Gözlediğim neydi ?
Neden değil ?
İnsanlar, devlet memurları, gece ve gündüz bitmeyen bir geçit merasimi şeklinde ölen krallarına taziyelerini sunuyor, onun için tapınaklara doluşup, dua ediyorlardı. Çünkü rejim aslında hayatı daha iyi yapmak için tedbirler almaya çalışıyor, çocuklara bakıyor, öğrencileri, okulları, üniversiteleri destekliyor, nispeten kendi kültürünü de destekliyor, inançları ayakta tutmaya çalışıyor.
Ama olmuyor işte; bir türlü Batı’nın istediği “öteki” kalıbından çıkılamıyor. Bizde de olduğu gibi… Çünkü idari ve siyasi sistem Batı’dan alınma, ekonomik sistem ve ilişkiler tümüyle Batı’nın istediği şekilde yürüyor. Bu tür ülkelerde, bizde olduğu gibi, bilgi üretimi yok, teknoloji de Batı’dan geliyor. O zaman -milli- kültür çabaları da folklorik değerden öte etki taşımıyor.
Ama bir Amerikan ya da Avrupa kongresi açılışı çok farklı olur. Klasik müzik, ya da kadınların veya çocukların bir gösterisi – sunusu… Yaşadıkları hayattan nefis bir gösteri; kendilerinden, kendi anlayışlarından… Şu kadarcık ayrıntı bile Batı ile öteki arasındaki temel farklılaşmayı göstermiyor mu ? Bir Arap ülkesinin göğüs hastalıkları kongresindeyim. Kongre dili Fransızca… Üç Fransız var, yüzlerce Arap. Dernek başkanına sordum: “Kongre neden kendi dilinizde yapılmıyor?” Cevap karşısında şaşkına döndüm: “Arapça bilimsel bir kongre yapılır mı? Bilim dili Fransızcadır.” Alın size ötekinin, yarı sömürge aydının zihniyetini – küçük burjuva zihniyeti. Bu arkadaşın kızı ilkokulu o ülkedeki Fransız özel okulunda okumuş, orta ve yükske öğretimini de Fransa’da parayla yapmış. Şimdi de kendi ülkesinde bir Fransız şirketinin temsilci-yöneticiliğini yapıyor. Ne dersiniz ? Bunlar her sömürge ya da yarı sömürge ülkede böyle, biz de de örneklerini çevrenizde sıkça görmüyor musunuz?
Bangkok, Budizmin nispeten güçlü yaşandığı coğrafyalardan birisi. Çok görkemli tapınaklarını, Wat Arun, Wat Phra Kaew, Wat Trimitr’i, altın Buda’yı, yatan, Nirvana’ya ulaşmış Buda’yı, onun ayakları altına işlenmiş hikmetli sözleri, bu civarda yaşanan hayatı, turunculu erkek, beyazlı kadın rahipleri, ibadet ritüellerini görmek güzel ve heyecan verici gerçekten. Gözledikleriniz kanaatleriniz için çok önemli şekillenmelere de sebep olabilir. Tapınaklar, çoğunlukla 16. ve 18. Yüzyıllarda yapılmış, görünüşleri tek kelimeyle muhteşem; çok ince sanat-işçilik, müthiş ayrıntılar, altın ve değerli taşlar, inanılmaz bir zenginlik…
Sakin, saygılı, ölçülü insanların rükû ve secde içeren ibadetleri, bizimki gibi imameli tespihler… Dua ve kutsamalar. Rahipler kefen gibi turuncu bir beze sarınıyorlar, kişiler çok basit giyiniyor. Demek ki değer ve zenginlik dini yapı ve sembollere, insanlara düşen basitlik ve ölçülü olmak.
Altın Buda
İbadet, diz üstü oturarak ve öne -Buda’ya doğru dizler üstünde yürüyerek başlıyor. Sonra o meşhur el selamı ve mırıldanarak kısa bir dua. Sonra 3 kez rükû ve secde, sonra yine dua ve diz üstünde rahibe yönelme. Rahibin gülümseyen dudaklarından sesli dualar, süpürge gibi bir el sopasıyla kutsal sudan serpme ve nihayet bileğe bağlanan bir sembolik ip… Bu seramonide genellikle rahiplere, yoksullara verilecek olan yiyecek, içeceklerden oluşmuş hediye paketleri de sunuluyor. İbadetini bitirenler gülümseyerek ve geri geri çekilerek tapınaktan ayrılıyorlar. Turistlerde dizleri üzerine oturup, hem ritüelleri hem muhteşem yapıların duvarlarını, tavanlarını inceliyorlar.
THY uçağı Bangkok semalarında yükselirken aşağıda alabildiğince uzanan dümdüz ovada yayılan su dolu tarlalara, evlere, yollara, yeşilliklere ve uzaklarda kalmış sivri çatılı tapınakların, görkemli gökdelenlerin silüetlerine dalarak düşündüm: Dünyanın her yeri yüzünü Batı’ya dönmüş. Batı’nın istediği şekle sokamadığı coğrafya neredeyse yok. Batılı kendi değerleri ile kendi hayatını yaşıyor. Bu hayatı yaşayabilmek için ötekinin kendi istediği gibi olmasını bekliyor; kültürü folklorik düzeyde kalsın, medeniyetin yaratıcı gücü olmasın, hayat sadece ekonomik bir değer olsun. Bu beklentiye uydunuz mu, Kore, Japonya gibi, Brezilya, Meksika gibi mesele yok, nispi bir zenginliğiniz de olabilir. Uymadınız mı, ben varım; ben, tüm insanlığa mutluluk, adalet ve refah teklif etmeyi denesem mi dediniz; işte o zaman yandınız; tıpkı Müslüman coğrafyadaki yangınlar gibi… Bu yangınlar, ateş ve kan gölü neden dersiniz?
Bütün kalbimle şuna inanıyor, aklımla şu kanaati taşıyorum: Bize düşen, ötekilere düşen “Batı emperyalizmine karşı top yekün bir uyanış, bir öteki medeniyetler başkaldırısı olmalı”. Bilimde, felsefede, san’atda, edebiyatda top yekün bir başkaldırı. Batı’yı mutlaka, ama mutlaka durdurmalı, kendi coğrafyasına sıkıştırmalı, ötekini ona kabul ettirmeliyiz; insan olarak kalabilmek için bunu mutlaka başarmalıyız. Küresel ısınma, atmosfer hasarı, kuraklıklar, nükleer kirlilik, çevre felaketleri, savaşlar, katliamlar ve alabildiğine açık ya da kapalı sömürü ve direnç noktalarında kan gölleri, katliamlar, soy kırımlar… Eğer Batıyı durduramazsak, insanlığın sonu gelecek, dünyayı kaybedeceğiz.
Not: Yazımı okuyan dostlara, bir farklı değerlendirme için bu sütunda hemen üstte yer alan sayın Hasan Fevzi Batırel’in yazısını da okumalarını tavsiye ederim.