Baba

Ekrem ÖZKAN

Baba, çocuğu olan veya çocuğun dünyaya gelmesine sebep olan erkek kişi, ata, peder, eb, ced. Sözlüklerimiz böyle tanımlıyor babayı.

Baba; “evladı için yılları sırtında taşıyan adam”dır. Yalnız çocukluğumuzda değil hangi yaşta olursak olalım yüreğimizdeki devliği, arkamızdaki dağlığı ile güven sığınağımız, huzur limanımızdır derim. Bakın şair Ali Akbaş ne demiş baba için:

“Bazı an öyle yaman

Dünya korkar sanırım

Biraz sabır ve iman

Ben babamı tanırım

Harman yanarken gördüm

Yağmur yağarken gördüm

Güler ağlarken gördüm

Ben babamı tanırım

Babam en büyük çeri

Ekmektir alın teri

Uy babamın elleri

Ben babamı tanırım

Evimizin direği

Ne büyüktür yüreği

O erkeğin erkeği

Ben babamı tanırım

Büyüktür dağlar kadar

Bulunmaz ona uyar

Azıcık parası var

Ben babamı tanırım

O toprakla güreşir

Öküzüyle dilleşir

Dünyamız güzelleşir

Ben babamı tanırım”

Çoğu zaman öldükten sonra kıymeti anlaşılan sağlığında pek de kadri bilinmeyen, nasihatleri ile ufkumuza yol çizen, sessiz ama içten seven, evladı için her türlü fedakârlığa, her türlü cefaya, katlanan, en büyük mutluluğu evlatlarının mutluluğu olan insandır baba.

Atasözlerimiz onu kutsamış, deyimlerimiz hep onun koruyuculuğunu, sevecenliğini, iyi yürekliliğini, hoşgörülüğünü dile getirmiştir.

İyi yürekli sevecen bir adam gördük mü “ne baba adam” deriz. Yoksulun elinden tutana “fukara babası”, herkese iyilik etmek için çırpınan bir kişiye babacan, inandığı değerler için gözünü budaktan sakındırmayana ise babayiğit deriz. İyilik yapan birine: “Babana rahmet” der, dua ederiz. Öfkelendik mi birilerine, “babanın şarap çanağına” der ve devam ederiz. Hey heyleri üzerinde birini gördük mü, “babaları tutmuş”, “babaları üstünde yine” diyerek biraz da alaycı yereriz ilgili kişiyi.

“Baba ocağı” hasreti çekilen yuvadır her insan için. Çünkü o ocakta dünyayı tozpembe gören çocukluğun ve gençliğin en güzel denemeleri geçirilmiştir.

Görünüş ve davranışları ile babasına benzeyenlere, “babasının oğlu” Bir kuruluşu keyfi yönetenlere kızgınlığımızı belli etmek için de, “babanın çiftliği mi sandın burayı” deriz. Malını, parasını har vurup harman savuran birini gördük mü “ne olacak kendi kazanmamış ki “baba malı” hele bir kendi kazansın…

Beddualarımızda da kullanırız babayı. Kızdık mı birine “baba çıka” deriz. Hak ettiği kötü duruma düşene “babayı yedi”, yasadışı işlerde baş olanı da “mafya babası” olarak nitelendiririz. Babayı en güzel tanımlayan sözlerden biri ” çatı babası”dır. Asma çatılarda gergi kirişinin ortasına yerleştirilerek makas kirişlerinin yükünü olan ana direk.

Evet, evin ailenin ana direğidir baba. O, gülen gözleri ile içimizi ısıtan, sıcak nefesi ile saçlarımızı okşayan, güven veren, başımız sıkışınca kendisine koştuğumuz, koruyucu meleğimiz olan kutsal varlıktır.

“Sordum sarıçiçeğe

Anan, baba var mıdır?

Ne sorarsın ey derviş

Anam yer, babam yağmur.”

Evet, böyle sesleniyor yılların ötesinden Yunus Emre…

Sarıçiçek için toprak ve su ne ise insanoğlu için de anne ve babası odur. Biri bizi kendi bedeninde büyütüp dünyaya getiren, bizimle gülen bizimle ağlayan, diğeri dünyaya gelmemize vesile olan besleyen, esirgeyen, koruyan, üzerimize titreyen varlık sebeplerimiz.

Baba, bir çınardır gölgesinde mutluk türküleri söylediğimiz. Bir kayadır bizim için hayat rüzgârlarının en şiddetlisine direnen. Sabır taşıdır; yağışların, rüzgârların bedeninden parça parça yıllarını koparıp götürürken dahi acısını içine gömen bir “of” bile demeyen.

Baba, bir lokma ekmeğin evladının boğazından geçtiğini görmeden kendi açlığını hissetmeyendir. Baba, acılarını, çaresizliklerini, özlemlerini içine gömen; evladının yüzü gülsün diye hayat denizinin azgın sularına karşı amansızca kulaç atan, dalgalar ne denli güçlü olurlarsa olsunlar onlara direnen sevgidir, sevgilidir.

Öldükten sonra büyüklüğü anlaşılan, eyvah!.. denildiği zaman da işi işten geçmiş olan kişidir baba. Şair Mustafa Nihat Malkoç bakın ne güzel dile getirmiş bu duygularını:

“Sen gittin gideli ruhum tarûmar

İnsanlar cihandan acep ne umar?

Terk edilen için ömür bir kumar

O gün bugün günler geçmiyor baba!

Bahçemdeki güller açmıyor baba!

Bir gönülün merkezine har düştü

Yaz ortası yüreğime kar düştü

Hayalimde yüceleşen yâr düştü

Hüzün bedenimden göçmüyor baba!

Bahçemdeki güller açmıyor baba!

Hasret kaldık, aylar geçti sesine

Bülbüller ram olur gül nefesine

Ruhun veda etti ten kafesine

Beden Azrail’den kaçmıyor baba!

Bahçemdeki güller açmıyor baba!”

Bir de “baba bedduası” vardır. Baba bedduası alanın yüzü gülmezmiş derler. Ben Lise son sınıfta idim babamı kaybettiğimde. Duasını çok aldım amma beddua ettirmedim kendime. Bir baba evladına beddua eder mi? Eder. Evlat hayırsızsa, canından bezdiriyorsa babasını eder. Siz, siz olun ey babaları hayatta olanlar, kadrini kıymetini bilin bu sebeb-i vücudunuzun. Sizin için her türlü fedakârlığı yapan bu kutsal insanın duasını almaya bakın. Ana- baba bizlerin dünyaya gelmesine vesile olan bu iki varlık için, bakın, yüce peygamberimiz Hz. Muhammed ne demiş:

“Cennet kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulur, Ana-babasını üzenler ve sılâ-ı rahmi terk edenler bunu duyamaz.” “Ömrünün uzun, rızkının bereketli olmasını isteyen, ana-babasına iyilik etsin, sıla-ı rahimde bulunsun!” “Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyiliktir.” “Ana-babasından biri hayatta olup da, onun rızasını almayan, onu küstüren, Cehenneme girmeye müstahak olur.”

Analar duygularını açık açık belli ederler; babalar ise içlerine gömerler. Onlar, metin olmak, kuvvetli olmak veya en azından öyle görünmek zorundadırlar. Babanın misyonunda zayıflık yoktur. O, acısı gibi sevgisini de içine gömer. Dik durur. Öyle de durmak zorundadır o nedenle insanoğlu hayat denizinde karşılaştığı bütün olumsuzlukların şikâyet merkezi olarak da babayı görür. Bakın Uğur Yeniler Eskişehir’den nasıl sesleniyor:

Bakalım Dünyanın düzeni çoktan değişti

Çalanlar çırpanlar bey oldu baba! …

Ar namus kalmadı, suç değil zina

Nankörlük insanda huy oldu baba! ..

Unuttu çoğu, giydiği çarığı

Yağmurlar kapattı birçok yarığı

Kilise keşişi giymiş sarığı

Devşirme artıklar soy oldu baba! ..

Çiftçinin elinde kaldı yabası

Efendinin şimdi yanmaz sobası

Göçe zorlandı on çocuk babası

Kentte varoşlarda oy oldu baba! ..

İşçinin, memurun hali çok beter

Bordroyu almadan maaşlar biter

Aybaşı gelince bizi kim tutar

Maaşlı kaçmaktan tay oldu baba! ..

Çağ atladık sen öldükten buyana

Medeni olduk boyana boyana

Küpeyi takan o yana bu yana

Gece bayan gündüz bay oldu baba! ..

Okula yolladık oğlanı kızı

Kayboldu sokakta bulunmaz izi

Bu gençlerin hali içimde sızı

Kurtlar sofrasına mey oldu baba! ..

Uğur oğlun için sözün vasiyet

Bıraktığın gibi hala vaziyet

Soyundan eksilmez, asla haysiyet

Sözlerim ok! .. dilim, yay oldu baba! …

Ocak, Türkçemizin çok anlamlı sözcüklerinden birisidir. Gerçek anlamı ile ateş yakmaya yarayan; pişirme, ısıtma, ısınma işleri gören her türlü yer anlamındadır. Ancak gelin görün ki sevimliliğinden midir sıcaklığından mı ocak kelimesi Türkçemizde tamı tamına on üç değişik anlamda kullanılmaktadır. İlim ocağı, asker ocağı, hayır ocağı, baba ocağı…

“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”

buradaki anlamı ile ocak ailedir, yurttur, soydur, evdir, barktır.

Ne demiş gönül gözlü Bekir Sıtkı Erdoğan :

“Sıla burcu burcu ile ocağım

Çoluk çocuk hasretinde kucağım

Sana ben her şeyim anlatacağım

Otur başucuma sor yavaş yavaş”

Evet, baba ocağı? Hani her zaman hasreti çekilen yuvamız olan yer. Dünyayı tozpembe gördüğümüz çocukluğumuzun ve gençliğimizin en güzel zamanlarını geçirdiğimiz o kutsal çatı. Okumak için baba ocağından ayrılan bir genç, okulumu bitirince döneceğim der. Askere giden “vatan borcum biter bitemez ordayım” der. Ya bir başka ocağı tüttürmek için baba ocağından ayrılan bir genç kız nasıl düşünür? Varlık sebeplerimizden biri olan babadan ve baba ocağından ayrılan bir genç kızın duygularını da Berika Küçük’ten dinleyelim:

“Babalar kızları çokça severmiş

Hem severmiş hem de gelin edermiş

Allah’ın emri bu, muradım dermiş

Senden ayrılması zor derim babam

Hem ağlarım hem de giderim babam

Bindirdin kır ata, gelin yolladın

Ardım sıra gizli gizli ağladın

El açıp duanı bana bağladın

İnşallah hakkını öderim babam

Hem ağlarım hem de giderim babam

Al duvakla çıktım, akla ölecem

Bir derdim olursa sana diyecem

Duaların yardımıyla gülecem

Seni herkesten çok severim babam

Hem ağlarım hem de giderim babam

Baba ocağını yaksın kardaşım

Gelinlik çağına erişti yaşım

Başka ocaklarda pişecek aşım

Her derdi sineme çekerim babam

Hem ağlarım hem de giderim babam

Sıkı öğüdümü aldım ben senden

Yanlış bir hareket bekleme benden

Öyle yetiştirdin eğitmenim sen

Sana çok teşekkür ederim babam

Hem ağlarım hem de giderim babam”

Sadece genç kızlar değil bazen de babalar ayrılır yuvadan. Kolay değil ekmek aslanın ağzında.

Peki, yuvasından ayrılan gurbet ellerinde evlat hasreti, yuva özlemi ile yanıp kavrulan, çocuklarım ele güne muhtaç olmasınlar diye her türlü fedakârlığa katlanan babanın geride bıraktığı çocukları ne düşünür. İşte, ekmek parası için gurbete giden bir babanın ardında bıraktığı çocukların feryadı. Gazi Özcan ‘dan dinleyelim:

Gurbet elde çok eğlendin

N’olur sılana dön baba

Yeter diyerek söylendim

N’olur sılana dön baba

Bu mudur bu işin yolu

Perişan hanenin hali

Batsın parasıyla pulu

N’olur sılana dön baba

Kardeşlerim yolun gözler

Ayşe seni çok çok özler

Haline yüreğim sızlar

N’olur sılana dön baba

Lanet parayla puluna

Acı ailenin haline

Dayanılmaz bu zulme

N’olur sılana dön baba

Gazihan’ı üzme sakın

Dönüp etrafına bakın

Evimize sinmiş kokun

N’olur sılana dön baba

Bu duyguyu yaşadığım için iyi biliyorum. Bir evlat için elbette babanın bulunmayışı çok çok zor.

Ya baba için? Hiç unutmam, yıl 1990’dı. Yurtdışındaki Türk çocuklarını eğitmek için Belçika’ya Milli Eğitim Bakanlığınca gönderilmiştim. Ortaokul ikinci sınıfta okuyan kızımdan bir mektup aldım. Mektuba kollarını ileriye uzatan ev resmi çizmişti. “Baba seni çok özledik, gel” diyordu. Ancak bir hafta izin alabilmiştim bu mektubun üzerine. Bir hafta… Dört günü yollarda geçen bir hafta…

“Velâ üffin kelâmında buyurmuştur Hak Tealla

Babaya “öf” dememiz helâl değildir asla

Pençe-i kahrı şirden insanlar olurken lerzan

Babadır evlâdı için pençe-i aslana karşı duran

Bu da yetmez, eğer adet etmiş olsaydı Allah ömür bahşetmeyi

Baba ve anne bahşederdi ömrünü evlâda tereddüt etmeden bir an.”

Şair Hüsamettin Septioğlu, babaya ” öf” bile demenin ne kadar yanlış olduğunu söyledikten sonra, onların, evlâtları için yapacağı fedakârlığın sınırsız olduğunu: “Eğer Allah, insanoğluna ömür bağışlamayı emretseydi, baba ve anne çekinmeden evlâdı için canını bahşederdi” diyerek baba ve annenin evlâdı için neler yapabileceğini belirtiyor.

Necati Demir ise “Babam” adını verdiği şiirinin son dörtlüğünde:

“Ne mutlu annesini, babasını bilene

Onlarla ağlayıp onlarla gülene

Peygamberimiz diyor yazıklar olsun

Yaşlı atasına bir “öf” diyene”.

…diyerek, anne ve babanın kutsallığını vurguluyor.

Peki ya evlâtlar, onlar ne yapıyorlar baba ve anneleri için. Ne diyelim, babası hayatta olmayanların Allah, babalarına rahmet etsin; ama hayatta olanlar, siz, siz olun onları hoş tutun, hayır dualarını almaya bakın.

Çocuk yaşta kaybedilen babanın insan ruhu üzerindeki olumsuzluğunu anlamak gerçekten çok zordur. Böyle bir duyguyu yaşayan şair Zekeriya Bican’a kulak verelim:

“Bir haziran günüydü, öldü dediler…

Ölüm neydi ki, nasıldı ki?

Tarif etmeden pat diye söylediler…

Aklım erene dek bekledim hep,

Yine soframızda başköşede olacaktı sanarak…

Dünyalar kadar bir boşlukta kaldı soframız,

Pencerenin önünde yolunu gözledim hep,

Kıpkızıl akşamlarca, mosmor gecelerce…

Çıkıp gelecekti ansızın, yine bayram sabahında,

Öpecektim o ince uzun parmaklı ellerinden…

Yeni Cami köşesinden görünecekti bir akşam…

Her akşam dönüş saatlerini umutla bekledim ya.”

Mehmet Şükrü Baş ise babasına duyduğu özlemi şu satırlarla dile getiriyor:

“Hasretin içimde bir volkan oldu

Durmadan tutuşup yanıyor baba

Yılların özlemi yaktı kavurdu

Bu hasret içimde kanıyor baba

Arkamda bir dağdın Süphan’dan yüce

Erişmek ne mümkün böyle bir güce

Çıkmadın aklımdan ne gün ne gece

Özledim ellerin öpeyim baba”

Babanın yolunda yürümek, o, göçünce de bu dünyadan onun bıraktığı boşluğu doldurmak, ona rahmet okutmak her evlâdın en kutsal görevi olmalıdır.

Şair H. Ergün Yılmaz da, evlât olarak, babasının izinde olduğunu yazdığı “Benim Babam ” adlı şiirinin son dörtlüğünde, şöyle dile getiriyor:

“Hasan Ergün sana evlât olacak

Zor olsa da yine yerin dolacak

Kapın açık, hanen her an dolacak

Misafir karşılar, sokakta babam.”

Ey babaları anneleri hayatta olanlar, “Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyiliktir.” diyen Peygamberimiz Hz. Muhammed’in sözüne kulak veriniz.

Babaları, anneleri bu dünyadan göçmüş olanlar; sizler de artık ben hiçbir şey yapamam demeyiniz. Bakınız, peygamberimiz Hz. Muhammed bir Hadisi Şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse ölünce, ameli kesilir, amel defteri kapanır. Yalnız şu üç kimsenin amel defteri kapanmaz:

– Sadaka-i cariyesi,

– ilmî bir eseri,

– geride kendisine dua eden hayırlı bir evlâdı olan.”

O halde siz, siz olun babanızın hayırla yâd edilmesi için her zaman güzelliklere, iyiliklere, doğruluklara koşunuz.

Amin

Yazar
Ekrem ÖZKAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen