Ses Bayrağımız: Türkçemiz
Ayşe SAMİHA
Merhum Yahyâ Kemâl: “Türkçe’nin çekilmediği yerler vatandır.” demiştir. Geniş bir coğrafyaya târih boyunca binlerce yıldır yayılmış olan Türkler, atlarının nal izlerinde dillerini de gittikleri yerlere götürmüşlerdir. Bugün yapılan araştırmalar göstermektedir ki Çince, Sırpça, Rusça, Yunanca, Farsça, Arapça, Macarca, Ermenice, Fince, Çekçe, Bulgarca, Arnavutça, Almanca ve İtalyanca’ya Türkçe’den geçen kelime sayısı 10 binin üzerindedir (TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın). Dilbilimciler farklı yöntemler ile araştırmalarını sürdürürken edebiyâtın şiir, hikâye, masal, mâni kollarını ve folklörü kullanarak yaşayan dile ulaşmaya çalışırlar. İşte, bu yazımızda Türkçeden en çok kelime almış, en fazla etkilenmiş olan Sırpça’ya, Balkanlar’a ve Niş bölgesine uğrayacağız ve buralarda dil-târih ve kültür ilişkisini bir Sırp filmi yolu ile takip etmeye çalışacağız.
“Balkan” kelimesi sıra-dağ ve ormanlık dağ anlamında Türkçe bir kelimedir. Yaşayan Türkçe’de sarp ve ormanlık, ormanla kaplı dağlık bölge anlamına gelir. Bu topraklara Türklerin gelişi milâttan sonra 4. yüzyıl sonlarında Avrupa’da Hun Türklerinin başbûğu Atilla ile başlar. 11. yüzyılda Tuna üzerinden kalabalık kitleler halinde gelen Türk kavimleri, Balkan Yarımadası’nı büyük ölçüde Türkleştirir. Peçenekler, Kumanlar, Kıpçaklar derken 12. ve 13. yüzyıllarda devâm eden göçler sayesinde, Osmanlı fetihleri öncesinde Rodop Dağları, Vardar Makedonyası, Dobruca ve Tuna boyları gibi Balkanların belirli bölgelerinde kesif bir Türk yerleşimi görülür.
Anadolu’da kurulan ve adâlet üzere idâre edilmesi sâyesinde, kısa zamanda genişleyen Türk Cihân Devleti, 14. yüzyılda Avrupa kıt’asına da hâkim olmaya başlar. Birkaç asırlık Osmanlı Türk dönemi bu topraklarda kendi yüksek medeniyetini meydâna getirmiştir. Türk kültürünün etkisini, üst kültür olarak, Makedon, Arnavut, Pomak, Bulgar, Sırp, Hırvat, Romen ve Yunan milletlerinin hem dil-edebiyâtlarında, hem de geri kalan san’atların her dalında görmek mümkündür.
Balkanların üç bin yılı bulan uzun geçmişinde çatışmalardan uzak, refâh ve barış dönemleri yaşanmıştır. Türk Cihân Devleti hâkimiyeti ile yüz yıllar boyunca Balkanlarda barış ve istikrârın güçlendiği, halkın refah seviyesinin yükseldiği, ilim ve kültürde ilerlemeler kaydedildiği, farklı din ve etnik menşe’den gelen toplumların kolayca kaynaşıp hem fert hem de cemiyet hâlinde gelişebildikleri, pek çok belgede karşımıza çıkmaktadır. Tâ ki Fransız İhtilâli ile milliyetçilik ve ayrı devlet oluşumu kışkırtmaları buralara ulaşana dek…
İşte 19. yüzyıl sonlarında Sırp yazar Stevan Sremac’ın, daha sonra Sırp sinemasına taşınan 1906 yılında kaleme aldığı kitabında, yüksek Türk kültürünün izlerini görürsünüz. Milyonlarca izleyicisi ile en çok izlenen film olan Zona Zamfirova 2002 yılında vizyona girer ve lokal Torlakian vernacular-Niş civarında bir Sırp dialekti- ile senaryo edilir. Hikâye 19. yüzyıl sonlarına doğru pek çok fırtınalı günlerin geçip sâkinleştiği zamanda geçmektedir. Hemen akabinde de Sırbistan Osmanlı’dan ayrılıp kendi bağımsızlığını ilân etmiştir.
