Batı’da Yanlış Giden Neydi?

Lewis’in “Yanlış Giden Neydi?” kitabından örnekler çoğaltmak mümkün, ancak anlatmak istediğimiz, yazarın “İslam ve Batı” dikotomisinin temelde önyargılı, seçici ve taraflı olduğudur. “İslam dünyası”nda bilim ve teknolojiye dair fazlasıyla tartışmalar yapılmış ancak Avrupa’nın teknolojik buluşlarına askeri ablukasının eklemesiyle, mesela tekstil alanında ileride olan Osmanlı ve İran dünyası gerilemiştir. Lewis, 19. ve 20 . y.y.’da Ortadoğu İslam dünyasındaki geriliklerde-başarısızlıklarda “hırsızın hiç mi suçu yok kardeşim?” dedirtircesine Ortadoğu’nun kalbinde İsrail’in varlığının Amerikan destekli askeri, ekonomik ve siyasi baskısının nasıl bir kriz yarattığına hiç temas etmemektedir. Sonuçta yazar, analitik tarih anlatımından uzak olarak, Müslümanların “zaten geri oldukları için” geri kaldıklarını ileri sürmektedir.

*****
Doç. Dr. Bülent ŞENAY
 
‘İleri’ Batı ülkelerinde, Covid-19 hastalığından ölenler arasında siyahi, Ortadoğulu ve Asyalıların, bunların arasında da müslümanların oranının daha yüksek (özellikle ABD ve İngiltere’de en az 3 kat fazla) olduğu, dolayısıyla bir yerlerde dehşete düşüren derecede bir ırkçı/dini ayrımcılığın böylesi global bir pandemide bile varlığını sürdürdüğü bir zaman diliminde ‘Batı’da Yanlış Giden Neydi?” diye bir soru sormanın komplo teorisi olarak mı değerlendirileceği bir tartışma konusu olabilir. Ancak benzer bir başka pencereden bakıldığında ‘Batı’da Yanlış Giden Neydi?” sorusu ve buna verilecek ilmi ve akademik bir cevap oldukça anlamlı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.
 
Siyonist tarihçi Bernard Lewis, 11 Eylül olayından sonra yazdığı “Yanlış Giden Neydi?” adlı (What Went Wrong: Western Impact and Middle Eastern Response. New York: Oxford University Press, 2002) kitabının Giriş kısmına, “İslam dünyasında özellikle de Ortadoğu’da ne yanlış gitti de bugün durum böyle?” diye bir soruyla başlar.
 
Bernard Lewis’in “Yanlış Giden Neydi?” sorusu çok önemli bir sorudur. Ancak kim için, hangi amaçla ve kim tarafından sorulduğu çok daha önemlidir. Her şeyden önce Lewis gibi aslında -İslam’a karşı önyargılı ve uluslararası politikada katıksız derecede İsrail yanlısı olsa da- önemli bir tarihçi-siyasi analistin 2002’de yayınlanan bu kitabında nasıl olup da bu kadar temelsiz, tutarsız ve itinasız yazabilmiş olduğunu anlamakta tarafsız bir okuyucu zorlanacaktır. Bu kitap ve temel sorusu olan “Yanlış Giden Neydi?” (İslam dünyası kastediliyor) son derece basmakalıp ve bilimsel değeri olmayan bir içerik taşımaktadır. Michigan Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Juan R. I. Cole’un Global Dialogue dergisinin 2002 sonbahar sayısında Bernard Lewis’e yönelttiği eleştirilerden de hareketle şunları söylememiz mümkündür: Her şeyden önce Lewis, “İslam dünyası” ifadesiyle ve “yanlış giden neydi?” sorusuyla başlayarak, İslam dünyasını Batı dünyasının karşısına yerleştirmektedir. Okuyucusuna peşin olarak tabii ki ikincisinde, yani Batı dünyasında işlerin yolunda gittiği mesajını veriyor. Ancak sıradan bir okuyucunun bile kitapta yazarın “İslam dünyası” deyince ne kastettiğini tanımlamadığını fark etmesi zor değildir. Lewis, bir bütün olarak İslam dünyasında “neyin yanlış gittiğini” yargılamaya çalışırken mesela ne Hint alt kıtasındaki ne de Malezya ve Endonezya’daki Müslümanlardan bahsetmektedir.
 
Asıl Bernard Lewis nerede yanılıyor?
 
