Türkülerimizin birtakım olaylar sonunda ortaya çıktığı herkes tarafından bilinir. Gelin Ayşe, Gelin Ümmü, Ormancı, Bodrum Hâkimi, Arda Boyları, Debreli Hasan bunlardan sadece birkaçıdır. İşte yaşanmış hadiseler sonunda ortaya çıkan türkülerimizden biri de Ezo Gelindir. Ezo gelin kültürümüzde efsaneleşmiştir. Çorbası, çantası, pilavı, bulguru, filmleri, türküleri bu efsanenin ulusal bir kimlik kazandığının ifadesidir. Pekiyi; bu kadar efsaneleşen, dillere destan olan, filmleri çekilen, türküler yakılan, Ezo Gelin kimdir. Nerede, ne zaman doğmuş, efsaneleşmesine sebep olan hadiseler nelerdir.
Ezo; Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Uruş köyündendir. Ben Çukurova Üniversitesinde görevli iken 1986 yılında Ezo Gelinle ilgili araştırma yapmak için Uruş’a kadar gittim. Kendisini görme şansım olmadı, ama yaşadığı yöreyi, köyünü, köyüne çok yakın olan Suriye sınırını, Yığma Tepe’deki mezarını, ilk eşi Şıdo Hanifi’yi (Hanifi Açıkgöz) bizzat gördüm. Olayın gerçek hikâyesini Şıdo Hanifi’den, zamanın muhtarı Hüseyin Çalışkan’dan, olaylara tanık olan Uruş köylülerinden dinledim, çekimler yaptım.
Tespitlerimize göre Ezo Gelinin asıl adı Zöhre, soyadı Bozgeyik. Uruş köyündeki Bozgeyikli oymağından Emir Dedenin kızı. Anasının adı Elif, Emir ve Elif’ten doğan üçü erkek, üçü kız altı kardeşten biri Ezo. Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Uruş, yeni adı Dokuzyol olan köyde dünyaya gelmiş, nüfus kayıtlarında doğduğu yıl 1909’dur.
Uruş köyünde dünyaya gelen Ezo, yani Zöhre Bozgeyik ilk evliliğini Oğuzeli’nin Beledin köyünden Hanifi Açıkgözle değişik verme usulüyle gerçekleştirir. Değişik verme geleneğinin yörede ve Güney Doğuda adı “berder” ya da “berdel”dir. “Berder”, yani değişik verme geleneğine göre Hanifi Açıkgöz köydeki adıyla Şıdo Hanefi, halası Hatice’yi Ezo’nun kardeşi Zeynel Bozgeyik’e verecek, kendisi de Zöhre Bozgeyik’i yani Ezo’yu alacak, değişik verme geleneği de böylece gerçekleşecektir. Gelenek uygulamaya konulur. Şıdo Hanefi ile Ezo Gelin (Zöhre Bozgeyik) değişik verme usulüyle evlenirler[1]. Ama ne yazı ki daha bir yıllık evli iken, Şıdo Hanifi ile Ezo ayrılmak durumunda kalır. Çünkü Şıdo Hanefi’nin halası Hatice ile Ezo’nun kardeşi Zeynel Bozgeyik ayrılmışlardır. Töreye göre evlenen öbür çiftin de ayrılması gerekir. İşte Ezo ili Şıdo Hanefi’nin ayrılması, değişik verme geleneğinin katı kurallarından kaynaklanmıştır[2].
Bu ayrılıktan sonra Ezo Gelin altı yıl dul kalır. Zaman içerisinde gelen bütün evlenme tekliflerini geri çevirir. Nedenini de hiç kimseye söylemez.
Gelen bütün görücüleri reddetmesine rağmen toplumun baskısıyla kararını istediği gibi uygulayamaz. Herkese hayır demesine rağmen aklını çelen görücü kadınlar Mehmet’le, yörede Memey, ya da Mahey olarak bilinen teyzesinin oğlu ile değişik verme usulüyle ikinci kez evlenmesinin sözünü alırlar. Bu sefer de Mehmet bacısı Selvi’yi Ezo’nun kardeşi Zeynel’e verecek, kendisi de Ezo’yu alacaktır. Ezo’nun teyzesinin oğlu Mehmet, Suriye sınırı içindeki Kozbaş köyünde oturmaktadır. Ezo, Mehmet’in Suriye’de olmasından dolayı evliliği kabul etmek istemez. Fakat görücü kadınlar Mehmet’in mülteci olarak Türkiye’ye geleceği konusunda Ezo’yu ikna ederler. Sonuçta Ezo teyzesinin oğlu Mehmet’le evlenmeye karar verir.