Filmde olaylar Sırbistan’ın güneyinde, Niş’te geçmektedir. Film, zengin bir adam olan Hacı Zamfir’in kızı Zona ile sıradan bir kuyumcu ustası olan Mana’nın aşkları gibi yansımış olsa da, aslında her karesinde Türk kültüründen izler taşıması hasebiyle bir araştırma konusu gibi karşımızda durmaktadır. Hikâye klâsik aşk hikâyesidir; zengin kız ile sıradan bir kuyumcunun aşkı ve bu aşka tuz biber olan teyzeler ve halalar sürüsü filmin ana karakterleridir.… Amma velâkin bu yazıda bu filmin konusunu, aktör ya da aktrislerini ya da teknik donanımlarını konuşmayacağız. Sırp sinemasına yansıyan üst kültürün alt kültürü nasıl etkilediğinin canlı örneklerini göreceğiz:
Film, sabahın erken saatlerinde iyi giyimli, birbirlerini “dobro jutro / günaydın” diye selâmlayan Matematik, târih, fizik öğretmenlerinin felsefî konuşmaları ve sabah kahveleri ile başlar. Bu karenin filmin konusu ile alâkası yoktur. Bu aşk hikâyesinde bu öğretmenlerin ne işi var dersiniz. Dersiniz ammâ kitabın yazarı Stevan’ın hayâtının bir bölümünde Niş’te öğretmenlik yaptığını okuyunca gözlemlerini aktardığı ve de kendinden bir şeyler kattığını ve o zamanlarda eğitime verilen öneme değindiğini çıkarabiliriz. Güneşin ilk ışıkları ile insanların selâmlaşmaları ardından esnafın dükkânlarının kapılarını müşterilerine ve yeni bir güne açmaları ile başlar film.
Güzeller güzeli Zona, Hacı Zamfir’in en küçük kızıdır. Hacı Zamfir hanımı, üç kızı ve hizmetçileriyle eski Türk evi görünümünde bir konakta yaşayan zengin bir Sırp’tır. Peki ammâ neden “Hacı” lâkabını yakıştırırlar Zamfir Bey’e? Şöyle; çok eskiden Pâyitaht’ta, Sultân’ın kapısında vazîfe görmüş, Hacc’a gidip dönebilecek kadar dünyâlık edinmiş kişilere Hacı denirmiş, bu kişi Sırp olsa dahi. İşte Hacı Zamfir de böylelikle zengin ve de hacı olmuşlar… O artık vazîfesini tamamlamış ve evine dönmüş, konağında kızları, hanımı ve hizmetçileriyle mutlu ve bahtiyar baba rolündedir. Hizmetçileri evdeki gümüşleri parlatırken gözlerini öğlen uykusundan açar Hacı Zamfir. İpek şalvarlar ve işlemeli bluzları ile İstanbul dilberlerini aratmayacak benzerlik taşıyan bu genç ve güzel hizmetçi kızlardan biri, Hacı Zamfir uykudan uyanır uyanmaz bir elinde ibrik ve bir kap ile Hacı Zamphir’in yüzünü yıkamasına yardım ederken, diğeri de peşkir elinde hazır bekler. Bu manzara pek çoğumuzun hâfızasında ananelerimiz ve dedelerimizin evlerinde görmüş olabileceğimiz pek bize âit bir sunum, bir hizmet değil mi? Elini, yüzünü yıkayan büyüğün eline su dökmek ve kurulanması için havluyu uzatmak çok bizdendir.
