’de lise yıllarında tanıştığı kimya öğretmeni sayesinde bu alana ilgi duymaya başlayan Aziz Sancar, eğitimi boyunca futbolla da yakından ilgilenecek ve dahi Türkiye Futbol Federasyonu’nun 18 yaş altı milli takım seçmelerine dahi davet alacaktır.
Liseyi bitiren ve hedefinde kimya okumak olan Sancar, hekim olmak isteyen Mardinli beş arkadaşının ısrarı ile tıp fakültesi sınavına da girer ve başarılı olur. Yine arkadaşlarının ısrarları neticesinde İstanbul Üniversitesi’nde tıp eğitimine başlar. Başarılı olmanın sıkı çalışmaktan geçtiğini kavrayan Sancar, eğitimi boyunca bir istisna hariç olmak üzere kendini derslerine verir.
“Okul dışındaki tek ilgi alanım ülkede güçlenen komünist/enternasyonalist hareketle mücadele eden Türk milliyetçiliğiydi. Şiddeti asla tasvip etmedim ve hiçbir şiddet eylemine katılmadım ama İstanbul Üniversitesi’nin ana idari binasını işgal eden ve tepesine orak çekiçli kızıl bayrağı asan ‘yoldaş’ların yanlış yaptığına inanıyordum.” (s.22)
Üniversite eğitimi sonrası hekimlik yapmak için memleketi Savur’a dönen, orada aile evindeki bir odayı ücretsiz kliniğe dönüştüren Sancar, bir tesadüf eseri olarak Sağlık Bakanı’nın bölgede bulunması ve onu görmesi sonrası bakanlık bünyesinde Sürgücü adlı bir köyde hekimlik yapmaya devam eder. Orada aldığı maaşın büyük çoğunluğunu hastaların ilaçlarını temin etmeye ve çocuklara oyuncak almaya ayırır. Yine hastalarına daha iyi yardımcı olabilmek adına Kürtçe öğrenmeye de başlar.
1971 senesinde bir burs aracılığı ile lisansüstü eğitim amacıyla ABD’ye giden Sancar, burada yaşadığı uyum problemi ve dil sorunu sebebiyle toparlanmak için yeniden Savur’a döner. Buradaki 6 aylık hekimlik süreci ve kısa bir İngiltere seyahati ertesi bu kez Texas Dallas Üniversitesi’nde Dr. Claud S. Rupert’in yanında laboratuvarda çalışmaya başlar. Bu süreçte yaşadığı başarısızlıklar karşısında yılmayan Sancar, emeklerinin ve çabasının karşılığını almakta gecikmez.
“Başarılı bir bilim insanında üç temel özelliğin bulunması gerektiğine inanıyorum: bilgiye dayalı yaratıcılık, delice çalışmak ve başarısızlık karşısında pes etmemek.” (s.25)
Sancar bu ilk çalışmaları ertesi 1981 senesinde kendisi ile aynı bilim dalında çalışmalar yapan eşi Gwen ile beraber North Carolina Üniversitesi’nin Biyokimya bölümünde akademik pozisyon teklifi alır ve bunun ertesinde burada çalışmaya başlar. Burada da oldukça fazla sayıda atıf alan önemli çalışmalar yapan Sancar, 25 senedir açıklığa kavuşmayan bir problem üzerine önemli bir makale kaleme alır ve araştırmaları üzerine soru soran Türk meslektaşlarına da şu sözleri söyler: “Benim Yunus Emre destanım”. Geçen yıllar ve elde edilen nice başarılar sonrasında 2015 senesinde yine büyük bir ilgi uyandıran “insan genomu onarım haritası” ile kendi deyimiyle laboratuvarındaki son 10 yıldaki en tatmin edici başarısına ulaşır. Keşfettiği bu haritayı da Pirî Reis’in 1513 tarihli dünya haritasına benzetir. Sancar hâlâ DNA onarımı ile ilgili alt çalışmalara, Türk insanının ve bütün dünyanın ufkunu aydınlatmaya devam ediyor. Son söz eserin çevirisini yapan Prof. Dr. Mehmet Öztürk’ten:
“Aziz Sancar özgürlükçü, ülkücü, Atatürkçü ve inançlı birisidir. Onun için Atatürk Türkiyesi’ne sahip çıkmak siyasi bir seçim değildir, vicdani bir seçimdir.” (s.12)
*Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Eylül 2018