İbrahim SAĞIR
Üsküp’te doğmuş (1331; 1913 veya 1914), küçük yaşta Bandırma’ya yerleşmiş gönül ehli bir insandı Ali Öztaylan, yakınlarının deyimiyle Tatlıcı Ali Ağabey. Zâhirî tahsil itibariyle ilkokul mezunu. Bandırma’da kurduğu tatlıcı dükkânı ile geçimini temin etmiş. Ancak gençliğinde vakit buldukça İstanbul’a gidip zamanın önde gelen ilim, sanat ve tasavvuf erbabı ile tanışmış, sohbetlerinden istifade edip feyz almıştır. Tâhirü’l-Mevlevî’nin Mesnevî sohbetlerine iştirak etmiş, kendisiyle dost olmuş, hatta Tâhirü’l-Mevlevî Divan’ının ikinci cildinden bir nüsha kendisine hediye ederken iç kapağa Ali Efendi için şu ithaf şiirini yazmıştır:
Sene 1949; Bir Müslüman Süt Evi Sahibi Ali Öztaylan
Sana sâlık verdim ey din kardeşi,
Hakîkat Ali’nin bulunmaz eşi,
Allah ve Rasûlü’ne sâdık bir bende,
Onların aşkıyla vücûdu zinde,
Fazîlet severlik olmuştur yolu,
Hulâsa Allah’ın sâfî bir kulu,
Benim de mânevî evlâdımdır o,
Bâis-i sürûr-i fuâdımdır o,
Olsun diyerek bir tuhfe-i edeb,
Yazdırdı birinci Dîvân’ımı hep,
İstedi yazdırmak ikinciyi de,
Şu nüsha o yüzden geldi vücûde,
Allah salâhını müzdâd eylesin,
Kalbini nur ile âbâd eylesin,
Benden ona karşı şükrân-ı duâ,
Kabul eyler elbet Cenâb-ı Hüdâ,
Duâsı böyledir Tâhir Olgun’un,
Allah onu dâim eylesin memnûn.Ali Efendi gençliğinde Nakşibendî meşâyıhından Ali Haydar Efendi’ye intisap ile mürîdi olmuş. Kendi ifâdesine göre, Ali Haydar Efendi bir defasında Ali Efendi’ye: Oğlum, Tâhiru’l-Mevlevî sizin için Divan’ında bir şiir yazmış, şiirde isminiz de geçiyor, o Divan şu raftaki kitap olsa gerek, verir misiniz? deyince Tatlıcı Ali Efendi bir taraftan raftaki kitabı alırken bir taraftan da: Acaba efendi hazretleri hem Nakşî hem Mevlevî meşreb olunur mu? diyerek beni azarlayacak mı, diye endişe etmiş. Ancak Ali Haydar Efendi kitaptaki o şiiri bulup okuduktan sonra: Tâhirü’l-Mevlevî benim hapis arkadaşımdır. (İskilipli Âtıf Efendi’nin şapka muhâkemesi döneminde aynı hücrede kalmışlar). Çok kıymetli, muhterem bir insandır. Böyle bir zâtın muhabbetini kazanmış olmanız büyük bir saadettir, diyerek iltifat etmiştir.Ali Haydar Efendi’nin vefatından sonra şeyhinin manevi işaretiyle Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu Efendi’ye intisap eden Tatlıcı Ali Efendi Prof. Süheyl Ünver, Sâmiha Ayverdi, Hasan Basri Çantay ve Neyzen Tevfik’in de hususi dostu olmuştur. Neyzen Tevfik, bir gün Prof. Dr. Fuad Köprülü gibi seçkin ilim adamlarının da bulunduğu bir mecliste mûsikî ve ney hakkında uzun ve ilmî bir sohbet yapıp ney üfledikten sonra: Bu benim son ney üfleyişim, demiş, ardından Ali Efendi’ye: Benim cenaze namazımı sen kıldıracaksın, diye vasiyet etmiştir. Ali Efendi: Benim tahsilim yok, dediyse de kabul ettirememiş. Bir hafta kadar sonra da vefat etmiş ve cenazesini Ali Efendi kıldırmış.Ali Efendi, kendi anlattığına göre, gençliğinde insanları irşat edebilmek, onlarla diyalog kurabilmek için bazen meyhanelere gider, orada ayran içer ve insanlarla konuşurmuş. Şöyle anlatıyor: Dükkânımızda tatlı ve pasta sattığımız için akşam geç saate kadar çalışır, sonra dükkân temizliği yapıp eve giderdik. Yolda meyhanelerin bol olduğu sokağa uğrar, o geç saatte sarhoş olup kalan var mı diye bakardık. O saate kadar meyhanede kalan kişi ya faturayı ödeyecek parası olmadığı için meyhaneciden korkan, ya da evdeki hanımından fırça yiyeceğini düşünüp korkan kişidir. Biz bunların borcunu öderdik. Ancak adam ayakta zor durduğu için bir fayton çevirir, faytoncuya onu evine götürmesini söyleyip yol parasını verirdik. Ayrıca sarhoş olan adama bizim dükkândan bir paket höşmerim tatlısı sarıp verir: “Bunu hanımına ver de sana kızmasın” derdik.Ali Efendi’nin insanlara karşı olan bu şefkat, merhamet ve hoşgörüsü meyvelerini vermiş, onun bu olgun tavrından etkilenen bazı kimseler içkiyi zamanla bırakıp doğru yolu bulmuşlardır.Bir defasında telefon numarasını yanlış çevirip Ali Efendi’nin tatlıcı dükkânını ticari taksi durağı zannederek bir taksi isteyen kişiye Ali Efendi’nin “yanlış numara” demek yerine “pekiyi efendim, hemen taksiniz geliyor, adresinizi alayım” dediği, bir taksi bularak adrese gönderdiği, ücretini de kendisinin ödediği anlatılır.
Behçet Kemal Çağlar, Benim ortaokul öğretmenim Haşim Nezihi Okay’ın
Yakın dostu olduğunu Hekimoğlu İsmail Ömer Okçunun yazmış olduğu sakıncalı mısralar adlı kitabında okudum. Bir gün Behçet kemal Çağlar Bandırma’ya bir konferans için geldiğinde Haşim Nezihi Okay ile Ali Taylan Efendinin o zaman Bandırma’nın Cumhuriyet meydanının başındaki Tatlıcı dükkânına giderler (her türlü tatlının satıldığı, dondurmasının meşhur olduğu duvarlardaki çerçevelenmiş ünlü hattatların yazıları ve Osmanlı Preveze deniz savaşının, Varna savaşının, İstanbul’un fethi resimlerinin süslediği
Bandırma’ya dışardan gelen her ünlü kişinin Ali Efendi’yi görmek için mutlaka uğradığı bir mekândı.) O zamanlar ortaokul talebesi olmam hasebi ile arkadaşlarla beraber ya çay içmeye, ya süt içmeye hem de huzurlu bir mekânda sohbet etmek için sık sık oraya giderdik.
Ali Efendinin Anlattığına göre, Behçet Kemal Çağlar konferansta bir konuşma yapmak için Bandırma’ya geldiğinde Ali Efendi’nin dükkânındaki Osmanlı’ya dair resim ve bazı hat yazılarını görünce: Buranın sâhibi Osmanlı hayranı galiba, şununla bir tanışalım, demiş. Ali Efendi’nin evine telefon açılmış ve Behçet Kemal’in bir grup muallim arkadaşıyla ziyarete gelmek istediği söylenmiş. Ali Efendi bir saat sonra gelebileceklerini söylemiş. Ancak içinde bazı endişeler de varmış. Gusül abdesti alıp beklemeye başlamış. Misafirler gelip izzet ikram yapılmış. Ali Efendinin endişe ettiği gibi hakaretamiz sözler de sarf edilmemiş, sohbete saygılı bir üslup hâkimmiş. Derken Ali Efendi: Behçet Kemal Bey! Fakir, ilk mektebi zor bitirmiş tahsili nakıs bir insanım. Ancak zât-ı alinizin birkaç şiiri hâfızamdadır. Onuncu yıl marşı isimli bir şiirinizde “On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan” diyorsunuz. Bu ifadeyi keşke yarattık değil de yetiştirdik deseydiniz. Yaratmak Allah’a mahsustur. Bu sözünüz gayretullaha dokunabilir, demiş. Behçet Kemal: Bu mevzuyu kapatalım, demiş, ancak bu cümleyi yaklaşık on kez tekrarlamış ve yarı cinnet hâlinde yere yuvarlanmış. Yere çarpmanın tesiriyle ağzından burnundan kanlar gelmiş. Arkadaşları onu götürmüşler. Ancak bu yarı cinnet hâli geçmemiş ve on gün kadar sonra ölmüş.
İbrahim Sağır