İsveç’in NATO üyeliği Litvanya’nın Başkenti Vilnius’ta yapılan zirvenin en önemli gündem konusuydu. Toplantıdan hemen önce NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile Cumhurbaşkanı Erdoğan ve İsveç Başbakanı Kristerson’un yaptıkları toplantıda kriz çözüldü; Türkiye’nin yeşil ışık yakması başta ABD ve Başkan Biden olmak üzere üyesi Batı’lı ülkeleri sevindirdi ve rahatlattı. Çünkü Atlantik ittifakının Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı yürütmekte olduğu “düşük yoğunluklu savaş” sürecinde İsveç’in üyeliği jeopolitik konumu sebebiyle büyük önem taşıyor. Baltık Denizi böylece NATO’nun egemenlik alanı haline geliyor; Kuzey Kutup bölgesinde Rusya birinci derecede etkili olmaktan uzaklaşıyor. Böylece ABD ile Rusya arasında yaşanmakta olan hegemonik rekabet ortamında Rusya ciddi bir darbe almış görünüyor.
Gerek zirve öncesindeki toplantıda alınan kararlar, gerekse Erdoğan’ın Başkan Biden ve diğer Batı’lı ülke liderleriyle yaptığı görüşmeler ve Zirve’deki ortam Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde yeni bir dönemin başlayabileceğini işaret ediyor. Bu toplantı öncesinde Ankara’nın çözülmesini istediği bazı sorunlar önümüzdeki günlerde yapılacak üst düzeydeki temas ve görüşmelerde ele alınacak. Bunların her birinin sürüncemede bırakılmadan somut adımlarla karara bağlanmaları gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Litvanya’da hem de dönüşünde çok önemli bir noktayı işaret etti. İsveç’in üyeliğine nihai kararı TBMM verecektir. Bu ifade açıkça şu anlama geliyor; muhataplarımız somut adımlar atmayarak meseleleri sürüncemede bırakmaya kalkışırlarsa TBMM tezkereyi onaylamaz, İsveç’in üyeliği askıda kalır.
Türkiye’nin AB üyeliğinin gerçekleşmesi talebine Brüksel’in cevabı çok net: “Kopenhag kriterleri yerine getirilmeden üye olamazsınız”. Aslında bunlar yapılsa bile üyeliğimizin yapılacak halk oylamalarından geçmesi gerekiyor. Fransa, Avusturya, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerdeki oylamalardan lehimize sonuçlar çıkmayacağı ortada. Dolayısıyla taraflar görüşmelere yeniden başlarken üyeliğin yolunun açılmasının zorluklarını bilseler de bu aşamada bazı beklentilerinin karşılanmasını istiyorlar.
AB ile aramızda tarafların ekonomik, sosyal ve siyasal açılardan karşılıklı çıkarlarının bulunduğu ilişkilerimiz var. Türkiye’nin dış ticaretinin yüzde 60’ı Batı’lı ülkelerle. Ama 1995 tarihli Serbest Ticaret Anlaşması’nda adil ve eşit olmayan hükümlerin güncelleştirilme isteğimizi, Brüksel haklılığımızı bilmesine rağmen ısrarla duymazlıktan geliyor. Keza vize konusunda sözlerini tutmadılar. Buna karşılık Türkiye’nin hukuk ve yargı konularındaki durumunu, AİHM ‘nin kararlarını Anayasa hükmüne rağmen uygulamamakta oluşunu her vesileyle öne sürüyorlar. Türkiye’nin milyonlarca sığınmacıyı barındırmasından, Avrupa’ya geçişlerini engellemesinden çok memnunlar. Türkiye’nin Avrupa’nın “sınır muhafızı” olarak kalmasını istiyorlar.
ABD ile ilişkilerimizde ironik bir tablo var. PKK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG’nin en büyük destekçisinin Washington olduğunu, terör örgütünü müttefik diye tanımlayarak devletleştirmek istediklerini kendileri de söylüyorlar. Anadolu’da bir laf vardır ; “eşeğini dövemeyen semerini döver” derler. Durumumuz buna benziyor. PKK’nın ABD, Almanya ve Fransa tarafından nasıl desteklendiğini görmemize rağmen NATO müttefikimiz olmalarına sözle itirazlarımızın dışında bir şey yapamıyoruz ama İsveç’in dilediğimiz çizgiye gelmesini önemli ölçüde sağlayabiliyoruz.
F-16’lar sorunu dış politikada etraflı düşünülüp incelenmeden adım atmanın nelere mal olabileceğini gösteren ibretlik bir konudur. Hava savunma sisteminin güçlendirilmesine çalışmak elbette doğruydu. ABD’nin Patriyot sistemi isteğimizi kabul etmemesi müttefiklik ilişkileriyle bağdaşmayan çirkin bir tutumdu. Buna karşılık olarak Rusya’dan iki milyar beş yüz milyon dolar karşılığında S-400 bataryasını almamız aceleyle verilen fevri bir karardı. Sonuçlar ortada; aldığımız füzeleri tepkiler üzerine beş yıldır depoda tutuyoruz. Dünyanın en gelişmiş savaş uçakları kabul edilen F-35’lerin üretiminin ortaklarındandık, bir buçuk milyar dolar ödeme yapmıştık. Bazı parçaları Türkiye’de yapılıyordu, sanayicimizin on milyar dolardan fazla kazancı olacağı hesaplanıyordu. İmal edilen iki uçağı teslim alıp getirmek maksadıyla Amerika’ya giden pilotlarımızın eğitimleri tamamlamıştı.
F-35 projesinden çıkarıldık, askeri ve ekonomik yaptırımlara maruz kaldık. Hava kuvvetlerimizde ortaya çıkan büyük sorunu aşabilmek için bir alt sisteme mecburen razı olduk. F-16’lardan 40 adet almak, elimizdekileri modernize etmek maksadıyla ABD yönetimini razı etmeye uğraşıyoruz. Yunanistan Ege adalarını silahlandırmasına karşılık dillendirdiğimiz “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünü, ABD Kongresi’ne ve kamuoyuna ülkesine yönelik ciddi tehdit olduğunu anlatarak, Türkiye’yi saldırgan ülke diye anlatarak “mazlum ülke” rolünü başarıyla üstlendi. Halen hem F-35 almak hem de F-16’larını modernize etme aşamasına geldi. Bu durum hava gücündeki dengenin lehine bozulması anlamına geliyor.
Mehmet Şimşek’in “rasyoneliteye dönüş” ifadesinin sadece mali ve ekonomik konularda değil her alanda ihtiyacımız olduğunu, yaşayarak öğreniyoruz.