Hasan ERDEM
2. Murad’ın oğlunu emanet ettiği Çandarlı Halil Paşa, bütün devlet işlerini tam bir bağımsızlık ile yürütecek kadar padişahın güvenini kazanmış bir yöneticiydi. Yaklaşan kasırganın büyüklüğünü sezen tecrübeli sadrazam, genç padişahının huzuruna çıktı ve “Hazırlıklarını tamamlayan ve yürüyüşe geçen düşmana karşı koyma imkanı yok, meğer baban Sultan yerine dönerse bu mümkün” dedi. Gururlu ve yaşıtlarına göre ileri olan 2. Sultan Mehmed, sadrazamına “Meğerki bu ihtimaller vardı, evvelce düşünülmeliydi” dedi. Çandarlı’nın “Bütün beylerin ittifakı bunun üzerinedir” demesi ve düşman tehlikesi savuşturulduktan sonra kendisinin yine tahtta kalacağını vaat etmesi üzerine 2. Mehmed yaşından beklenmeyecek bir üslupta babasını ordularının başına geçmeye davet eden iki satırlık bir mektup yazdı.
“Baba, eğer Padişah siz iseniz geliniz ordunun başına geçiniz. Yok, eğer Padişah ben isem, size itaat etmenizi hatırlatıyorum ve emrediyorum. Gelip ordunun başına geçiniz”
Cebe Ali Bey’in getirdiği o tarihi mektubu okuyan Sultan Murad, kırk bin kişilik Anadolu ordusunu derhal topladı. Çanakkale Boğazı Haçlı donanması tarafından tutulduğu için düşmanı şaşırtmak isteyen Sultan Murad o tarafa az bir kuvvet sevk edip süratle Güzelcehisarı’nın karşısındaki sahile geldi. Venediklilere karşı hareket eden Osmanlılara hizmet etmekten son derece mutlu olan Ceneviz gemileriyle Rumeli kıyılarına geçti. Bu geçiş sırasında iki Bizans gemisi Türk askerlerini taşıyan Ceneviz gemilerini durdurmak istedilerse de kıyı bataryalarının desteği ile gemilerden biri top atışlarıyla batırıldı, sıkıyı gören diğeri de yaralı olarak kaçmak zorunda kaldı.
Hızlı bir yürüyüşle Edirne’ye ulaşan Sultan Murad, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’dan en taze bilgileri aldıktan sonra Osmanlı devlet yöneticilerine döndü ve sert bir ses tonuyla “Kutsal kitapları üzerine el basarak yemin ettikleri halde yeminlerini bozan gururları büyük kendileri küçük adamlar günü geldiğinde öfkeli kılıçlarımızın gazabından kurtulamayacaklar. Geçtikleri yollarda bulunan müdafaasız Osmanlı köyleri ile Ortodoks kentlerini yakıp yıkan, yoksul köylüleri, camileri ve kiliseleri bile yağmalamaktan çekinmeyerek Edirne’ye doğru ilerleyen Haçlı askerlerini, Tuna ile Balkanlar’ın birleştiği Varna’da kıstıracak ve son askerine kadar yok edeceğiz. Derhal Selanik, Epir ve Trakya garnizonlarını toplayın ve birkaç gün içinde orduyu sefere hazırlayın. Tokat kalesine de bir haberci göndererek zindandaki akıncı komutanı Turahan Bey’in salıverilmesini ve derhal orduya katılmasını sağlayın” dedi.
Sultan Murad’ın Anadolu’dan Rumeli’ne geçtiğini haber alan Haçlı komutanları telaşa kapıldılar. Tanrı’ya karşı verdiği yeminden dönmenin huzursuzluğundan kurtulamayan Eflak Voyvodası Vlad Drakul ile Hunyadi arasında, konsey toplantısı sırasında şiddetli bir tartışma patlak verdi. Hunyadi’nin sözlerine içerleyen Drakul kılıcını çekerek Haçlı Orduları’nın başkomutanını teke tek vuruşmaya çağırdı. Araya girenler öfkeli Voyvoda’nın elinden kılıcı almayı başardılar. Konsey üyelerinin baskısıyla her iki savaşçı da birbirine söylediklerini unutacaklarına dair ant içtiler.
Tuna’nın sağ kıyısını izleyen Haçlı Ordusu’nun en seçme birliğini oluşturan üç bin Macar süvarisinin başında önden ilerleyen Hunyadi, Balkan dağlarının çevresini dolaştıktan sonra Karadeniz’e ulaştı ve iki burun arasında kalan körfezde kampını kurdu. İki burundan biri Varna, diğeri Kalliakra olan bu eski Bizans kentleri, birbirinden geniş ve derin bir bataklık ile ayrılmıştı. Balkan dağlarının denizle birleşen bu son ucunda süvarilerini dinlendiren Hunyadi, Komutanı olduğu müttefik Haçlı ordusu geldikten sonra deniz kıyısını izleyerek İstanbul’a kadar ilerlemeyi, Bizans başkentini soluna alarak Trakya’ya girmeyi, daha sonra da Edirne’yi kuşatmayı planlıyordu. Osmanlı Türklerini silahların gücü ile yeryüzünden silmek niyetindeki Hunyadi Yanoş, Gelibolu, Selanik ve Epir’deki Türkleri sürüp atmak ve nihayet Macaristan ile Polonya gibi kendi egemenliği altına girecek olan Bulgaristan’ın üzerine, kral olarak yürümeyi düşünüyordu. Ama Osmanlı casusları da Haçlı Ordusunu, Tuna nehrini geçtiği andan beri adım adım takip ediyor ve raporlarını günü gününe Osmanlı hükümetine gönderiyorlardı.
