1890’ların başında, Hâkim Mahmut Cemal Bey’in kızı olarak İstanbul’da dünyaya gelmiştir.
Osmanlı Devletinde başta terzilik olmak üzere birçok el sanatları dalında Türk kadınları hiç yoktu.
Ermeni ve Rum cemiyetlerinin açtıkları çeşitli dallarda eğitim veren sanat okullarından mezun olan Ermeni ve Rum kadınları daha sonra dükkânlarını açıyorlar ve onlara kıyafet diktirmek bir ayrıcalık olarak görülüyordu.
Türk erkeklerin cepheden cepheye, savaşlara, koştuğu o yıllarda, Türk kadını da tarlada, ahırda, ağılda, vasıfsız işlerde çalışıyordu sadece.
İşte böyle bir ortamda, Behire Hakkı Hanım büyük bir cesaret ve girişimcilik örneği göstererek 1913 yılında İstanbul’da Cağaloğlu’ndaki Taş Mektepte Biçki Yurdu Terzihanesini açar, gazetelere ilan vererek kadınlara terzilik mesleğini öğreteceğini bildirir. Alınacak öğrencilerin fakir kesimden olmasına dikkat eder. Bu girişimle kadınlar fakirlikten kurtulacak, alın teriyle ekmeğini kazanacaktır. İlk aşamada yurda 25 öğrenci başvurur, daha sonra sayı 51’e çıkar, 1917’ye gelindiğinde öğrenci sayısı 366’dır.
İlk mezuniyet töreninde öğrenciler, 40 dakika içerisinde bir korsaj, bir etek ve bir manto dikerek hünerlerini sergilerler. Bu törene Maarif ve Ziraat Nazırları (bakanları)’nın katılması Biçki Yurdu’na verilen önemi gösterir.
Bu aşamaya gelinceye kadar çok sıkıntılar çekmiştir. Şikâyetler, iftiralar, ekonomik zorluklar, kumaş ve iplik gibi hammadde temininde kendisine kasten çıkarılan zorluklar…
Ama Behire Hakkı Hanım bütün bu zorlukların altından kalkmasını başarır.
“Gayrimüslimler hem bizim sırtımızdan paralar kazanıp zengin oluyorlar, hem de kazançlarından ne vatana ne de cephedeki askerimize en küçük bir katkıları olmuyor, bir de üstüne üstlük onlardan giyinmek moda oluyor” diyerek isyan eder.
Birkaç yıl içinde işler biraz da olsa büyür ve Çifte Saraylar Caddesi 21 numarada Biçki Dikiş Yurdu Terzihanesi olarak yollarına devam ederler.
Başarılarıyla devlet erkânının dikkatini çeken Behire Hakkı, Maarif ve Sanayi Nişanı’na da layık görülür ve kurs alanı milli müessese haline gelir.
Biçki Yurdu’nu milli müessese haline getiren sadece başarısı değil, askerler için el emeği göz nuru kıyafetler dikip cepheye göndermesidir. Öğrenciler, askerlerin üşümemesi için 55 bin 155 tane pamuklu mintan diker. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti aracılığıyla mintanları cepheye gönderir.
Cemiyet mensupları, Biçki Yurdu’nun her ferdi için madalya hazırlar. Madalyaların 4 bin 500 kuruş olduğunu öğrenen hanımlar, kendi aralarında topladıkları aynı miktardaki parayı cemiyete yardım olarak gönderir. Açtıkları sergide satılan ürünlerin gelirini de buraya bağışlarlar.
Biçki Yurdu talebelerinin hayır işleri bunlarla sınırlı kalmaz. Çanakkale Savaşı’nda yaralanıp İstanbul’a tedavi için gelen askerleri, ziyaret ederler, topladıkları yardımları ulaştırırlar, onları rahat ettirmek için gerekli eşyaları temin ederler.
İğne tutan eller azizdir, Biçki Yurdu’nun cefakâr kadınları, milli şair Mehmet Emin Yurdakul’a ilham olur ve şair, iğne tutan ellerin kılıç tutan eller kadar aziz olduğunu vurgular:
“Ey iğnem dik!
Askere,
Giyecekler yetiştir.
Sınırdaki erlere
Hizmet aziz bir iştir.
Ey iğnem dik!
Elimde teğellenen şu gömlek,
Bir kahraman genç Türk’ün vücudunu örtecek.”
Dünya Savaşı yıllarında bir ara kapanmayla yüz yüze kalsa da, tekrar toparlar kendini.
1928’e gelindiğinde Beyazıt, Beşiktaş, Fatih ve Üsküdar’da, daha sonra Ankara, İzmir, Gaziantep, Kilis ve Konya’da da Biçki Dikiş Yurtları açılır. Neticede 100’lerce kadın hem aile ekonomisine, hem de ülke ekonomisine o yolların şartlarında oldukça önemli katkılar sağlar.
Bundan da öte, moral-motivasyon ve birlik beraberlik duygularını geliştirir.
Kendisinin kaleme aldığı 1913 tarihli “Biçki Nazariyat ve Kavaidinin Tedrisatı İbtidaiye Kısmı” isimli kitabı ve 2019 yılında çıkan Mine Demir’in yazdığı “Osmanlıdan Cumhuriyete Kadın Eğitiminde Biçki Dikişin Yeri (1908-1952)” isimli kitapta tüm bu konular ele alınmıştır.
Paylaşım: Nadide Baturak