Oysa bu coğrafyalardaki Müslümanlar İslam dünyasının çok önemli bir kısmını oluşturmaktadırlar. İslam dünyası derken Lewis’in zihninde sadece Müslüman Ortadoğu olduğu besbellidir. O zaman okuyucuya da şu soruları sormak düşer: Bütün olarak İslam dünyasında değil de, özellikle Ortadoğu’da -Müslüman olmaları itibarıyla- yanlış giden neydi acaba? Ekonomik azgelişmişlik mi, demokrasi mi, bilimsel-teknolojik gelişmemişlik mi? Eğer bunlarsa yanlış olan, yazar neden “yanlış giden neydi?” sorusunu “dinle ilişkili bir anlatım” çerçevesinde sunmaktadır? Her ne kadar Lewis, kitabın sonuç bölümünde İslam dünyasında (Ortadoğu’yu kastediyor) yanlış giden şeylerden İslam’ın sorumlu olmadığını bir cümleyle ifade ediyor olsa da, eğer bu ifadesinde samimiyse, yani İslam bir din olarak, yazarın anlatımında temel değişken değilse, o zaman neden İslam dünyası dediği Ortadoğu’yu genelleyerek “İslam”ın dünyası olarak sunmaktadır? Lewis bunu şüphesiz bilerek yapmaktadır. Tipik oryantalist bir yazardır o. Farklı ve farklılaşmış siyasi, sosyal ve kültürel faktörleri ve aktörleri toptancı bir şekilde birbirine katıştırarak sunmaktadır. Örneğin, klasik İslam tarihi döneminden (632 – 1258) bahsederken, “İslam’ın” “orduları”nın aynı anda hem Avrupa’yı hem Afrika’yı ve hem de Çin’i işgal ettiğini bir çırpıda söylemektedir. (s.6) Burada Lewis’in yazım siyaseti, İslam’ı homojen bir siyasi askeri güç olarak göstermek ve belki günümüzde de bu nedenle “İslam’dan korkulması” gereğine dolayısıyla işaret etmektir. Yazar devamında, Haçlıların Müslüman savaşçıları etkilediğini söyleyip, sanki ortaçağ Müslüman orduları tek bir siyasi coğrafya ve otoriteden yönlendiriliyormuş ya da her bir ortaçağ savaşında Müslümanlar “İslam” dininin gereği olarak savaşıyorlarmışçasına bir tarih sunumu yapmaktadır. Oysa, dinler tarihçilerinin ve siyasi tarihçilerin bildiği gibi, Fas’taki Berberîler’in Endülüs’te Latin Katoliklere karşı kendilerini savunurken, coğrafyanın bu tarafında Türklerin Hindistan’a ve oradan da Anadolu coğrafyasına doğru nasıl ilerlediklerinden haberdar oldukları pek de söylenemez.
 
Yine Lewis’in toptancı yaklaşımı, örneğin Türklerin Anadolu’da nasıl Bizans Hıristiyanlarıyla bile zaman zaman ittifak yaparak ilerlediklerini ya da İslam’ın yayılışında tasavvuf erenlerinin gönül fetihlerinin (Buhara’dan Bursa’ya, Budapeşte’de Gül Baba’dan Bosna’da Bulak Tekkesi’ne – “kolonizatör Türk dervişleri”) nasıl rol oynadığını da dikkate almaz. Lewis, Avrupa’nın Osmanlı korkusunu anlatır ve Safevî İranlılarının Osmanlı’ya karşı Avrupalılarla ittifak yaptığını arada bir yerde ifade ederken, mesela Osmanlıların siyasi bir stratejiyle Balkanlar’da Katolik siyasi ve askeri zulmüne karşı Protestanlarla işbirliği yaptığından bahsetmez. Yine Lewis’in itina ile es geçtiği bir husus da yalnız Avrupalıların değil, o dönemde Müslümanların da kendi aralarında siyasi-askeri-etnik çatışmalar içinde oldukları ve dolayısıyla zaman zaman “öteki” din mensuplarıyla taktik ittifaklar yaptıkları gerçeğidir. Sadece bu gerçek bile, Lewis’in “İslam ve Batı” dikotomisinin bütüncül bir kategori olarak, eğer sadece bir yorumsal hata değilse, o zaman temelsiz ve siyasi amaçlı bir kurgu olduğunu gösterir. Lewis, Osmanlı askerî gerileyişinden bahsetmeyi de çok sevmektedir. Ancak mesela, en azından 15. ve 16. y.y.’ların yükselme döneminden hiç bahsetmez. Osmanlı’nın Avrupa ile çok boyutlu-katmanlı kültürel, siyasi ilişki ve etkileşimini, dolayısıyla gerilemenin de çok faktörlü olduğunu görmez Lewis.
 
Lewis, sonuçta Osmanlı’nın gerilemesinin arkasında “Müslümanların kâfirlerden yenilikleri almak istemeyişi”nin yattığı şeklinde bir tezi yayar anlatımına. Osmanlı’nın hem ilmi hem de teknolojik alanda aslında yenilik çabasını sürdürdüğünü görmezden gelir. Bu görmezlik bizde uzunca bir süre resmi tarih tezi/ideolojisinin de temellerinden biri olmuştur. Bernard Lewis’in “Modern Türkiye’nin Doğuşu” adlı kitabının Türk Tarih Kurumu yayınları arasında olduğu da hatırlanabilir. Gerçi bu kitapta Türk tarihine dair tespitleri biraz daha objektiftir.
 
“Yanlış giden neydi?” sorusuna geri dönelim. Lewis’in bu soruyu sorarken en çarpıcı oryantalist kurgusu, “Avrupalıların ortaçağda Arapça öğrenmek isteyecek kadar mütecessis ve Doğu’dan öğrenmeye açık olduğunu ancak Müslümanların ise hiçbir yeni bilgiye merak duymadığı” şeklindeki tekrarlayan dikotomik anlatımında kendisini gösterir. Lewis, ne ortaçağda bazı Avrupalıların Arapça öğrenme merakının aslında Kitab-ı Mukaddes çalışmaları ve son tahlilde İbrânice ile ilgili olduğunu itiraf eder, ne de Sanskritçe öğrenip Hind dünyasına dair o güne kadar en kapsamlı eseri üretmiş Biruni’yi, ilk sistematik Dinler Tarihi eserini (Milel ve Nihal) yazmış Şehristani’yi, Hıristiyan teolojisi hakkında çok ciddi eserler (responsa-reddiye) yazmış İbn Hazm, Kadı Abdu’l Cabbar ya da Gazzali’yi, hatta İbn Rüşd veya İbn Sina’yı hatırlar. Bunları hatırlamak istemediği gibi, belki de yazar Endülüs’ü yakıp yıkan Latin Katoliklerin Müslümanları ve Yahudileri İspanya’dan sürüp çıkarması ya da zorla Hıristiyanlaştırmaları, yani kısaca 1492’den sonra Müslümanların Avrupa’nın ilmine ilgisinin azaldığını kastediyor olmalıdır.
 
`İslam dünyası`na Batı-merkezci Yaklaşım…
 
“İslam’da Yanlış giden neydi?” sorusunu sorarken Lewis’in hatırlaması gereken şu olmalıydı: Avrupa 12. ve 13. yüzyıllardan (özellikle 1215’te Katolik olmayan tüm Hıristiyanları sapkın ilan eden ve Yahudilerle Müslümanlara özel aşağılayıcı kıyafet uygulaması getiren 4. Lateran Konsili’nden) itibaren kendi içine ve Kilise fanatizmine kapanmış ve dolayısıyla dış dünya ile ilişkisini kesmişti. Engizisyonlar ve mezhep savaşları bunun örnekleridir. Ayrıca Lewis, dâr-ul-harp tartışmalarına işaretle Müslümanların gayrimüslim beldelerde yaşayıp yaşayamayacağı sorusuna hayır diyen bazı teorik fetvaları öne çıkarıp, realiteyi atlamakta, yani bir kısım Müslümanların güney İspanya’da Katolik yönetiminde yaşamayı sürdürdüklerini ya da öte yandan Müslüman beldelerde Hıristiyan Avrupalıların özgürce seyahat edip yaşadıklarını (örnekleri çoktur) görmezlikten gelmektedir.
 
