Gönül arzu ediyor ki o makamlara gelenler milletin malının kendilerine emanet edildiğinin farkında olarak Allah korkusu ile hareket etsinler ve en ufak bir yanlış iş yapamasınlar. Fakat gel gör ki böyle bir dünya yok! Koltuğa oturduğu gün aman siyasete alışma, bu çark seni de öğütmesin diye dostane tavsiyede bulunduğum nice insan var ki bugün ne şahsiyetinden ne ahlakından ne tevazuundan eser kalmadı. İlk günkü gibi kalmaya gayret edenleri de bu çark kusup attı dışarı ve bir daha koltuk yüzü göremez hale geldiler. Belediye başkanı olduğu gün seçim galibiyetini dostlarıyla kutlamak yerine bir tenhaya çekilip “aman Ya Rabbi ben başıma nasıl bir iş aldım, bu emanetin hakkını nasıl vereceğim” diyerek sabaha kadar ağlayacak gönüllere muhtacız ama o gönül sahipleri de bu işe niçin tenezzül etsin ki kardeşim!
*****
Serdar TUNCER
Brüksel sokaklarında dolaşırken bir arkadaşım, yanımızdan geçen kendi halindeki bisikletli şahsı göstererek; “başbakan gidiyor” dediğinde hem içten bir hayranlık duymuş hem de şaşırmıştım. Bizdeki makam araçları, korumalar, önlemler ve şaşaa ile kıyaslandığında o bisikletli ve yalnız başbakanın hali bana pek Müslümanca gelmişti.
Nihayetinde biz arkadaşlarıyla otururken yanlarına gelen yabancının; “Hanginiz peygamber?” diye sormadan kendisini yanındakilerden ayırt edemeyeceği kadar sade yaşayıp giyinen devlet reisi bir peygamberin ümmetiydik. Bu şatafat ve alayişten uzak bisikletli tevazu yakışacaksa bizim başbakanımıza yakışırdı, yakışmalıydı, diye düşünüp ah demiştim, ah!
Seçim öncesi bazı belediye başkanlarının makam araçlarını bırakıp bisiklet kullanmaya başladığına şahit olduk. Arkalarında acemice sürdükleri bisikletleriyle takip eden iki üç koruma vardı, ama olsun, bu da bir şeydi, yetmezdi ama evetti. Seçimlerden sonra yeni seçilen bazı belediye başkanlarının makam odalarının kapılarını söktürdüğünü, bazısının hızını alamayıp belediyenin etrafındaki duvarları da yıktırdığını gördük. AK Parti’nin seçimlere dair yaptığı değerlendirme toplantısından belediye başkanlarının daha mütevazı olması, halkla iç içe olması, makam araçları gibi hususlarda daha dikkatli olması gibi bazı tavsiye kararlar çıktı, e bu da güzel. Güzel ama mesele buncağızdan mı ibaret? İnsanları gönül belediyeciliği ile tanıştırmanın yolu bu mu? Seçmenlerin öncelikli talebi böyle mi? Diğer meseller de hallolur, öbür talepler de karşılanır diyebilirsiniz, peki buradan mı başlanması gerekiyor?
Sizi bilmem ama birisi gelip bana; “Sizin belediye başkanı makam odasının kapısını söktürdü, artık her yaptığını herkes görebilecek” dese benim için bir şey ifade etmezdi. Çünkü ben başkanın yaptıklarının herkes tarafından görülebiliyor olmasından ziyade hiç kimsenin görmediği yerlerde yaptıklarının helal, yasal, namusluca olması ile ilgiliyim. Makam odasında kapısı olmayan bir başkan -iyi niyetlileri tenzih ederim- şov yapmaktadır ve şovunu görünür kılma derdindedir. Bu benim, bırakınız o kişiye itimat etmemi bilakis ondan şüphe etmeme sebep olur. Neyi gizlemek için bu kapıyı kaldırdı diye sorarım mesela? İhaleye fesat karıştırmak için, rüşvet almak için, adam kayırmak için, haksızlık için mutlaka kapısı kapanabilen bir yer bulunur. Kapıyı sökerek şov yapanlara değil, kapı kırk kat kilitli olsa dahi haksızlık, hukuksuzluk ve ahlaksızlık yapamayacak yöneticilere muhtacım ben. Belediye başkanının makam aracı yahut korumaları sebebiyle rey vermeyen kaç insan vardır bilmem ama adaletsizlik, iltimas, rüşvet, ahlaksızlık, haksız kazanç gibi sebeplerden ötürü siyaset müessesesinden ikrah getirerek sandığa dahi gitmeyen pek çok kişi tanıyorum. Kriz geçirip son nefesini vermek üzere olan hastanın kalbine masaj yapmayı bırakmış saçlarını taramakla meşgulüz. Tamam saçları da güzel görünsün haspanın ama önce bir hayatını kurtaralım. İşini halletmek için belediyeye gittiğinde, kendime değil, yanlış anlama filanca hayırlı iş için diye bir çekmece açıp ondan caiz rüşvet yahut zoraki sadaka alan belediye başkanı ertesi gün bisikletle gezdi diye o vatandaş, seçim günü gidip ona rey mi verecek? Hak ettiği ihaleyi tanıdığı olmadığı için, başkanın kardeşinin işini görmediği için yahut daire başkanının küçük talebine karşılık vermediği için alamayan iş adamı ama başkanın makam odasında kapı yok diyerek seçimde o başkana rey mi toplayacak? Babası belediye başkanı olmadan önce aylaklık etmekten başka bir şey bilmeyen başkanın haşarı oğlunun iş adamlarıyla nargile kafelerde boy göstere göstere milyoner olduğunu gören seçmen kitlesi ama babası arada bir çarşıya çıkıp küçük çocukların yanaklarını okşuyor diye benim belediye başkanım tam bir gönül eridir mi diyecek? Yüklenmeyelim o kadar, başkana da, milletvekiline de, yazıktır yahu! Nihayetinde bu insanlar seçilirse alacağı maaşın toplamının en az on katını aday adaylığı ve adaylık sürecinde harcayan kimseler, zarar mı etsinler durduk yerde, bal tutan biraz parmağını yalamasın mı şimdi?
Gönül arzu ediyor ki o makamlara gelenler milletin malının kendilerine emanet edildiğinin farkında olarak Allah korkusu ile hareket etsinler ve en ufak bir yanlış iş yapamasınlar. Fakat gel gör ki böyle bir dünya yok! Koltuğa oturduğu gün aman siyasete alışma, bu çark seni de öğütmesin diye dostane tavsiyede bulunduğum nice insan var ki bugün ne şahsiyetinden ne ahlakından ne tevazuundan eser kalmadı. İlk günkü gibi kalmaya gayret edenleri de bu çark kusup attı dışarı ve bir daha koltuk yüzü göremez hale geldiler. Belediye başkanı olduğu gün seçim galibiyetini dostlarıyla kutlamak yerine bir tenhaya çekilip “aman Ya Rabbi ben başıma nasıl bir iş aldım, bu emanetin hakkını nasıl vereceğim” diyerek sabaha kadar ağlayacak gönüllere muhtacız ama o gönül sahipleri de bu işe niçin tenezzül etsin ki kardeşim!
Öyle kapı sökmekle, bisiklete binmekle, arada bir çarşılarda tek başına boy gösterip vatandaş arasına karışmakla filan olmaz bu işler. Allah korkusu, adalet duygusu, vicdan sızısı, emanet şuuru olacak her şeyden önce. “Bunu yapmazsam bu koltukta oturamam” diye düşünmeyecek başkan dediğin, “Bunu yaparsam bu koltuğu ahirette bana oturturlar” deyip yeri gelmişse kapıyı çarpıp çıkmayı bilecek! Seçildiği gün evlatlarından kardeşlerinden başlayarak bütün aile efradını toplayıp “Ben başkan olduğum sürece hiç biriniz bu belediye ile iş yapmayacak, belediye ile iş yapan hiç kimse ile oturup para, pul, iş güç konuşmayacak” diye ikaz edecek. Belediye ile iş yapan insanlara dönüp ailem yahut bir yakınım aracılığı ile gelen kişinin işi bir kalemde reddedilir diye ihtar edecek. Koltuğunun arkasına üstte “Rüşvet alan da veren de melundur” altta “İş yaptırabilmek için verilen para hangi amaçla ve neresi için verilirse verilsin rüşvettir” yazılı bir levha asacak. Bir parti büyüğünden gelen telefonda helale ve yasaya aykırı bir taleple karşılaşınca; “Sizi reddedersem belki koltuğumdan, ama kabul edersem mutlaka ahiretimden olurum” diyerek karşısındakini azarlayarak reddedecek. Kendisine oy vereni haksız olduğu yerde kapının önüne koymasını bildiği gibi, rakibine oy verse dahi haklı olan kişiyi baş tacı etmeyi bilecek. Bir istihdam söz konusu olduğunda, başvuru sahibinin partisine, okuluna, nereli olduğuna, kavmine hatta ve hatta dinine dahi bakmaksızın sadece ve sadece liyakati esas alacak. Fakir oturduğu koltuktan akrabaları bile zengin olarak değil, zengin oturduğu koltuktan akrabalarına borçlu bir fakir olarak kalkacak. Özlediğimiz portre böyle, aradığımız tavır bu!
Hem size bir şey söyleyeyim; biz öyle Belçika gibi dünkü çocuk değiliz bir devlet geleneğimiz var, “Biz bir din biliriz bir de padişah/Bin yıl ömür versin hazreti Allah” deyu deyu gelmişiz bugünlere. Benim başkanlarımın öyle bisikletle gezip kapı kırmasına filan gerek yok, adil olsunlar, namuslu olsunlar, ahlaklı olsunlar, Allah’tan korksunlar kâfi!
———————————-
Kaynak:
https://www.yenisafak.com/yazarlar/serdartuncer/baskanimin-bisikleti-2050240