Ezo Gelinin kardeşi Zeynel Bozgek’in eşi Selvi
Ezo ikna olmuştur olmasına ama Mehmet’in mülteci olarak Türkiye’ye dönememesi içinde büyük bir korkudur. Fakat ne yapsın. Töre bu, alınmış bir karar var. Bu karara boyun eğmekten başka çare yoktur. Sonuçta töre galip gelir. Törenin galibiyetinden sonra bir gün alırlar götürürler Ezo’yu Suriye’ye. Akşam karanlığından istifade ederek sınırı geçerler. Geceleyin, Suriye topraklarındaki Kozbaş köyüne varırlar. Ezo dul olduğu için töre gereği düğün yapılmaz. Mehmet’le imam nikâhıyla ikinci kez evlenir.
Ezo teyzesinin oğlu Mahey’e dul olarak varmış olsa da, Halep’e bağlı Carabulus ilçesi, Kozbaş köyü gelinidir. Hayat acısıyla tatlısıyla Kozbaş köyünde bir müddet devam eder. Sonra ailece adı geçen ilçeye bağlı Lüle köyüne göçerler.
Zaman su gibi akıp gitmektedir. Günler ayları, aylar yılları kovalar. Bu zaman içinde Mehmet’in Türkiye’ye dönmesi de gerçekleşmez. Ezo’nun aklına gelen başına gelmiş, “yüreğine him taşı” düşmüş, umutlar hayal olmuş toprağına kavuşma arzusu tükenmiştir. Vatan hasreti yüreğine gömülür Ezo’nun.
O, artık mevcutlarla yetinmenin çarelerini arar, hasretlerinin hayaliyle günlerine gün ekler. Ne yazık ki birini beş yapamaz. Evine, yurduna, toprağına, köyünün zibilliklerine kavuşamayacağını bildiği halde yanar kavrulur. Arada kaçak olarak Uruş’a gelse de bu kısa ziyaretler onu tatmin etmez. “Gözün karnı yok ki doysun” dediği hesap, hep doyamadan geri döner Suriye’ye.
Hayat Suriye’nin Carabulus ilçesinin Lüle köyünde acısıyla tatlısıyla devam ederken, Ezo’nun ikinci evliliğinden altı kız çocuğu olur.[3] Ama gurbetlik, ilk eşinden ayrılması, vatan hasreti içini yer bitirir. Hasretler, acılar ve yoksulluk gün be gün kor gibi çöker yüreğine. Düşün ha düşün. Düşünceler ve acılar onun “ince ağrıya“ (vereme) yakalanmasına sebep olur. Önce pek aldırış etmez. Ayakta geçirmeye çalışır. Fakat sonra yataklara düşer Ezo. Birkaç kez ağzından kan gelir. Doktora götürseler de ilaç alacak para yoktur. Nihayet Lüle köyünde Mehmet’le evliyken 18 Mart 1952 tarihinde tek odalı kerpiç evde 43 yaşında gün görmeden kara toprağa gelin olur Ezo[4]. Ölmeden önce vasiyetini kocasının kulağına fısıldar. “Benim mezarımı Bözhüyük köyündeki Yığma Tepe’ye koyun. Ben Türkiye’ye doya doya bakamadım, hiç olmazsa mezarım baksın” der.
Ezo’nun vasiyeti yerine getirilir. Mezarı Bozhüyük’deki Yığma Tepe’ye defnedilir. Mezar taşına: “Emir Dede Kızı Ezo Gelin. Doğumu Türkiye’nin Gaziantep ilinin Oğuzeli ilçesinin Uruş Köyü 1909. Ölümü, 18 Mart 1952. Uzun zamandır çektiği verem hastalığından ve gurbetlik acısından” sözcükleri yazdırılır. Mezarı-nın Yığma Tepe’de olmasını istemesi sağlığında buraya çıkıp Türkiye’ye bakıp bakıp ağlamasından, köyüne olan hasretinden kaynaklanmıştır.
Ezo Gelin’in Suriye’de Yığma Tepe’deki mezarı Türk yetkililerinin girişimiyle 24. 09. 1999 tarihinde doğup büyüdüğü Oğuzeli ilçesinin Dokuzyol ( Uruş) köyüne getirilmiş, adına yaptırılan külliyeye defnedilmiştir.
1986’da Uruş’a gittiğimizde konu Ezo Gelindi. Herkes bildiğini anlattı. Zamanın muhtarı Hüseyin Çalışkan ve diğer kaynak kişiler Ezo ile ilgili duygularını dile getirdiler. “Ezo; beyaz benizli, kırmızı yanaklı, yüzü al sürülmüş gibi, siyah saçlı, işveli, endamlı çok güzel bir kızdı. Bakmayanın bakası gelirdi. Uruş, kervancıların gelip geçtiği bir köydü. Ezo’nun evi de kervancıların geçtiği yolun üstündeydi. Ezo Gelinin evinin kapısının önünde bir su küpü vardı. Kervancılar su içmeyi bahane ederek Ezo’yu görmeye çalışırlardı. Deveciler ise o evden su ister, Ezo da çıkıp su verirdi. Sadece onu görmek için Uruş köyüne yol düşürenler olurdu. Güzelliği dillere destan olmuştu. Güzelliğiyle dikkat çeken Ezo, bu çevrede çok ünlendi. Ünü dalga dalga da yurt geneline yayıldı. Taş plaklara ve film setlerine yansıdı” diyerek ortak bir noktada buluştuklarına şahit olduk.
Gerçekten de Uruşluların dediği gibi zaman içinde Ezo’nun ünü plaklarla, çekilen filmlerle mahalli olmaktan çıkmış, ulusal bir kimlik kazanmış. Malatyalı Fahri Kayahan’ın okuduğu Ezo Gelin türküsüyle zirveye ulaşmış, çekilen filmlerle de efsaneleşmiş.
Ezo Gelinin efsaneleşmesinde filmler kadar türküler de önemli bir etken olmuş. Ezo’nun ünü yörede yakılan türkülerle Barak Ellerinde, türkülerin plaklara geçmesiyle de ülke geneline yayılmış. Kaynaklardan tespit ettiğimize göre ilk Ezo Gelin Türküsü Nizip’in İzanlı köyünden Bekir Karaduman tarafından yakılmış. Kaynaklar Bekir Karaduman’ın, türküyü nasıl yaktığını şöyle anlatıyor[5]. “Ezo Gelinin ünü o yıllarda dalga dalga yayılıyordu. Kocasından boşandığı ve hiç kimseyle evlenmediği konuşuluyordu. Bir gün yine aynı konu Barak köylüleri arasında konu oldu. Alagöz köyünden Şaban Alagöz, Türkyurdu köyünden Ali Hoca (Ali Aksoy ) birlikteydik. Söz Ezo Geline gelince Resul Ağa, Ali Hocaya ‘Bu kadın hiç kimseyle evlenmek istemiyor, çok onurlu bir kadın’ diye ortaya söz attı. Resul Ağa Ali Aksoy’a peki seninle evlenir mi? Üstelik sen bu bölgenin en sevilen kişilerindensin deyince, Ali Hoca da evet benimle Ezo evlenir dedi, bunun üzerine bahse girdiler. Bir otomobil tutarak Bekir Karaduman ve Resul Ağa Oğuzeli’nin Uruş köyüne Ezo’yu Ali Aksoy’a istemeye gittiler. Ezo’yu Ali Aksoy’a verirlerse Resul Ağa ve Bekir Karaduman’ın paraları Ali Aksoy’un olacaktı. Paralartoplandı ve Ali Hocaya teslim edildi. Kendileri de Uruş’a hareket ettiler. Uruş köyünün harman yerine vardıklarında köy bekçisi Celle Halefle karşılaştılar. Bekçiyle karşılaştıklarında köyden kalabalık bir grup da Tilsevet köyüne doğru gidiyordu. Kalabalığın ne olduğunu köy bekçisine sordular. Bekçi ‘Bu köye niçin geldiğinizi biliyorum amma boşa geldiniz. Ezo Suriye’ye gelin gidiyor’ dedi. Bekçinin bu ifadesinden sonra üç kafadar yön değiştirerek kalabalığa doğru ilerlediler. Ezo’yu Suriye’ye gelin götüren kalabalığa yetiştiler. Kalabalığı geçtikten sonra arabanın tekerinin patladığını bahane ederek durdular. Kalabalık gelince de Ezo’yu son kez görme şerefine nail oldular. Sonra Tilsevet, Gemlik, Mıbılı köyleri yoluyla Nizip’in İzan köyüne geri döndüler. Akşam olduğunda Bekir Karaduman arkadaşlarını misafir etti. Masayı çeşitli mezelerle donattı. İşte o geceki muhabbette türküyü yakarak sözleri Resul Ağanın içki bardağının üstüne koydu.” Türkünün sözleri şöyle:
Turnayı uçurdum Uruş[6] köyünden
Tilsevet[7] gölüne battı mı dersin
Bir haber almadım Zambur[8] köyünden
Şibip’e[9] telinden aştı mı dersin[10]
Hele Devehöyük[11] geçit yeridir
Bozhöyük’te[12] gümanımın biridir
Alıp giden Türkmenlerin eridir
Bu gece Kozbaş’a[13] yetti mi dersin
Önünde Sacır[14] var geçmez orayı
Hep avcılar arar bahtı karayı
Şaine[15] Küllü’yü[16] hem Zugara’yı[17]
Bu üç köyü şavkı tuttu mu dersin
Mallarım kaçaktır varma gümrüğe
Geç Karakuyu’dan[18] otur Düğnüğ’e[19]
Dön ha Ezo dön ha eski yurduna
Sahiplerin seni sattı mı dersin
Kerpiçtendir şu Kozbaş’ın yapısı
Bostandır da penceresi kapısı
Kurban olsun Suriye’nin hepsi
Kader ilden ile attı mı dersin
İkinci Ezo Gelin Türküsü de Malatyalı Fahri Kayahan tarafından plağa okunmuş. Malatyalı Fahri’nin sesiyle plak kayıtlarına geçen türkü plağa kaydedilen ilk Ezo Gelin Türküsü özelliğine sahip. 1930 -1936 yılları arasında yakıldığı tahmin edilen türkü Ezo Gelinin ve Malatyalı Fahri’nin ününün yurt geneline yayılmasına vesile olmuş. Taş plaklara geçen Ezo artık ulusallıktan da çıkmış evrensel olma yolunda hızla ilerlemeye başlamıştır. Türkünün sözleri:
Ezo gelin benim olsaydın da seni vermezdim feleğe
Güzel yosmam başın için salma beni dileğe
Anası huridir de kendi benzer meleğe
Neneyle de bahtı karam neneyle
Çık Suriye Dağlarının başına da bizim ele el eyle
Gel bahtı karalım gel sıladan ayrı yazılım gel
Ezo gelin çık Suriye Dağlarının başına
Güneş vursun da kemerinin kaşına
Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına
Neneyle de bahtı karam neneyle
Çık Suriye Dağlarının başına da bizim ele el eyle
Gel bahtı karalım gel sıladan ayrı yazılım gel
şeklindedir.
Üçüncü Ezo Gelin Türküsü de Hanefi Açıkgöz yani Ezo’nun ilk kocası tarafından yakılandır. Bu türküde Urfa’nın Birecik ilçesinin Divriği köyünden Nuri Sesigüzel tarafından plağa okunur. Plağa okunan ikinci Ezo Gelin türküsü olarak kayıtlara geçen bu türkünün de sözleri de şöyle:
Amanın ırmak kenarına yağmaz mı dolu
Hele eşinden ayrılan da olmaz mı deli
Tere taze beslediğim gülleri
Vardın gittin de bir kötüye yoldurdun
Bir tanem aman öldürdün beni
Aman nen eyle zalim neneyle Ezo’m neneyle
Yine de ne derdin var ise gel bana söyle
Bir tanem aman ben ettim sana
Aman yüce dağ başında bir oylum payam
Sevdiğim atımızı aldılar da biz kaldı yayan
Ölümden korkup ta sonunu sayan
Yine ölür gider de yar koynuna giremez
Dördüncü Ezo Gelin türküsü de Gaziantepli Muhsin Terlemez tarafından yakılır. Onun sesiyle de plak kayıtlarına geçer. Tespitlerimize göre plak kayıtlarına geçen 4. Ezo Gelin türküsünün sözleri de:
Seherden uğradım ben bir cerene
Canım kurban olsun Ezo’yu görene
Giyinmiş süslenmiş de dönmüş cerene
Evliyi evinden eder bu gelin
Ağayı köyünden de eder bu gelin
Dağdaki çobanı koyundan da eyler
Eşinden ayrılmışta üzgün üzgün ağlar bu gelin
Yaralıyım kime ben ne edem oy oy oy
Ayağına giymişte kara kundura
Yandı yüreğimde döndü tandıra
Bir cazı karı yok mu Ezo’yu bana kandıra
Minnet eyleyin de bu geline dönmez mi
Dönüp dönüp Barak Eline gelmez mi
Neneyle de Gelin Ezo neneyle neneyle
Çık Barak Dağlarına da bizim ele el eyle
Oy oy neneyle sen neneyle neneyle
Yaralıyım kime ben ne diyem oy oy Ezo’m
şeklindedir.
Yakılan türkülerle zirveye çıkan Ezo Gelin, çekilen filmlerle de herkese adını duyurur. Filmlerin ilk ikisi Orhan Elmas tarafından beyaz perdeye aktarılır. 1955’te Ezo Gelin Ateşten Gömlek, 1968’de ise Ezo Gelin. Üçüncüsü de 1973’de Fevzi Tuna tarafından çekilir. Orhan Elmas’ın ikinci çektiği Ezo Gelin filmi 1969 yılında Adana Altın Koza Film Festivalinde ikinci film ödülünü, Ezo Gelini oynayan Fatma Girik ise en iyi kadın oyuncu ödülünü alır.
Ezo Gelin adıyla beyaz perdeye aktarılan ilk filmin senaryosu Orhan Elmas tarafından (Behçet Kemal Çağların hikâyesinden esinlenerek) yazılır ve yönetilir. Filmde Fatma Girik, Tugay Toksöz, Cenk Er, Bilal İnci, Ahmet Mekin ve Atıf Kaptan rolleri paylaşır.
Filmin konusu: Köyün en güzel kızı olan Ezo, Demircioğullarından Ali ile sözlüdür. Huncuoğlu ise Ezo’ya göz koymuş, istekleri kabul görmediği için de her türlü kötülüğü yapmaktadır. Bu arada Ali askere alınır ve Kore Savaşlarına gönderilir. Ardından da ölüm haberi gelir. Ölüm haberini duyan hısım akrabası yanar yıkılır. Aradan altı ay geçmesine rağmen Huncuoğlu’nun duyguları değişmez, Ezo’yu elde etme fikri günbegün artar. Huncuoğlu’ndan kurtulmak için Dinar Baba (Ali’nin babası) Ezo’yu öbür oğluna nikâhlar.
Aradan bir hayli zaman geçtikten sonra Ali köyüne döner. Zira Kore Savaşında ölmemiştir. Ali’nin gelmesiyle işler iyice karışır. Yaşanan olaylar sonucunda Ali köyünü terk etmeye karar verir. Ezo da Ali ile gelmek ister. Ali; Ezo’ya “Sen artık kardeşimin karısısın” diyerek götürmez. Buna acıya dayanamayan Ezo yağlı urganda can verir.
Üçüncü Ezo Gelin filmi de 1973 yılında beyaz perdeye aktarılır. Filmin yönetmeni Fevzi Tuna, senaryo Orhan Elmas, yapımcısı Memduh Ün’dür. Filimde Fatma Girik, Kadir İnanır, Suphi Tekniker, Reha Yurdakul, İhsan Yüce, Yeşim Tan, Sami Hazinses, Hikmet Taşdemir, Güzin Özipek ve Tahsin Korel rol alır. Filmin konusu yine aynıdır.
“Tarih tekerrürden ibarettir“ diye bir söz vardır. Ne derece doğrudur bilinmez. Ama bildiğim Türk Sinemasında tarihin yeniden tekerrür ettiğidir. TV dizelerine bakınız…1950 –1960’lı yılların Türk Sinemasını rahatlıkla görebilirsiniz. O yıllarda olağan üstü rağbet gören, şarkı adıyla çekilen, köy hayatını işleyen filimler şimdide günümüzün modası. Milletimizin gönlüne taht kurdu oturuyor. Ulusal TV’ler kıran kırana bir yarış peşinde. Her gün kervana bir yenisi ekleniyor. İşte bu kervana katılan dizelerden biri de Barak Ellerinin efsaneleşmiş gelini Ezo.
Bu yazıyı kaleme almadan önce ön hazırlık yaptım. Ezo Gelin yazarak internete girdim. İlk etapta bir haber çıktı karşıma. Haberi aynen aktarıyorum:
Ezo Gelin Film Oluyor
Adı sevgi, aşk, gurur, onur, güzellik, memleket özlemi ve sabır ile özdeşleşen Ezo Gelin’in hayatı dizi oluyor. Dizide Ezo Gelin’i Nurgül Yeşilçay canlandıracak. Senaristliğini Ahmet Yurdakul’un yapacağı filmin yapımcısı Yaşar İrvül, dizinin hikâyesine uygun olarak Gaziantep’te çekileceğini söyledi. Çekimlere eylül ayında başlanacak. Tarih 11 Haziran 2006. (Haberin kaynağı: Copyright
Ezo Gelin Dizi Film Oluyor!
38 yıl önce Fatma Girik’in beyazperdede canlandırdığı “Ezo Gelin” dizi film oluyor… Dizi çekimlerine Gaziantep’te başlandı. Dizide Ezo Gelin’i Nurgül Yeşilçay, sevdiği genci ise tiyatrocu Erkan Sever canlandırıyor. Haber kaynağı www.sohbetik.com
Ben iyi bir TV seyircisi değilim. Onun için de bu tür dizilerden haberim yok. Ancak bu yazıyı kaleme alırken İnternete girdiğimi söylemiştim. www.yolgecenhani.biz adlı sitede Ezo Gelin dizisinin 15.bölümünün özetine rastladım. Onu da sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Ömer, Hasan ve Meryem; Ali’nin cenazesini Antep’teki hastaneye getirirler. Üçü de perişan haldedir. Hastaneye girerken onları gören Ezo da soluğu hastanede alır ve Ali’nin başına geleni öğrenir. Onun öldüğüne inanmak istemeyen Ezo yıkılır.