Lewis’in “Yanlış Giden Neydi?” kitabından örnekler çoğaltmak mümkün, ancak anlatmak istediğimiz, yazarın “İslam ve Batı” dikotomisinin temelde önyargılı, seçici ve taraflı olduğudur. “İslam dünyası”nda bilim ve teknolojiye dair fazlasıyla tartışmalar yapılmış ancak Avrupa’nın teknolojik buluşlarına askeri ablukasının eklemesiyle, mesela tekstil alanında ileride olan Osmanlı ve İran dünyası gerilemiştir. Lewis, 19. ve 20 . y.y.’da Ortadoğu İslam dünyasındaki geriliklerde-başarısızlıklarda “hırsızın hiç mi suçu yok kardeşim?” dedirtircesine Ortadoğu’nun kalbinde İsrail’in varlığının Amerikan destekli askeri, ekonomik ve siyasi baskısının nasıl bir kriz yarattığına hiç temas etmemektedir. Sonuçta yazar, analitik tarih anlatımından uzak olarak, Müslümanların “zaten geri oldukları için” geri kaldıklarını ileri sürmektedir. Bu 19. y.y. ırkçı oryantalizminin “doğulu” anlayışından çok da farklı değildir. Lewis, 20. y.y.’da Avrupa’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika sömürgeciliğinin kalıcı olumsuz etkilerini neredeyse hiç dikkate almamaktadır. 1962’ye kadar Cezayir’den çekilmeyen Fransa’nın, 1969’a kadar İran Körfezi’nden çekilmeyen Britanya’nın, geride bıraktığı krizler hiç mi önemli değildir bu “yanlış giden neydi?” sorusunda? Keşmir sorunu kimin hediyesidir “geri kalmışlar”a? Taliban’ı kim beslemiştir zamanında? Işid kimin kurgusudur? İsrail neden sahra hastahanelerinde yaralı Işid militanlarını tedavi etmiştir. Lewis Ortadoğu’da Müslümanlar arasında 1930’lardan itibaren bir faşizmin ve fanatizmin doğduğunu yazmaya bu kadar heyecan duyarken, bunun Müslümanlar arasında hiç de yaygın olmadığını neden söylemez ve mesela Lübnan’da Marûni Hıristiyan Falanjistler’den, Filistin’de Stern Gang Yahudi terör örgütünden ya da Revizyonist Siyonist hareketten neden bahsetmez? Neden, İsrail’deki yeşivalarda, yani yahudi medreselerinde fanatik ırkçı kuşakların yetişerek Ortadoğuyu daha büyük ateşe verecek bir sürecin beslendiğini hatırlamaz? Filistinli, Suriyeli ve Iraklı yaşlı, genç, kadın ve çocukların günlük dramından hiç bahsetmez. Lewis’in Müslüman ülkelerde olumsuz gelişmelerde yer alanların “Müslüman” olduğunu vurgulamadaki itinası, aynı şekilde olumlu gelişme ve süreçlerde yer alanların da Müslüman olduğunu nedense hatırlamasına engel olmaktadır. Bu, “benim yanlışlarım yanlış, senin yanlışların kronik hastalık” dikotomisidir. Bu, köktenci tarih yazımıdır.
 
En son olarak okuyucusu, Lewis’e şunları sormak isteyecektir: Nasıl olur da “İslam dünyası’nda her şey yanlış gitmiştir de, Avrupa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki katliamlara -unutulur ki ölenlerin çoğu Müslümanlardı-, faşizmin ve komünizmin Avrupa’da doğup her şeyi altüst etmiş olmasına, İkinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 60 milyon insanın -Yahudi holokostu da dahil- katledilmiş olmasına, Avrupa sömürgeciliğinin anti-kolonyal hareketleri -mesela Vietnam ve Cezayir’de- vahşice bastırması gerçeğine rağmen, Batı’da “yanlış giden neydi?” diye sorulmaz?
 
Bu sorular bitmez. Çok geçmeden tarih kitapları, pek çok soru arasında, şu soruyu da soracaktır: ‘İleri’ Batı ülkelerinde, Covid-19 hastalığından ölenler arasında neden siyahi, Ortadoğulu ve Asyalıların oranı, bunların arasında da müslümanların oranı daha yüksektir?
 
Bernard Lewis’in “(İslam dünyasında) Yanlış giden neydi?” sorusu, İslam ve Öteki  tartışmasından önce, Batı ve Öteki sorunsalına işaret eder. Teolojisi şiddete dayananların, yani, Tanrı’sını çarmıha germişlerin insanı ne uğruna öldürebileceğini siz hesab edin. Bu soruya kıymetince cevap verilmeden yanlışların ve doğruların yerini bulması zor görünmektedir. Arnold Toynbee’nin 50’li yıllarda yazdığı Tarihçi açısından Din (A Historian’s Approach to Religion) adlı kitabında, “Batılı olmayanların Batı medeniyetine ihtida (Toynbee aynen ‘conversion’ kelimesini kullanıyor. B.Ş.) etmesinin, insanlık için tehlikeli bir gelişme olduğu” değerlendirmesinin bugün için daha da geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Toynbee’ye katılmamak mümkün değildir. Evet, Batı’da yanlış giden neydi? sorusunu soran daha çok düşünür ve entelektüel ortaya çıkmadıkca, ya da Müslümanlar Batı’ya istikamet gösterip yardımcı olmadıkça Batı yalnız kendisini değil iltisaklı olduğu tüm kültürleri ifsad etmeye devam edecektir. Batı’ya yön vermek gerektir. Bunu da önce kendi küresel yönlerini bularak İslam’ın ‘evrenselliği’ni yeniden yakalayacak müslümanlar yapacaktır. Batı’yı Batı’dan kurtaracak, yani insanlığa söyleyecek sözü olan, ahkâmına ise ancak vicdanlara hitab edebildiğinde tabi olunabilecek bir medeniyet hamlesiyledir ki müslüman dünya kendi yolunu da bulacaktır.
 
————————————————–
Kaynak:
 
https://fikircografyasi.com/makale/batida-yanlis-giden-neydi
Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen