Edebiyatımızda seyahatnâme olarak kabul edilen eserlerin en önemlilerinden birisi de Seydî Ali Reis’in Mir‘âtü’l Memâlik’idir. Esere “Mihnetnâme” adı verilmesi düşünülmüşken daha sonra bu şekilde değiştirilmesi uygun görülmüştür. Mir‘âtü’l Memâlik memleketlerin aynası anlamına gelmektedir ve Seydî Ali Reis’in Hindistan’dan İstanbul’a dönüş yolculuğunu konu almaktadır.
Seydî Ali Reis özellikle Barbaros Hayeddin Paşa’nın ve Sinan Reis’in hizmetlerinde bulunmuştur. Akdeniz’de bu iki kaptanın gerçekleştirdiği birçok savaşta ve kale fethinde bulunmuştur. Böylece Akdeniz’in hemen her yerini dolaşmış ve denizcilik konusundaki bilgisini ilerletmiştir.[1] O, eserinde Hayreddin Paşa’ya mensubiyetini bir dörtlükle de ifade eder:
Deniz üstünde yürürüz
Düşmanı arar buluruz
Öcümüz komaz alırız
Bize Hayreddinli derler[2]
Seydî Ali Reis, Pîrî Reis’in Basra’da bıraktığı donanmayı almak üzere Mısır kaptanlığına tayin edilir ve buraya gönderilir. Bu sefer, dördüncü Hint seferi olarak bilinir. Hint Denizlerinde Portekizlilere karşı yaptığı seferinde bir ara fırtanaya tutulur ve gemiler Hindistan’daki Gucerat Sultanlığı’nın bir limanına kadar sürüklenir. Onların Basra’dan Gücerat’a gelişleri üç ay sürmüştür.
Gücerat’ta bir süre kalan Seydî Ali Reis, yanında kalan denizcilerle birlikte kara yolundan, dört yıl sürecek yolculuğuna başlar. Bu yolculuğunda Ahmedabad, Multan, Lahor, Delhi, Zabulistan, Kabil, Maveraünehir, Semerkant, Acduvan, Buhara, Horasan, Hive, Harzem, Tus, Nişabur, Sebzvar, Bestam, Damgan, Rey, Kazvin, Hemedan, Karabağ, Mervan, Bedahşan’dan başka daha birçok şehre, bölgeye ve kasabaya giden Seydî Ali Reis nihayet Bağdad’a ulaşmıştır.[3] O gördüğü bu şehirler hakkında zaman zaman fikir beyan eder. Bunlardan anlaşıldığı kadarıyla Seydî Ali Reis iyi bir gözlemcidir. Onun Kabil hakkında söylediği şu sözler bu açıdan ilgi çekicidir: “Kâbil güzel bir şehirdir. Etrafı karlı dağlarla, dört bir yanı da akarsulu bağlarla çevrelenmiştir. Her tarafı zevk, safa, sohbet meclisleriyle doludur. Halk, ucdan uca, lâtif ve müzeyyen güzellikler içinde zevk ve safa ederler.”[4]
Seydî Ali Reis bu seyahatnâmesinde birçok konuya temas eder. Şiirler ve devlet adamlarıyla yaptığı sohbetlerle eserin muhtevasını besler. Eserin içinde Gucerat Sultanlığı, Portekizlilerle yapılan savaşlar, Rajputlar, Hind ve Sind hükümdarlarıyla ve şeyhlerle görüşme, Babür’ün oğlu Hümayun Şah adına yapılan mücadeleler ve Hümayun Şah’ın Hindlilerle savaşları, Hindistan’ın fethi, Mirzalar arasındaki savaş, Seydî Ali Reis’in Mir İsa ile görüşmesi, Buhara ve Semerkant hanları arasındaki savaşlar, yol kesicililerle yapılan mücadeleler, peygamber makamlarını ve şeyh kabirlerini ziyaret konu edilmiştir.
Seydî Ali Reis, kitabının sebeb-i telif bölümünde uğradığı memleketleri ve şehirleri anlatırken çıkılan bu seferin zorluğunun, çekilen mihnet ve sıkıntıların yazılması için yol arkadaşlarının kendisine şöyle ısrar ettiklerini söyler:
“Kim, bu meşakkatlerden kurtulduktan sonra, bu dağ ve çöl gezilerimizi uzun uzadıya anlatıp bu seferin, Mekke ve Cidde seferlerinden daha yorucu olduğunu söylerse, mübalağa etmemiş olur. Tehlikelerle dolu bu seferde meydana gelen zorluk ve sıkıntıları anlatmaya, coşkun Hint denizi mürekkep ve Sind ormanları kalem olup bin defa çoğaltılsa, hakiki şekillerinin binde birini ve yüz muhasip bir araya gelse, tehlikelerin korkunçluğunun onda birini yazıp anlatamaz. Hiç olmazsa görülen şehirler, gezilen çok tuhaf ve şaşılacak yerler, ziyaret olunan mezarlar ve sonra da çekilen elem ve sıkıntıların anlatılıp bir kitap meydana getirilmesini arzu ediyoruz.”[5]
Seydî Ali Reis, Kâtibî mahlasuyla şiirler yazan bir şairdir. Bu seyahati esnasında Çağatay Türkçesini öğrenmiş ve şiirler söylemeye başlamıştır. Onun hem Anadolu Türkçesi hem de Çağatay Türkçesiyle söylediği bu şiirler çok beğenilmiştir. O, bunların birçoğunu sultanlara, devlet adamlarına takdim etmiştir. Hümayun Şah, onun şiirlerini görünce kendisine “Mir Ali Şîr-i Sânî” diye hitap etmiştir. Onun bu kâbiliyeti yanında, sohbet meclislerindeki sözlerini işiten birçok hükümdar, yanında kalmasını istemiş fakat o bunların hepsini uygun bir şekilde reddetmiştir. Seydî Ali Reis vazifesine bağlı bir devlet adamıdır. Kendisine verilen görevin ağırlığının farkındadır. O, bir şiirinde içinde bulunduğu hâlin hassasiyetini ve memleketine olan özlemini ve bağlılığını şöyle ifade eder:
Gâfil olma düştüğün yer mülk-i Hindistan’dır
Meyl edip orda kalanlar cümle sergerdandır
Âlemi geşt eyleyenler dediler bi’l-ittifak
Hak budur dünyada cennet memleket-i Osman’dır
Varıp anda bir nazar görmek ehibbanın yüzün
Bilmiş ol ey hasta dil her derdine dermandır[6]
Seydî Ali Reis, Gücerat’tan ayrılırken yol boyunca kendilerine rehberlik eden ve onları koruyan Bat ismindeki bir topluluktan bahseder. Batlar, cüz’î bir ücret karşılığında yolcuları hem de canları pahasına Rajput denilen Hint atlılarından korumaktadır. Rajputlar, kervanı soymak isterlerse bunlar hançerlerini çekip kendi göğüslerine dayarlar ve “Biz bunlara kefiliz. Kervana zarar verirseniz, kendimizi öldürürüz” derler. Rajputlar, Batlara hürmeten kimseye dokunamazlar. Kervan da selamet içinde çekip gider. Eğer, Rajputlar kervana bir zarar verirse Batlar kendilerini öldürür. Batların ölümüne sebep olan Rajputları ise kendi beyleri evlatlarına varıncaya kadar öldürürler.[7] Seydî Ali Reis, işte bu Batlar sayesinde Hindistan’da bir süre rahatça seyahat edebilmiştir.
Seydî Ali Reis bu yolculuğunda sağ sağlim memleketine varacağına dair bazı rüyalar da görmüştür. Bunlardan birinde Hz. Ali ona kurtulacağını müjdelemiştir. Bir diğer rüyada ise annesini görmüştür. Hz. Fatıma, annesine rüyasında oğlunun kurtulacağını söylemiştir.
Seydî Ali Reis’in başından geçenler Osmanlı coğrafyasında adeta bir darb-ı mesel haline gelmiş ve “Başına Seydî halleri gelmek” şeklinde bir deyim ortaya çıkmıştır.[8] Bu deyime Hayâlî Bey’in bir beytinde rastlıyoruz:
Az zaman geçmeden anun dahi
Başına Seydî hâlleri geldi[9]
Seydî Ali Reis’in seyahatleri ve Mir‘âtü’l Memâlik hem tarihimiz hem de edebiyatımız için önemli malzemeler ihtiva eder. Bu açıdan eserin seyahat edebiyatımız içerisinde önemli bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Dipnotlar
[1] Seydî Ali Reis, Mir’atü’l-Memalik (Ülkelerin Aynası), Baskıya Haz.: Necdet Akyıldız, Tercüman 1001 Temel Eser (Baskı yeri ve tarihi yok), s. 33.
[2] Seydî Ali Reis, a. g. e., s. 55.
[3] Bu konuda bir değerlendirme için bkz.: Cemal Kurnaz, “XVI. Yy. Türk Dünyası Kültür, Sanat, Edebiyat ve Tarihi İçin Bir Kaynak: Seydi Ali Reis’in Mir’âtü’l-Memâlik’i”, Eski Edebiyatın İçinde Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, Kurgan Edebiyat, Ankara 2011, s. 248-260.
[4] Seydî Ali Reis, a. g. e., s. 85.
[5] Seydî Ali Reis, a. g. e., s. 29.
[6] Seydî Ali Reis, a. g. e., s. 78 (Burada şiirdeki bazı kelimelerin yazımına müdahele edilmiştir.)
[7] Seydî Ali Reis, a. g. e., s. 56-57.
[8] Cemal Kurnaz, Eski Edebiyatın İçinde Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, Kurgan Edebiyat, Ankara 2011, s. 249.
[9] Ali Nihat Tarlan, Hayâlî Dîvânı, Akçağ Yayınları, Ankara 1992, s. 321.