Derken Hacı Zamfir iki yetişkin kızını telli duvaklı gelin eder. Yıllar hızla geçer ve küçük Zona güzel bir genç kız oluverir. Teyzelerinin ziyarete geldiği bir gün, Zona elbisesini giyip alt kata indiğinde, teyzeler Zona’nın ne kadar da güzel bir genç kız olduğunu fark ederler. Ama şaşkınlık, mimikler ve de kullandıkları ifâdeler ile bizden kesitler taşırlar. Zîrâ, Zona artık güzel bir genç hanımdır ve onun müstakbel eşi konuşulacak tek konudur… Artık Zona dışarı tek başına çıkmaz, teyzelerinin kol kola girip çarşıda etrafa caka satarak âdetâ tören havası içinde gösterdikleri Zona’ya bütün ahali hayrân olur… Bu esnâda filme hâkim olan saf bir genç oğlan tiplemesi, Zona’yı ilk gördüğünde aşık olan kuyumcu, kuyumcunun iki arkadaşı ve bunların “taktiçne” diyerek kuyumcuya destek olmaları, saf oğlanın anne ve babası ve saf oğullarına uygun kız bakmaları… Ve bir mahallede bir avuç insanın birbirleri ile olan münâsebetleri… Bu münâsebetlerde iki unsur göze çarpar: kıyâfetlerin motifleri, işlemeli yelekler, sürekli içilen kahveler ve ince işlenmiş bakır korumalı kahve fincanları, genç kızların ayaklarında takunyalar, Türk hamamı ve hamamda teyze ve annelerin oğullarına kız seçme fasılları ve de dönen pek çok entrika…
1855 yılında dünyâya gelen Stevan Sremac, üniversite yıllarında orduya katılmış ve 1876-1878 harplerinde gönüllü olarak savaşmış, Liberal Parti’de etkin olarak görev almış bir Sırp milliyetçisidir. Daha sonra felsefe ve târih eğitimini tamamlayıp Niş’e dönerek orada yaşar ve hem öğretmenlik hem de yazarlık yapar. Yazar Zona Zamfirova, eserinde halkın günlük hayatını, kıyâfetlerini, dedikodularını, entrikalarını bizlere olduğu gibi, üst kültürdeki karşılığı nasılsa öyle aktarır. Bir Sırp milliyetçisinin kaleminden çıkan bu eserin filmini izlerken karşılaştığınız Türk motifleri ve detaylarını görünce, zaman zaman bir Türk filmi seyretmiş gibi olursunuz ve şaşırırsınız… 500 yıllık berâber yaşayışın ardından gelen çözülme ve savaşlar döneminin belki de en son eserlerindendir bu kitap. Kavgasız, özümsenmiş, yabancı olmayan, çok bizden kareleri ile… Bir Sırp milliyetçisinin kaleminden çıkan Türk’e dâir satırlarda, Türk kültürünün nasıl tabiî bir şemsiye vazifesi gördüğünü anlar, Sırp kültürünü nasıl kuşattığına şâhit olursunuz.
Motifler, Türk evleri, avlular, sırma işlemeli yelekler, altın gerdanlıklar, peştemallar, hamamlar, mimikler, jestlere ek olarak kullanılan Niş yöresi Sırpçası da kelime kelime bizi şaşırtır izlerken. Abdullah Skaljic’e göre (“Turcizmi u srpskohrvatskom jeziku” – “Svjetlost” Sarajevo), Sırpça’da 8,742 Türkçe kelime vardır. Fakat bugün bu kelimelerin kullanımı giderek azalmaktadır. Meselâ Belgrad’da İkinci Dünya Savaşı öncesi “čakšire” pantolon yerine kullanılan tek kelime idi. Bugün bunun yerini pantolon kelimesi aldı. 30 yıl önce “avlija” kelimesi-“avliya diye okunur” “bahçe” için kullanılırdı. Bundan 15 yıl evvel “čaršav-çarşaf” kelimesi masa örtüsü için kullanılırdı şimdi yerine başka bir kelime var. En çok Türkçe kelime de Niş bölgesinde kullanılan dialektte bulunmakta imiş.
Yapılan dil çalışmalarında baktığımızda Dünya dilleri arasında en çok Türkçe kelime barındıran dilin Sırpça olduğu belirlenmiş. Sırpçada 9 bin civarında Türkçe kelime bulunurken, 3 bini günlük hayatta aktif olarak kullanılmaktadır.
Hattâ doğu ve İslâm hayranlığı ile tanınan Sırp şâir Jovan Llic’in şiirlerini anlayabilmek için Sırplar bugün Türkçe sözlüğe başvurmak ihtiyacı hissediyorlarmış.
Belgrad Üniversitesi Türkoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Ord. Prof. Dr. Mirjana Teodosiyeviç’in akardığı bilgiye göre Sırpçada deyimlerle birlikte 10 bine yakın Türkçe kelime bulunmakta, bunların 3 bini günlük dilde yaygın şekilde kullanılmaktadır. Teodosiyeviç, Belgrad Üniversitesi kütüphanesinde bulunan 17 bin Doğu dilleri kitabından 4 bin 500’ünün Türkçe başlıklı olduğuna dikkat çekerek, Türkçe ile Sırpçanın yazıldığı gibi okunması özelliği açısından birbirine çok benzediğini belirtir. Türk dilinin 1925’ten itibaren Sırbistan’daki üniversitelerde okutulduğunu anlatan Türkolog, Sırbistan’da Türkoloji bölümünden şimdiye kadar 500 mezun verdiklerini, hâlen 200 öğrencinin Türkoloji alanında öğrenim gördüğünü aktarıyor.
