Bayram ve Bayramlaşmak Deyince

Türkçenin hâs güllerinden bir söz güzeli olan “bayram”, onu telâffuz eden dile ve o dilin sâhibi olan kula, daha işin başında ferâhlık, hoşluk bahşeder. Katar katar deyim, atasözü ve mecâz yüklü bir söz olan “bayram”, Batı mahreçli yaşayışın “festival, yortu” idrâki yanında ne kadar geniş ve dahî sarıp-sarmalayıcı bir mevkidedir. Bunu anlamak için, bayramlaşmak lâzımdır.

Ne var ki, epeyidir bayramlaşamıyoruz. Bu tesbîti, son birkaç yıldır başımıza üşüşen salgın hastalığa bağlamak, işin satıhta kalan kolay tarafıdır. Biz, o salgın âfetinden epeyi zamân önce, bayram âdetlerimizi turizm patlatma heveslerine kurbân verdik. Bayram tâtillerinin uzatılıp azatılmamasına dâir ortaya atılan fikirlerin merkezini, hep turizm hesapları teşkîl etti. Tâtili bayrama tercîh eden bir cemiyet yapısına sâhip olduk.

Oysa bayram, insan berâberliği ve dahî insan selâmlaşması, kucaklaşması, konuşması demektir. Bayram, bizim örfümüzde, öpülen ellerin, alınan bayrâmiyye bahşîşlerinin, sorulan hatırların yekûnudur. Dijital bir hayât yaşamaya başladık ve maalesef, bayramlı düşüncelerimizi de dijital vesîlelere sipâriş eyleyip, işin içinden çıkar olduk. Çıkabildik mi? Orası belli değil.

İlkokul ve orta okul yıllarımın geçtiği Aydın’ın Horsunlu kasabasında, aslâ unutmadığım ve her bayram aynı tâzelik iklîminde hatırladığım sahneler vardır. Horsunlu’da tren istasyonunun çapraz karşısına rastlayan ve halk dilinde “İstasyon Câmii” diye bilinen mescid hacmindeki mâbed, Ramazan ve Kurban Bayramlarının, kasabadaki başlangıç yeri ve satırbaşı mevkii idi. Yaşıtım olan bütün çocuklar, bayram namâzı için, günün o pek erken saatinde, bayramlık elbîselerimizi, pabuçlarımızı giyer, büyüklerimizle berâber câmie doluşurduk. Daha bayrama birkaç gün varken, Horsunlu piyasasında mâdenî para darlığı, sıkıntısı başlardı. Her yetişkin, – kadın olsun, erkek olsun – elindeki kâğıt paraları bozdurur, mâdenî paraya çevirirdi. Bayram namâzının câmi içindeki faslı bitip de, içerideki kalabalık dışarı çıkmaya başladığında, cümle ceket, yelek ve pantolon cepleri mâdenî para ile dolu olan büyükler, askerî bir nizâmla sıralanırlar, ellerini öpecek çocukları beklemeye başlarlardı. Biz çocuklar da, hiçbirini atlamadan büyüklerin ellerini öper, günlerdir biriktirilen o mâdenî paralardan hissemize düşeni alırdık. 

Bahsini ettiğim o yıllarda, Horsunlu’da, hemen herkesin “Berber Amca” diye bilip çağırdığı, kasaba eşrâfından bir bey var idi. Berber Amca, bayram bahşîşi en bol ve çok olan büyüğümüz olma vasfını ve dahî rekorunu, hiç bırakmadı. Bu yüzden, onun önünde biriken ve uzayan el öpen çocuk kuyruğu, diğer kuyruklara fark atardı. Hemen bütün çocuklar, Berber Amca’nın elini ikişer, üçer def’a öperdik. Bunun için de o kuyruğa, art arda girmekten çocukça bir bayram zevki alırdık.

Câmi önü bayramlaşmasının ardından,  çocukların ev dolaşması başlardı. Hangi evin kime âit olduğunu, âdetâ ezbere bilirdik. Bu sefer açılan kapılarda kadın büyüklerimiz görünür, hazırladıkları bahşîşleri kapıya gelen çocuklara verirlerdi. Kadın elinden aldığımız o bayram bahşîşleri içinde, mâdenî paranın yanında, şekerler, o kadınların mübârek elleriyle pişirilmiş börekler, çörekler, tatlılar da olurdu. Yine o bahşîşler arasında, kenârları işlemeli bez mendiller, ayrı bir bayram saltanatı kurarlardı.

Bundan sonraki fasıl, toplanan paraların harcanmasına ayrılırdı. Horsunlu’nun bakkal dükkânları önünde, daha bayram namâzı bitmeden tezgâhlar kurulur, çocuklara hitâb eden her çeşit oyuncak sıralanırdı. Bu bakkal dükkânlarından biri babamındı. O yüzden, bahsettiğim oyuncak ve bayramlık tezgâhlarını çok iyi bilirim. O tezgâhlarda en çok mantar tabancası, o tabancaların mantarları ve çatapat dediğimiz, yere sürünce veyâ üstüne basınca patlayan benekli şeritler alıcı bulurdu. O alış veriş vakti geldiğinde, kasabanın içi mantar tabancası ve çatapat sesleriyle dolar, burnumuza kesîf bir patlamış tabanca mantarı kokusu gelirdi. Böylece, bayramdan önce darlığı çekilen mâdenî paralar, bakkal kasalarına dönerdi.

Velhâsıl, Ramazan ve Kurban Bayramlarının gelişi, Horsunlu’nun bütün sokaklarına, bütün evlerine, bütün insanlarına toplu bir coşkunluk yaşatırdı. Bu dediklerimden, bugün hangileri kaldı? Zannedersem, ortada utanılacak, âr edilecek bir netîce var. Hepimiz, bayramdan kaçar olduk. Bayramdan ayrı düşüp, suretâ ve uzaktan bayramlaşan insanlara döndük..

Yazar
Turgut GÜLER

1951 yılında Afyonkarahisâr’ın Sultandağı ilçe­sine bağlı Dort (bugünkü Doğancık) köyünde doğdu. Âilesi, 1959 Ocağında Aydın’ın Horsunlu kasabasına yerleşti. İlkokulu orada, Ortaokulu Kuyucak’da okudu. İki hafta kadar ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen