Türkçe balık adları ne kadar azdır. Türk hançeresinden çıkmış balık isimleri, daha ziyâde tatlı su balıklarına âittir. Kezâ, kullandığımız denizcilik tâbirlerinin de ezici ekseriyeti yabancı menşe’lidir. Bunun pek çok sebebi arasında daha bir öne çıkanı, Türk’ün denizle geç tanışması, denizciliği, Anadolu’ya geldikten sonra, komşu denizci devletlerden öğrenmesidir. Aslında, Asya kıt’asında Türklerin yaşadığı ve târîh sahnesine çıktığı coğrafya, su ile hem-hâl olmuş bir arâzidir. Başta Baykal, Balkaş ve Aral olmak üzere, deniz hacminde gölleri, İdil ve Ten, yâni Volga ve Don gibi Tuna-misâl nehirleri olan bu sâha, gölden denize açılan bir pencere hükmündeki Hazar’ı da bünyesinde barındırır. Bunca akan ve duran suyu olan Asya’daki Türk mekânı, maalesef Türkçeye denize âit çok az kelime kazandırmıştır. Bunun, yayla tabiatlı oluşumuz dışında bir îzâhı olamaz.
Evet, Türk milleti yayla tabiatlıdır. Bu tabiat, yâni huy, denize hep mesâfeli olmamızı temin etmiştir. Yeri geldiğinde, suda yürümenin ve su içinde avlanmanın, suya kemend atıp köprü kurmanın da en yaman eri olduğunu isbât eden Türk milleti, denizle Anadolu’da tanışıp ahbâb olmuştur. Barbaros haşmetine ve dahî zirvesine çıkıncaya kadar, bahriye işlerinde hayli mahcûbiyetimiz ve boyun eğikliğimiz bulunmaktadır. Türk, bir işe tâlib olduğunda, o işin en iyisi olmayı ve o sâhanın en yükseğine çıkmayı düşünür. Denizcilik mesleğinde de öyle olmuş, Barbaros şâhikası, henüz aşılamamıştır. Lâkin, Barbaros’dan sonraki denizcilik grafiğimiz de, öncesindeki gibi hüzünlüdür.
Barbaros Hayreddîn Paşa’nın bir Dünyâ markası olmasının ardında, elbette onun şahsî kaabiliyetinin büyük rolü bulunmaktadır. Ancak, şânlı Barbaros’u o zirveye ve makâma konduran üç kişiyi de aslâ unutmamak lâzımdır. Bu üç kişiden birincisi, ağabeyi Oruç Reis’dir. Barbaros Hayreddîn Paşa, deryâ işlerini Oruç Reis’den öğrenmiştir. Telemsan yakınlarındaki Salado Nehri kıyısında, Kürşad’dan derin izler taşıyan bir sahnede, otuz dokuz yoldaşı ile İspanyol kılıçlarının şehîd ettiği Oruç Reis, ecel şerbetini orada içmeseydi, belki de kardeşi Hızır’ın yerine Osmanlı Türk Cihân Devleti’nin Kapdân-ı Deryâsı olacaktı.
Barbaros’u teşvîk eden muharrik güçlerden ikincisi Şehzâde Korkud’dur. Sultan Bâyezîd-i Velî’nin bu âlim ve fâzıl oğlu, hem Antalya’da, hem de Manisa’da sancak beyliği yaparken, Barbaros kardeşlerin de aralarında olduğu Türk denizcilerine kol ve kanat olmuş, bütün şehzâdelik imkânlarını onların emrine vermiştir. Onun temin ettiği bu imkân ve fırsatlar sâyesinde, Barbaros Hayreddîn Paşa ile daha nice nâmlı Türk denizcisi, Cihân’ın dilinde dolaşmıştır.
Gelelim üçüncü kişiye. Bu kişi, Yavuz Sultan Selîm Hân’dır. Ağabeyi Oruç Reis ile hep Şehzâde Korkud’un himâyesinde olan ve öyle bilinen Hızır Reis, yâni müstakbel Barbaros Hayreddîn Paşa, Cihân Tahtı’na Şehzâde Selîm oturduğunda, Korkud’un ve onun yanında duranların, cezâlandırılacaklarını sanmış ve bu korku yüzünden, ağabeyi Oruç’la Akdeniz’e açılıp Kuzey Afrika sâhillerinde, kendilerine yeni bir rota çizmişdir. Önce Tunus’da, ardından Cezâyir’de zaferlerle dolu bir târîh yazan iki kardeş, Dünyâ denizciliğine, emsâli olmayan sahîfeler ilâve etmişlerdir. Onlara bu nâm ve şerefi temîn eden nice sebeb arasında, bir de bu Yavuz Sultan Selîm korkusu vardır. Hâlbuki, akl-ı selîm ile düşünüldüğünde, böyle bir korkuya mahâl olmadığı, kendiliğinden anlaşılacaktır. Ne var ki, târîh aynasında bâzen tahmîn, hakîkatin önüne geçebiliyor..