Gelelim filmde en çok geçen Türkçe kelimelere; “bas git, sus bre, lokum, kahvehane, kusur, hapishâne, komşuluk, avlija, börek, meraklıca, lâkırdı, nişân, uğursuz. Bugün Sırpça’da kullanılan Türkçe kelimelere daha çok örnek aranırsa, ekteki listeye bakılabilir.
Hayâtın cilvesine bakınız ki 1787’de Osmanlı Ülkesi’nde dünyâya gelmiş Sırp dilbilimcisi Vuk Stefanović Karadžić, 1814 senesinde Sırpça bir ilk okuma kitabı hazırlar. 1818 senesinde ilk Sırpça sözlük çalışmasını yayınlar. Ama bu çalışma olduğu zamanlar, milliyetçiliğin revaçta olduğu zamanlardır. Sırplar da diğer bazı Balkan milletleri gibi Türk dili ve kültürünün etkisinden kurtulmak isterler. Vuk Stefanoviç Karaciç, 1818 yılında hazırladığı ilk Sırpça sözlüğünün ikinci baskısını yapacağı zaman, sözlükten binlerce Türkçe kökenli kelimeyi atmaya çalışır. Ancak, onları atacağı yerde, sölüğüne 1700 yeni Türkçe kelime daha almak mecburiyetinde kalır. Vuk Stefanović Karadžić Türkçe kökenli kelimeler çıktıktan sonra kendi dilinin ne denli fakirleştiğini görmüştür.
Sırp dilbilimci, filolog Vuk Stefanović Karadžić-1787-1864
Dil yaşayan, canlı bir varlıktır ve kullanıldıkça canlı kalır. Bugün Türkçemizin etkilemiş olduğu diğer dillerin araştırılıp dil-kültür münâsebeti açısından incelenmesi, oldukça önemli bir araştırma konusu olarak karşımızda durmaktadır.
Kuyumcu ve Zona’ya ne mi olur? Elbet onlar ermiş murâdına derken, asırlardır Türkçemizin etki alanı oluşturmasını Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın sözü ile bağlamak istiyorum. “Türkçe ses bayrağımdır”. Bu ifâde esas alındığında, Türkçe’nin konuşulduğu her yerde Türk milletinin bayrağı var demektir.
Ek
Sırpça-Türkçe sözlük olan Turski Rečnik’te yer alan Türkçe kökenli kelimeler:
- Avlija (avlu)
“Avliya” diye okunur - Babo (baba)
- Badava (bedava)
- Badem
- Bakar (bakır)
- Bakalin (bakkal)
- Bajat (bayat)
- Bajram (bayram)
Ramazanski Bajram
Kurban Bajram - Bakrač (bakraç)
- Bakšiš (bahşiş)
- Baksuz (bahtsız)
- Baksuzluk (bahtsızlık)
- Bala (balya)
Bala pamuka (pamuk balyası) - Barut
- Barjaktar (bayraktar)
- Bašta (bahçe)
- Baštovan (bahçıvan)
- Baraka
- Bazar (pazar)
- Beg (beğ, bey)
- Berberin (berber)
- Beton
- Beşika (beşik)
- Biber
- Boja (renk)
- Bomba
- Boza
- Bostan
- Bubreg (böbrek)
- Budala
- Bulbul
- Bunar (pınar, kuyu)
- Burek (kıymalı börek)
- Burgiya (burgu)
- Busola (pusula)
- But
- Şator (çadır)
- Čay
- Čardak
- Čakija (çakı)
- Čarapa (çorap)
- Čarşiya (çarşı)
- Čarşav (çarşaf, nevresim)
- Čekiç
- Črkrk (çıkrık)
- Čelik
- Česma (çeşme)
- Čeşagija (kaşağı)
- Činija (çini)
- Čivija (çivi)
- Čizma (çizme, bot)
- Čoban
- Čobançe (genç çoban)
- Čoha (çuha)
- Čorba
- Čilim (kilim)
- Čiviluk (duvar askısı)
- Čufte (köfte)
- Čumur (kömür)
- Čup (küp)
- Čorsokak (kör sokak, çıkmaz sokak)
- Ćumez (kümes)
- Defile
- Deda (dede)
- Dilber
- Div (dev)
- Divan (kanepe, divan)
- Dorat (doru at)
- Dugme (düğme)
- Dud (dut)
- Duşek (döşek)
- Duşmanin (düşman)
- Duşmanski (düşmanca)
- Duvar
- Dželat (cellat)
- Džep (cep)
- Džezva (cezve)
- Dubre (gübre)
- Egzaktan (essahtan, sahiden)
- Ekran
- Esnaf
- Fildžan (fincan)
- Feredža (ferace)
- Fenjer (fener)
- Haraç
- Hajde (hayde!)
