Türk Edebiyatı dergisinin 2004 Ağustos- Eylül sayısının, Kalemlik’inde Hayrullah Kaşıkçı’nın “Bayrak” isimli şiiri yayımlanmış. Yedili hece ölçüsüyle yazılan bu şiirin dikkatimi çeken altıncı dörtlüğü şöyledir:
Seni gören her insan
Etkilenir derinden
Arif Nihat Asya’nın
O bayrak şiirinden
Arif Nihat Asya’nın o bayrak şiirinden etkilenmeyen var mıdır? Zannetmiyorum. Çünkü şiirin daha ilk iki mısrasında Türkçenin o berrak ve saf ahengiyle öylesine sarmaş dolaş olursunuz ki âdeta kendinizi kozmik bir âlemde, kız kardeşinizi gelin ederken ya da bir şehidin “şeb-i arus”unda saf tutarken bulursunuz. Bir an olduğunuz yerde mıh gibi kalır, sessizliğin sesini duyarsınız. Sonra, sonra dudaklarınız yavaş yavaş çözülür, kıpırdanmaya başlar ve siz hiç farkına varmadan bir sel gibi coşup taşarsınız:
Işık ışık, dalga dalga bayrağım;
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım!
Bu yiğitçe seslenişler bütün şiire bir destan havası, bir meydan okuma hissi kazandırır. Bu durum tam da Arif Nihat’ın istediği gibi şiirin son mısrasına kadar devam eder:
…
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim;
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Çünkü o, bilir ki bayrağın dikildiği yer vatandır ve insan, ancak vatanında özgür yaşamanın hem adını hem tadını anlar. Zaten bunu “Bayraksız Olamam” adlı şiirinde de açık açık söylemiştir:
Bir çocuksam
Kucaksız,
Oyuncaksız;
Bir delikanlıysam
Atsız,
Pusatsız
Olabilirim
Bayraksız olamam!
Çünkü o, nefes alıp verdiği ömrünün her anında “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” diyen vatan sevdalısı, millet, memleket aşığı bir Türk’tü ve ona göre bayrak ile vatan, ecdadımızdan günümüze ve yarınımıza kalan en değerli yadigârdı. Bundan dolayıdır ki Arif Nihat, “Onlar” şiirinde şöyle der:
Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar…
Yurt dediler, gölgesine
Ayaklarını bastılar.
…
Onlardan kaldı bu toprak…
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye
Destan da yazmayalım mı?
Benim, dedemle yan yana
Yazılı kalacak adım…
Yıldızların söneceği
Güne yıldızlar sakladım…
Evet, bayrak temalı şiirlerinden örnekler verdiğimiz Arif Nihat, Türk edebiyatın bayraklaşan şairidir. Malumunuz “Ey mavi göklerin kızıl ve beyaz süsü / Kır kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü” diye başlayan Bayrak şiirini, öğretmenlik yaptığı Adana’da yazmıştır. 5 Ocak 1940’da, Adana’nın düşmandan kurtuluşunun yıldönümünde, ilk defa okunan bu şiirle Arif Nihat Asya bütün yurtta Bayrak şairi olarak anılmaya başlanmıştır.
Arif Hoca, Yavuz Bülent Bâkilerle yaptığı bir sohbette Bayrak şairi olmanın verdiği şöhretle nasıl ölümden döndüğünü anlatır: Yıl 1943 Ağustos ayı. İkinci Dünya Savaşı yılları Arif Nihat, ikinci defa askere alınır. Yer: Diyarbakır.
“Diyarbakır’da hem bir cehennem sıcağında kavrulup durdum, hem de müthiş bir Diyarbakır sıtmasına tutuldum. Orduevinin üst katındaki odalardan birinde ateşler içinde yatıyordum. Aşağıda kulağıma müzik sesleri, kadın-erkek kahkahaları geliyordu. Nedir ne oluyor diye düşünürken hatırladım ki günlerden 30 Ağustos’tur. Aşağıda balo var ama benim kolumu kaldıracak mecalim yok. Derken gecenin bir vaktinde yattığım odanın kapısı usulca açıldı. Elektrik düğmesi çevrildi. Baktım en önde, yüksek rütbeli bir subay. Arkasında birkaç doktor subay daha var. Kendi kendime: Eyvah dedim Azrail doktor kıyafetiyle çıkıp gelmiş. Yanılmışım. Bana güler yüzle yaklaşamaya başladılar. Kimi nabzımı tutuyor, kimi ateşime bakıyordu. Geçmiş olsun dediler. Muayenemden sonra, yüksek rütbeli subay, diğerlerine emir verdi:
-Yarın derhal hastahaneye! dedi.
Sabahleyin, kaldığım odaya, birkaç sıhhiye eri geldi. Beni bir sedyeye uzatıp hastahaneye götürdüler.(…)
Orduevi odasından bir hastahane odasına nasıl getirilmiştim? Merakımı ziyaretime gelen arkadaşlardan öğrendim. Meğer 30 Ağustos’ta kahramanlık şiirleri de okunmuş. Orada bulunan yakın arkadaşlarımdan Kemal Dağlıoğlu, Bayrak şiirimi okumuş. Birkaç defa daha okutmuşlar. Kimin bu şiir demişler? Kemal de şahadet parmağıyla tavanı göstererek: Bu şiiri yazan adam yukarıda bekâr odasında 40 derece ateş içinde yatıyor şimdi! demiş.” [1]
İşte böyle, yazıldığı günden beri Türk milleti tarafından çokça sevilen, çokça okunan Bayrak şiiri ne yazık ki zaman zaman birilerini öfkelendirmiştir. Bazen şiirin ilk bendinde “Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım”dendiği için bazen de şiirin son bendinde “Nereye dikilmek istersen / Söyle, seni oraya dikeyim” dendiği için rahatsız olanlar olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bu durum 1972’de Töre dergisi için Arif Nihat Asya ile yapılan bir konuşmada soru olarak gündeme gelir:
S. –Bayrak şiiriniz bazen radyoda son kısmı çıkartılarak okunuyor. Bu çıkartma hakkında ne dersiniz?
C. –Aslında bu soru, o kısmı okumayanlara sorulması lâzım gelir. Herhâlde lokma büyük geliyor. Gırtlaklarına tıkanıyor, onun için küçültüyorlar. O kısım çıkarılınca bayrağın direği kalıyor. Onu ne yapacaklarını kendileri bilirler.
Arif Nihat’ın bu cevabının ardından gelen bir başka soru daha var ki o soruyu ve Üstadın verdiği cevabı sizinle paylaşmadan geçemeyeceğim:
S.—Size “Turancı” diyorlar. Bu konuda görüşünüz nedir?
C. – İngiltere Turancıdır, Rusya Turancıdır; İsrailliler de öyle. Bütün bunların içinde ben Turancı olmuşum ne çıkar? Hatay, Hatay dedik Hatay’ı aldık. Hatay demek Turancılık yapmak demekti. Bugün de Kıbrıs, Kıbrıs diyoruz ve mis gibi Turancılık yapıyoruz. İnşallah onu da alırız. Benim daha nice Turanlarım var… Saymakla bitmez.[2]
Bayrak şairi sıfatını bayrağa layık biçimde taşıyan Arif Nihat Asya, Millî edebiyatın Cumhuriyet dönemi temsilcisidir. Mehmet Eminlerin, Ömer Seyfettinlerin, Ziya Gökalpların yaktığı meşaleyi zirvede tutan müthiş bir kalemdir. Ele aldığı hemen hemen her konuyu bir nakkaş gibi bir hattat gibi ince ince işlemiştir. Onun şiirlerinde millî duygu, kahramanlık, memleket, tabiat, aşk, din, tarih, aile, töre, insanlık gibi konular sade, anlaşılır bir dilin en güzel örnekleriyle doludur. Her metninde Türkçenin zenginliğini, dilin inceliğini ve kıvraklığını rahatlıkla görebilirsiniz.
Edebiyat çevrelerinin ortaya koyduğu kıstaslara boyun eğmeyen, şu kalıpla veya bu kalıpla yazacaksın diyenlere pek aldırış etmeyen Arif Nihat, bazen aruzla bazen heceyle bazen de serbest denilen tarzla edebî ve ebedî şiirler yazmıştır. Meselâ onun yıllar önce kaleme aldığı “Kayıp Kızlar” hâlâ kayıp olmaya devam etmekteler; sevgisiz, ilgisiz, kararmış yüreklerin ellerinde, her gün hoyratça ıstırap çekmekteler, adım adım ölüme gitmekteler:
Çıksa bir anlar beni
Baksa bir anlar bana!
Geçti iş işten, yazık,
Oldu olanlar bana!
…
Ağlasın ardım sıra,
Tatlı zamanlar, bana;
Yaksın ağıt beş vakit
Günde ezanlar, bana!
Anne dizinden kapıp
Kıydı yılanlar, bana!
Ağlayın ey kumrular:
Vurdu vuranlar bana!
Bu durum Arif Nihat’ı o kadar çok üzmüş, tedirgin etmiş olmalı ki bir şiirinde şöyle seslenir yüce yaratıcıya:
Elsizlere el, dilsizlere dil ver yeniden!
Lûtfet, bize bir şanlı nesil ver yeniden!
Dünyayı alıp avcuna bir gün Tanrı’m,
Avcunda bu dünyaya şekil ver yeniden!
Yeni bir dünya nasıl kurulur bilmem; ama bildiğim bir şey var ki o da yolu sevgiden geçmeyenlere, sevgiyle buluşmayanlara inat, Arif Nihat’ın karısı Servet Asya’ya yazdığı “Sevgi Mektupları”dır…[3] 97 mektup yazmış Arif Nihat Asya, Servet’ine… “Ne şiirden, ne de şöhrettendir: Mutluluk Arif’e Servet’tendir!” demiş. İşte o mektuplardan biri:
16.VII. 1940 / Adana -6. Mektuptan-
Servet Yavrum, görüyorum ki sen Adana’da kalmak işine benim kadar ehemmiyet vermiyorsun… Hadiseler beni burada kalmaya mecbur ediyor. Sensiz bu, bir mecburiyet olmakta çıkar, mahkûmiyet olur. İsterdim ki sevgimizin sözü bir büyüğün sözünden de kuvvetli olsun.
İsterdim ki hadiseler seni de yalnız benim sana bağlılığım için değil, aynı zamanda senin bana bağlılığın namına her şeye rağmen burada kalmaya mecbur etsin.
…
Mektup isterim Servet, resim isterim, sevgi isterim, senden ablalık kardeşlik ve kadınlık isterim. Ve yarın muhakkak seni isterim. Daha gizli sözlerimi dudaklarına söylemek isterim, her şeyimi ve büyük açlığımı sana saklayarak seni bekleyerek yaşıyorum.
Ve işte bir başka mektubundan örnek, belki de dünyanın en kısa mektubundan…
26-27.III.1941/ Saat 3/ Adana -48. Mektuptan-
“Arayacaktın, aramadın; gelecektin, gelmedin kadınım. “Hastanı bırak da gel” demeye dilim varmaz. Fakat hastan bir değil kadınım.”
Gördüğünüz gibi Arif Nihat’ın nesirlerindeki güzellik apayrı bir yer tutar. “Yastığımın Rüyası” adlı kitabı yayımlandığında Ahmet Hamdi Tanpınar bu eseri büyük bir yenilik ve başarı olarak karşılar ve şunları söyler:
“Mensur şiirleri ihtiva eden bu küçük kitap, bizde hâlis san’at (art–pur) sahasında yapılan ilk teşebbüstür. (…) Arif Nihat, kendisine mahsus yazışı ve duyuşu olan orijinal bir sanatkârdır. Halı, Körler, Son, Bebek gibi nefis parçaları ihtiva eden Yastığımın rüyası, eskiyi gevelemekten yorulan dimağımıza fantezist bir çeşni getirmektedir. Küflü bir romantizme ve şekle bürünen ruhlara bu kitap, büyük bir ders ve yeniliğe susamış ruhlara da büyük bir ümittir.”[4]
Bu ümit bizim içindir, içimizdedir ve bizdedir. “Bizdedir”, aynı zamanda Arif Nihat’ın muhteşem nesirlerinde biridir. Gelin ondan da azıcık nasiplenelim:
Kökünü inkâr eden ağaç, kabuğunu beğenmeyen civciv bizdedir.
Dikenleri budanmış kirpi, dişleri sökülmüş kurt, bizdedir.
Şefkat teşkilatı bizde, sürüyle dilenci bizdedir.
Yaşken eğilir diye yaşken kırılan dal bizdedir.
Yer bizdeyken yersizlik bizdedir, yol bizdeyken yolsuzluk bizdedir.
En kuvvetli hafıza bizde, en kuvvetli unutma bizdedir.
Kazanmak bizde, kazanmadığını yemek bizdedir.
Kuyu bizde, kova bizde, ip bizde; su kuyudadır.[5]
Evet, “En kuvvetli hafıza bizde, en kuvvetli unutma bizdedir.” diyen Arif Nihat’ı haklı çıkarmak için midir nedir bilemem; ama maalesef onu da unuttuk. Vefatından bir yıl sonra, Emine Işınsu, Arif Nihat Asya’nın eşi Servet Hanım’la yaptığı sohbeti anlatır:[6]
“5 Ocak… Mühim bir tarih. Adana’nın kurtuluşu ve Arif Hoca’nın “Bayrak” şiirini yazıp okuduğu gün. O törenlere diyor eşi, hani lâf olsun diye bir kerecik davet etselerdi. Sen Arif Nihat Asya’sın Adanalıların, sevgilisi, sen 5 Ocak’ın sevdalısı… Sen bayrak şiirlerinin en güzelini Adana’da yazan, buyur bir kerecik 5 Ocak törenine katıl, deselerdi… Demediler. Hiç çağırmadılar Arif’i. Bir şey söylemezdi ama ben bilirdim davet beklediğini için için… Hüzünlenirdi her 5 Ocak’ta…
Ve tarih 5 Ocak 1975… “Tıpkı şiirinde anlattığı gibi gitti diyor eşi; eli titreyerek sulu sepken kahvesini içti, bir nefes sigarasını çekti… Sonra yumruklarını sıkıp…
Nasıl oldu bilmem bir gün
Tütününün dumanını savururcasına,
Veriverdi son nefesini,
İzin verin…
Bir daha çeksin
Lülesini!
Tutuşturmadan eline
Karşıyaka’da ikâmet tezkeresini,
Sofrasını son defa kurun;
Nasıl yakıştıracak görün,
Ecel şerbetinin üstüne
Yumruk mezesini!”
Evet, işte o günden bugüne aradan 47 yıl geçmiş. Yine bir 5 Ocak geliyor ve fakat bu 5 Ocak’ta Arif Nihat bu sefer unutulmayacak. Adana’daki 15 sivil toplum kuruluşunun üyeleri bu 5 Ocak 2022’de Ankara’da Karşıyaka’daki ikâmetinde Bayrak Şairini ziyaret edecek ve ona Adana’nın ve Adanalıların selamını götürecek, diyerek yazımızı bitirirken son sözü şair dostumuz Mehmet Ali Kalkan’a bırakalım:
Arif’sin bilirsin Hak zulmü yener,
Ay gelir, gün gelir, bu devran döner
Elbette sahnede son perde iner,
Asya‘dan dal vermiş Asım’lara bak![7]
Kaynaklar
[1] Y. Bülent BÂKİLER, Ârif Nihat Asya İhtişamı, Size Dergisi Yay. 2007 İst. s.157
[2] Mustafa KARAPINAR, Töre dergisi, S.17-1972 s.34
[3] Haz. Yavuz Bülent Bâkiler, Arif Nihat ASYA’nın Sevgi Mektupları, Size Dergisi Yay. 2003 İst.
[4] Sadık Kemal TURAL, Arif Nihat Asya’nın Düşündürdükleri, Töre dergisi, S. 56-1976 s. 20
[5] Arif Nihat ASYA, Kubbeler, Ötüken Yay.1976 İst. s.279
[6] Emine IŞINSU, Vefatından Bir Yıl Sonra, Töre Dergisi, S.560- 1976 s.22
[7] M. Ali Kalkan, Türk Edebiyatı dergisi, 2004 Ağustos- Eylül- İst.