Daha tam olarak iyileşememiş olan Dinar refakatçisi Hacer’e, oğullarının kendilerini yalnız bıraktığından şikâyet ederken olanlardan habersizdir. Hacer’e Ali’nin ölüm haberini vermek de, Dinar’dan saklamak da çok zordur. Acaba Hacer’e oğlunun ölüm haberi nasıl verilecektir? Ali’nin ölümü, yeni kalp krizi geçirmiş olan Dinar’dan saklanabilecek midir? Ali’nin cenazesi hemen kaldırılır. Kardeşini toprağa vermenin acısıyla kahrolan Ömer’i Ezo teselli eder. Acaba bu ölüm ikilinin arasındaki buzların tamamen erimesine vesile olacak mıdır? Ömer, Meryem’e sahip çıkacağını, onun Ali’nin emaneti olduğunu açıklar. Henüz doyamadığı Ali’yi toprağa veren Meryem, bir zamanlar Ezo’nun Ömer’i beklediği yerde Ali’nin yolunu beklemeye başlar.
Köylüden meydan dayağı yiyen Bilal, evde de karılarından kötü muamele görmeye başlar. Yaptığından pişman olan Bilal, Meryem’den af dilemek için yanına gider. Meryem’in ağabeyine tavrı nasıl olacaktır. Onu bağışlayacak mıdır?Öte yandan Beşire’nin ağabeyinin hapisten çıktığını öğrenen Ezo, bütün acısının içinde, bir yandan da onu korumanın yollarını aramaya başlar.”
Gerek haberlere, gerekse 15. bölümün özetine baktı-ğımızda Ezo Gelin adından, dizinin Gaziantep’te çekilmesinden başka Barak Ellerinde yaşayan Ezo Gelinin hiçbir ortak özelliği yok. Hâlbuki haberde filmin yapımcısı Yaşar İrvül, Ezo Gelinin hayat hikâyesindeki gerçeği yakalamak için dizinin Gaziantep’te çekileceğini söylüyor.
Yazının başında gerçek hayat hikâyesini verdiğim Ezo Gelinle 15. bölümün özeti arasında uzaktan yakından bir benzerlik var mı Allah aşkına. Vay benim memleketim vay. Sonra gerçeğe yakın olması için dizinin Gaziantep’te çekileceğini söyle. Vay benim memleketim vay… Bir söz vardır bizim Çukurova’da: “Tavuk eşindiği zaman iş yaptığını, uçtuğu zamanda kendisini kuş sanarmış”.
Ben 1986 yılında Uruş köyünde Ezo’nun ilk kocası Şıdo Hanefi ile görüştüğümde: Birçok film yönetmenin köye kadar geldiğini, Ezo’nun gerçek hayatını filme almak istediklerini, bunun için de bol miktarda para teklif ettiklerini, fakat kendisinin kabul etmediğini, çevrilen filmlerin de hep hayal mahsulü olduğunu söylemişti. Gerçekten biz de o zamana kadar Ezo gelini tanımamıştık. Ezo Gelinin hayat hikâyesini öğrenince çevrilen filmlerin gerçekle hiç ilgisi olmadığını hayal mahsulü kurgular olduğuna tanık olduk. Çevrilen filmlerde sadece Ezo Gelin adı kullanılmış, konunun gerçek Ezo Gelinle hiç ilgilisi yok, tıpkı Bodrum Hâkimi ve Çökertmede olduğu gibi. Hâlbuki böyle yaşanmış hadiseler filme aktarılırken muhakkak ön araştırma yapmak, gerçekler tespit edildikten sonra senaryoyu yazmak, konuyu çok iyi bilen kaynak kişilerin bilgisine başvurmak gerekir. Çünkü bunlar gelecek nesillere kalacak olan önemli belgesel çalışmalardır. Zira Ezo Gelin yöresel olmaktan çıkmış, efsaneleşmiş, evrensel bir kimlik kazanmıştır. Böyle evrensel kimlik kazanan Ezo Gelinin aslına uymayan senaryolarla beyaz perdeye aktarılması var olan gerçeği inkâr etmek demektir. Bu tür yaşanılmış hadiselerin senaryosu masa başında yazılmamalı, yazılmışsa da adı Ezo Gelin olmamalıdır.
Diziye sadece Ezo Gelin adını koyarak reyting yapmak bu ülkenin kültürüne ihanettir. Buna devletin Bakanı, Gaziantep Valisi, Oğuzeli Kaymakamı Gaziantep Kültür ve Turizm Müdürlüğünün dur demesi gerekir. Ezo gelinin mezarını Suriye’den getirmek kadar, çekilen dizilerinde gerçeğe uygun olması önemlidir. Gerçeği yansıtmıyorsa topluma mal olmuş bir efsanenin tabir yerindeyse “çarçur” olması demektir.
Ben Ezo Gelin dizisini hiç seyretmedim. Ama bu yazıyı hazırlarken Show TV’nin sitesine girerek dizinin 26. bölümünü seyretmek şerefine nail oldum. Seyrettiğim bölümde son model arabalar, son model bir Seç Otobüsü, içinde top sakallı gitar çalan gençler. Urum Garibinin, İskân havalarının, Karacaoğlan’ın, Hürşit’in, Firuz Beyin, Dedemoğlu’nun, Âşık Kerem’in kol gezdiği Barak Ellerinde son model bir otobüsün içinde top sakallı gitar çalan üniversite gençleri.
Barak ellerini iyi tanırım. Bırakın gitar çalmayı kırık havayı bile türküden saymayan, türkü repertuvarını uzun havalar üzerine kurmuş bir anlayışa sahiptir Barak Elleri. Bu konuda da hiç tavizi yoktur. Yöre halkı şehirleşmiş olsa da geleneklerine bağlıdır.
Siz ey Ezo Gelin dizisini çeken beyler… Barak Ellerini, Firuz Beyi, Şahin Beyi, Nizipli Deli Mehmet’i, Uruş’u, İzan’ı, Antep’i, Nizip’i tanımadan dizi çekerseniz çalıyı tepesinden sürüklemiş olursunuz. Şekeri yemeden başkasına şekeri anlatamazsanız. Ezo Gelini, yöreyi, yaşadığı hayatı, Barak Ellerini, bilmeden bu tür dizileri çekemezsiniz. 1909–1956 yılları arasında yaşayan Ezo Gelini cep telefonlarıyla, son model arabalarla halkın karşısına getirdiğinizde olayı bilenler size bıyık altından güler, gerçeği yansıtmadığınız için de alay ederler, belki de söverler. Yapmayın ayıptır. Bu milletin kültürünü çarçur etmeyin. Barak Ellerindeki vatandaşlarımızın kemiklerini sızlatmayın. Ya da Ezo Gelin adını kullanmayın…
“Ben halkım hey ben halkım
Feleğin sillesini çok yemişim
Diyeceklerimi söyletmemişler bana
Türkülerle demişim”
diyerek haykırmış ozan. Biz demek istediklerimizi türkülerle diyemediğimizden yazıya döktük. Doğrusunu söylemek gerekirse söylemek istediklerimin özü de bu değildi, Ezo Gelin Külliyesinin bakımsızlığıydı.
Bizim Çukurova’da bir deyim vardır. “Gel gelelim çam kertmesine”. Biz de gelelim esas demek istediğimize: Ezo Gelinin Suriye’deki mezarının köyüne getirildiğini, adına bir külliye yapıldığını, doğup büyüdüğü evin müzeye dönüştürüldüğünü biliyor, onun için de Uruş’a bir yol düşürmek istiyordum. Bu isteğim 10 Haziran 2007 tarihinde gerçekleşti. Adı geçen tarihte bir dost grubuyla Uruş’a gittik. Uruş: Barak Ovası’nın Suriye sınırına yakın köylerinden biri. Oğuzeli ilçesine yaklaşık 15- 20km uzaklıkta olan bir Barak köyü. Diğer Barak köyleri gibi o da verimli topraklarıyla, fıstığıyla, ülke gelirine katkı sağlayan ekonomik sorunu olmayan bir köy. Köyün en büyük özelliği de efsaneleşen Ezo Gelin hikâyesine tanık olması.
Evet, Ezo Gelin Uruş’ta doğmuş büyümüş, buradan Suriye’ye gelin gitmiş. Ününe bu topraklarda kavuşmuş. “Ben memleketime doyamadım bari mezarım doysun” diyerek mezarının Türkiye’yi görecek şekilde yapılmasını istemiş.
Yetkililer Ezo’nun vatan hasretini az da olsa dindirmek amacıyla Suriye’deki mezarını 24 Eylül 1999 tarihinde doğup büyüdüğü köye getirmişler. “Ezo Gelin Barak Kültür Merkezi” adıyla da külliye toplumun hizmetine sunulmuş. Efsaneleşen Ezo yapılan bu hizmetle de ebedileştirilmiştir.
Ezo’nun evinin müzeye dönüştürülmesi, külliyenin avlusu, avlunun ağaçlandırılması, kamelya her şey çok güzel. Güzel olmayan külliyenin, müzeye dönüştürülen iki katlı evin, avlunun bakımı ve temizliği.
Ben Ezo Gelin adına yapılan külliyenin bakımsızlığını, temiz olmadığını uzun uzun anlatmak istemiyorum. Müze haline dönüştürülen evinin ikinci katına güvercin pisliğinden çıkamadığımızı söylersem demek istediklerimin hepsini anlatmış olurum.
Ezo Gelin Barak Kültür Merkezinin bakımı temizliği, mezarının Türkiye’ye getirilmesi kadar önemlidir. Yetkililer neredesiniz?…
Dipnotlar
[1] Değişik verme, kısaca karşılıklı bir malı değişmek demektir. Bu tür evlenme geleneğinde değişik ise, evlenecek kişi, kız kardeşini, halasını, ya da teyzesini; istediği kızın kardeşi, amcası, dayısı gibi yakın akrabalarından birine verecek, kendisi de evleneceği kızı alacaktır. Böylece her iki taraf da, ”başlık parası” vermekten kurtulacaktır. İşte karşılıklı başlık parasını vermemeye gelenekte ”değişik” denilmektedir. Yani kızın, kızla bir eşya gibi değiştirilmesi yoluyla yapılan evlenme biçimidir. Bu evlilikte: Evli kadınlardan biri, ”eceli ile” öldüğünde, öteki taraf için belli ölçüde başlık parası ödemek zorunluluğu doğar. Evlilerden biri, eşiyle geçinemediğinde, mutlu olan diğer çiftin de evliliği bozulur. İşte Barak ellerinde Güney Doğu da bu geleneğe “berdel “ ya da “berder” denilmektedir.
[2]Yıllardan sonra 10 Haziran 2007 tarihinde Uruş, yani Dokuzyol köyüne gittiğimde 1986 yılında köy muhtarı olan Hüseyin Çalışkan sağdı. Ama muhtar değildi. Konuğu olduk, çayını kahvesini içtik. Ezo ile ilgili yine bilgisine başvurduk. Ancak kaynak kişimiz bu defa da “berdel” uygulamasının tersi olduğunu; Ezo ile Şıdo Hanifi ayrılınca Ezo’nun kardeşi Zeynel Bozgeyik ‘in de Şıdo Hanifi’nin halası Hatice’den ayrılmak durumunda kaldığını söyledi. Ben şimdiye kadar bunun tersinin bilindiğini söyleyince trajedi katılmak istenmesinden kaynaklandığını ifade etti.
[3]Bizim kaynak kişilerden ve yazılı kaynaklardan tespitimize göre Ezo’nun ikinci evliliğinden 6 kız çocuğu olur. Ancak mezarı başındaki hayat hikâyesinde üç çocuğunun olduğu, bunlardan sadece Celile’nin yaşadığı yazılıdır.
[4]Bizim önceki tespitlerimize göre Ezo’nun ölüm tarihi 18 Mart 1952 olmasına rağmen 10 Haziran 2007 tarihinde Uruş köyüne gittiğimde mezar taşında öldüğü yıl 1956 olarak yazılmıştır.
[5] Nihat Taydaş, Ezo Gelin, Folklor Edebiyat Dergisi, internet türkü sitesi www.turkuler.com
[6] Oğuz eline bağlı Ezo Gelinin köyünün adı.
[7] Oğuz eline bağlı Barak köyü.
[8] Oğuz eline bağlı Barak köyü.
[9] Uruş’un ilerisinde bir Barak köyü.
[10]Tespitlerimize göre bu dize; “Şibip’e telinden attı mı dersin” olarak kayıtlara geçmiş. Kaynak kişilerin ifadesine göre de dizenin“Şibip’e belinden aştı mı dersin” şeklinde olması gerekmektedir.
[11] Oğuzeli’ne bağlı Suriye sınırında bir köyün adı.
[12] Ezo Gelinin Suriye’de mezarının bulunduğu köyün adı.
[13]Suriye sınırları içinde Ezo Gelinin ikinci kez gelin gittiği köyün adı.
[14] Oğuzeli ilçe sınırlarından çıkarak Suriye’de Fırat’a kavuşan çayın adı.
[15] Suriye sınırları içinde Carabulus ilçesine bağlı bir köy.
[16] “ “ “ “ “ “
[17] “ “ “ “ “ “
[18] Suriye sınırında bir köy adı.
[19] “ “ “ “ “ “