- Hajduçki (haydut)
- Hajduk (haydut)
- Hangar
- Haraç
- Hey!
- İnat
- Jastuk (yastık)
- Jatak (yatak)
- Jiva (civa)
- Jorgan (yorgan)
- Kaçamak (kaçamak)
- Kaçket (kasket)
- Kadifa (kadife)
- Kadija (kadı)
- Kafa
- Kajsija (kayısı)
- Kajgana (kaygana)
- Kajmak (kaymak)
- Kaiş (kayış)
- Kalaj (kalaj)
- Kalajdžija (kalaycı)
- Kalauz (kılavuz)
- Kaldrma (kaldırım)
- Kalem
- Kalfa
- Kalup (kalıp)
- Kandilo (kandil)
- Kantar
- Kapak
- Kapara (kaparo)
- Kapetan (kaptan)
- Kapija (kapı)
- Karakter
- Karanfil
- Karat (kırat)
- Karavan (kervan)
- Kasa
- Kasapin (kasap)
- Kašika (kaşık)
- Kaučuk (kauçuk)
- Kavez (kafes)
- Kavga
- Katran
- Kazan
- Kazandžija (kazancı)
- Kesa (kese)
- Kirija (kira)
- Kiridžija (kiracı)
- Kofa (kova)
- Kokoş (tavuk)
- Koliba (kulübe)
- Konak (konaklama, geceleme)
- Komşija (komşu)
- Kopça
- Korbač (kırbaç)
- Kožuh (gocuk)
- Kreč (kireç)
- Kula (kule)
- Kusur (kusur; bozuk para, küsür)
- Kurşum (kurşun)
- Kutija (kutu)
- Lampa (lamba)
- Limun (limon)
- Limunada (limonata)
- Maymun
- Maja
- Makaze (makas)
- Mamurluk (mahmurluk)
- Manastir (manastır)
- Mandat (manda)
- Manija (mani)
- Mat
- Megdan (meydan)
- Melem (melhem)
- Melez
- Mermer
- Muşema (muşamba)
- Miraz (miras)
- Müşterija (müşteri)
- Müsliman (müslüman)
- Nana (nane)
- Neimar (mimar)
- Odaja (oda)
- Oklagija (oklava)
- Oluk
- Ortak
- Para
- Pmuçan (pamuk)
- Para
- Pastrma (pastırma)
- Paşa
- Patlidžan (patlıcan)
- Pazar
- Pendžer (pencere)
- Perçin (perçem)
- Pijaca (piyasa)
- Pilav
- Pileçi (piliç)
- Pirinaç (pirinç)
- Prangija (pranga)
- Raf
- Raskopçati (düğmeleri çözmek)
- Sahat (saat)
- Sapunski (sabun)
- Sokak
- Samar (semer)
- Sandala (sandal)
- Sanduk (sandık)
- Sat (saat)
Džepni sat : cep saati - Sokaçiç (sokakçık)
- Sütlijaş (sütlaç)
- Sultan
- Šakal (çakal)
- Šamar
- Šah
- Šal (atkı)
- Šap
- Šapka
- Šeçer (şeker)
- Šira (şıra)
- Šifra (şifre)
- Šema
- Šimşir
- Tava
- Tavan
- Taze
- Taban
- Tabla (tahta)
- Tabak (tabaka)
- Tamburin (tambur)
- Temelj (temel)
- Ten
- Tepsija (tepsi)
- Testera
- Top
- Torba
- Turpiya (törpü)
- Turşija (turşu)
- Ular (yular)
- Urma (hurma)
- Vişnya (vişne)
- Zanat