Atası Yıldırım Bayezid kadar hızlı davranan kahraman Sultan Murad, hazırlıklarını tamamladıktan sonra savaşlarda pişmiş ve devleti kurtarmak için ölümü göze almış savaşçılarının önüne düşüp Edirne’den ayrıldı. Varna’ya ulaşan Sultan Murad, Haçlı ordusunun önünü kesmek için çok stratejik bir yerde karargâhını kurdu. Sağ tarafı denizle çevrili, solu kayalık Balkan dağlarına yaslanmış ovanın ortasına derin bir hendek kazdırdı.
Ağır zırhlar kuşanmış Haçlı süvarilerine meydan okurcasına açılan bu derin hendeğin başına da Hıristiyanların yeminlerine ihanetlerini gösteren Edirne – Segedin Antlaşması’nı içeren anlaşma metninin ucuna takılı olduğu uzun bir mızrak yere saplandı.
Sultan Murad, ordusunun sağ kanadının komutasını zindandan çıkardığı Turahan Bey’e, sol kanadın komutasını da yine Balkan geçitlerini savunurken büyük deneyim kazanan yaşlı savaşçısı Karaca Paşa’ya verdi. Düşman saldırısına daha açık olan merkezin yönetimini bizzat kendisi üstlendi. Yeniçeriler onun komutası altında çarpışacaktı.
10 Kasım 1444 Salı günü Osmanlı ordusunu hiç ummadığı bir yerde karşısında bulan Hunyadi bir an şaşırdı. Ama çabuk toparlanarak, ordusunu savaş durumuna geçirdi. Sol tarafını Varna bataklığına ve on bin erzak arabasına yasladı. Merkeze Kral Ladislas ile Papa’nın elçisi Kardinal Cesarini’yi, Venedik elçilerini ve Leh, Ulah ve Almanlardan oluşan kırk bin askeri yerleştirdi. Sağ kanatta görevlendirilen Macar atlılarının başında bulunan Hunyadi saldırı işaretini verdi ve atlılarını Karaca Paşa’nın piyadelerinin üzerine sürdü. Hunyadi, Karaca Paşa’nın birliklerini dağıttıktan sonra Osmanlıları denize doğru sürüp yok etmeyi tasarlıyordu.
Tiz bir boru sesi ovada çınladıktan sonra davullar dövülmeye, borular çalınmaya, silahlar şangırdamaya başladı. Hunyadi, toz bulutu ile kaplanan Osmanlı piyadelerinin hatlarını kolayca yardı ve onları denize doğru sürmeye başladı. Aynı anda Kral Ladislas’ın ağır zırhlar kuşanmış kırk bin savaşçısı Sultan Murad’ın başında bulunduğu merkez kuvvetlerinin üzerine yüklendi. Delici bakışlarıyla savaş alanını tarayan ve durumu tartan Sultan Murad hemen eline Hıristiyanların andı takılı mızrağı aldı, kılıcını kınından çıkardı ve “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin, mübarek sancaklarımız kıyamet gününe kadar zaferle dalgalansın” diye mırıldandıktan sonra yalın kılıç düşman hatlarına daldı ve bir er gibi dövüşmeye başladı.
Osmanlı ordusunun sağ ve sol kanatlarının bozulduğunu, merkez kuvvetlerini oluşturan yeniçerilerin gerilemeye başladığını gören Kral Ladislas, Hunyadi Yanoş’un tavsiyelerini unuttu ve savaşın başarısını tamamen Yanoş’a bırakmamak için yerinden ayrılarak kendisini korumakla görevli Polonya kuvvetlerini de ardına takıp Sultan Murad’ın üzerine yöneldi.
Padişahlarının bir er gibi aralarında savaştığını gören yeniçeriler şahlandılar ve savaş atları dahil, tepeden tırnağa kalın zırhlarla donatıldıkları için Türklerden daha az kayıp veren Haçlıların üzerine yüklendiler. Kılıçlar şakırdamaya, çift ağızlı, uzun saplı savaş baltaları yılan hızıyla hareket etmeye başladı. Göğüs göğse gelen Türkler ve Haçlılar acımasızca birbirlerini doğramaya giriştiler. Varna önlerinde ölüm, kılıçlarla, palalarla, baltalarla, oklarla, mızraklarla ve gürzlerle iki ordunun askerleri arasında hızla yayıldı. Ölüm, yaralanıp atından yere düşenleri atların demir nalları altında yakaladı. Toynak yığınları altında kalanların kafaları patladı, kemikleri dışarı fırladı. Kalabalık Haçlı ordusunun ilk saldırısının şiddetine dayanan Osmanlı ordusunun sağ ve sol kanatları, komutanlarının çabalarıyla toparlandılar ve Haçlı ordusunu hırpalamaya başladılar.
Aylar önce Haçlı kılıçlarıyla şehit düşen yoldaşlarının intikamını almak isteyen Turahan Bey komutasındaki akıncılar, Haçlı ordusunun merkezinden ayrı düşen ve kendi erzak arabalarıyla bataklığın arasında sıkışıp kalmış olan Haçlı ordusunun sol kanat askerlerini, zümrüt gibi parıldayan keskin kılıçlarıyla kesip biçtiler.
Genç ve deneyimsiz Kral Ladislas, Polonyalı korumalarıyla savaşın göbeğindeki yeniçerilerin arasına dalınca, yeniçeriler taktik gereği sağa sola açılarak krala yol verdiler. Önünden geçen ve sancakların bulunduğu yere kadar ulaşan Macar kralının atına doğru sokulan yeniçeri Timurtaş, bir balta darbesiyle kralın atının ayaklarını biçti ve atıyla birlikte kralı yere düşürdü. Yayabaşı Koca Hızır atıldı, yaralı atının ayakları dibinden doğrulmaya çalışan genç kralın göğsüne çöktü ve hançeriyle başını kesti. Genç kral, kutsal kitapları İncil üzerine el basarak ettiği yemininden dönmenin cezasını canıyla ödemişti. Koca Hızır, kralın altın miğferli kesik başını mızrağının ucuna taktı ve havaya kaldırıp dövüşmeye devam eden Macar askerlerine gösterdikten sonra gür bir sesle haykırdı.
“Macarlar, kimin için dövüşüyorsunuz? İşte kralınızın başı”
“Macarlar, kimin için dövüşüyorsunuz? İşte kralınızın başı”
Uzun saçlı, seyrek sakallı genç krallarının kesik başını gören Haçlı askerleri arasında tam bir bozgun başladı. Hırsı yüzünden ölümüne neden olduğu genç kralının cesedini almak isteyen Hunyadi Yanoş, üç kere Osmanlı hatlarını yarıp cesede ulaşmak istedi ama her seferinde geri püskürtüldü.
Osmanlı askerlerinin öfkeli ve aman vermez kılıçlarına karşı koyamayan Haçlı askerlerinin hayatta kalanları ikindi saatlerinde bölük bölük teslim olmaya başladılar. Macar kralının dışında savaş alanında can verenlerin arasında barışın bozulmasında en etkili rolü oynayan Papa’nın elçisi Kardinal Cesarini de vardı. Venedik elçisi Erlau ve Varadin piskoposları, Papa’nın danışmanları teslim olarak canlarını kurtardılar ve savaş alanında zincire vuruldular.
Dokuz saat süren kanlı boğuşmanın sonunda hayalleri suya düşen Hunyadi Yanoş, kendi canını kurtarabilmek için karınları deşilmiş, kolları, bacakları kopmuş yaralı askerlerini Türklerin insafına bıraktı ve kralının cesedini bile alamadan, er meydanını Türklerin muzaffer silahlarına terk ederek, maiyeti ile birlikte kaçmak zorunda kaldı.
Sultan Murad ülkesini şeref ve adaletle yönetmiş; Türk ulusunca dindar, lütufkâr, haktanır ve iyiliksever bir sultan olarak anılıyordu. Savaşta olduğu gibi, barışta da sözünün doğru, gerçekçi bir eriydi. Ancak sözünü bozanların korkunç bir düşmanı ve öç alıcısı olmaktan çekinmeyen Sultan Murad, Varna savaşında ülkesinin ve oğlunun düşmanlarını ezdikten sonra savaş alanında dolaşarak yaralılarla ilgilenmeye ve şehitleri gömdürmeye başladı.
Savaş kazanılmasına karşılık Osmanlılar için çok zor geçmişti. Savaş alanında gezisini sürdüren Sultan Murad, gölgesinden ayrılmayan Azap Bey’e dönerek “Biz bu savaşı nasıl kazanabildik? Hıristiyan ordusunda tek ihtiyara rastlamamış olmamız, ölülerin hep genç olması biraz garip değil mi?” diye sordu. “Hayır” diye cevap veren Azap Bey sözlerini sürdürdü ve “Han’ım, eğer Haçlı ordusu içinde saçı ağarmış bir baş olsaydı, böylesine adaletten uzak ve anlamsız bir işe kalkışmazlar, barışı bozmazlardı. Biz ihtiyarlarımız yüzünden kazandık, onlar ise ihtiyatsızlıkları yüzünden kaybettiler.” dedi.
KAYNAKLAR
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Ord. Prof. İ. Hakkı UZUNÇARŞILI
OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ: LORD KINROSS
OSMANLI TARİHİ: Alphonse De LAMARTINE
BÜYÜK OSMANLI TARİHİ: Baron Joseph Von Hammer Purgstall