“Sarhoşluğa ve sarhoşlara sembol haline gelmiş efsanevî tip… Keloğlan, Âşık Garip, Köroğlu, İncili Çavuş, Nasreddin Hoca ve benzerlerinin yanında belki tek menfi tip… Buna rağmen Türk millî tipolojisinin ne kadar zengin ve üstün seviyeli olduğunu göstermeye bu menfi şartlar içinde en çok o elverişli…
Acaba yaşadı mı, yaşamadı mı meselesi fazla mühim değil. O kadar yaşamıştır ki Fener taraflarında adını taşıyan bir sokak bile vardır. On yedinci asırda mı, yahut on sekizinci asırda mı yaşadı meselesi biraz münakaşalı. Amma ben böyle bir münakaşanın ilmî son hükmünü bilmiyorum. O’nu daha çok folklorumuza geçmiş taraflarıyla ele almak ve göstermek niyetindeyim.
Rivayet olunur ki, Bekri Mustafa aslında dürüst, efendi bir yorgancı kalfasıydı ve o devrin bütün ahlâkî meziyetlerine kemâliyle malikti. Fakat başından geçen bir aşk faciası, istediği kızın ona verilmemesi kendisini içkiye vermesine sebep olmuştu. Fakat içkiye adeta yoldaş olan Bekri Mustafa bütün sarhoşlara örnek olmanın yolunu nüktedanlığıyla ve iyi kalpliliğiyle bulmuştur. Bu gün bile “biraz Bekri’dir” derler. Çok içenlere “Bekri Mustafa mısın?” diye sorarlar
Amma Bekri Mustafamız kendisinin çok içtiğine kani değildir. “Çok içiyorsun” ikazına karşı verdiği cevap şıktır: “kim demiş çok içiyorum diye, ben aslında ömrümde bir kere içtim…
– Ya bu her günkü kafa çekiş ne oluyor?
– Haa o mu? O ilk sarhoşluğumdan ayılmak için mahmurluk söktürüyorum canım, yoksa siz beni içiyor mu sanıyorsunuz?
İnsanın hayatta bazı şeyleri bir defa yapmasına rağmen ilk hareketin şiddetinin ve günahının bütün ömrü istila ettiğini bundan güzel anlatan bir nükte bilmem var mı?
Bekri Mustafa’nın hayatını Osman Cemal Kaygılı bir romanda işlemiştir. Tabiatıyla büyük hayali unsurlar taşıyan bu romanda… Bir sarhoş hayatının bütün safhaları devrine göre büyük bir gerçeklikle işlenmiştir. Bu arada Bekri Mustafa’ya izafe edilen ve asırlardır tekrar edilen espriler de serpiştirilmiştir. Bunlardan bir tanesi de şudur. Bir defasında arkadaşıyla küfelik olacak kadar içen Bekri’yi evine götürmek için küfecileri çağırırlar. Bekri küfeye biner… Hamalın sırtında eve doğru yol almaya başlar. Tam o sırada karşıdan bir sarhoş daha sökün eder. Yalpalaya yalpalaya gelmektedir. Küfede serin esen hava ile biraz kendine gelen Bekri, bu yalpalayarak gelen sarhoşu görünce, “Aaa,” diye haykırır, “Sarhoşa bakın yalpa vurarak geliyor!”
Sadece sarhoş değil galiba “insan psikolojisi.”
Bekri Mustafa’nın en meşhûr nüktelerinden birisi de havuz macerâsıdır. Herhalde içki yasağı günlerinde… Yasakçılar kendisine müdaheleye kalkınca da şu “selâhiyet itirazında bulunur:
– Yooo ağalar… Siz bana karışamazsınız. Çünkü burası havuzun ortası… Buraya ancak Kaptan Paşa karışır…
Bekri Mustafa Bektaşi değildir…
Onun içki hikâyeleri ve nükteleri Bektaşi fıkralarından tamamen ayrıdır. Bilhassa Bektaşi fıkralarındaki “tenkitçi”, “itirazcı” tavır onda yoktur. Bilakis kendi âlemindedir. Ve başka bir âleme de asla karışmak niyetinde değildir. İçkisiyle kendisinden ibaret bir âlem… Bir gün içkiyi fazla kaçırmış ve sokakta sızmıştır. Bu esnada bir köpek gelerek elini yüzünü yalamaya başlamıştır. Her halde sarhoş kafayla kendisini hâlâ Apostol’un meyhânesinde sanmaktadır ki
– Aferin Apostol aferin diyerek bu temizliği teşvik etmektedir.
Bekri Mustafa Bektaşi değildir. Camiye de gider, saraya da… Sarayda kendisine oyun oynanır. Padişahmış gibi muamele edilir… Sırf şamata çıksın diye… Amma camiye koynunda kediyle gittiği için orada bazan şamata çıkar…
Sarhoşluk ve delilik birbirine pek uzak şeyler değildir. Dolayısıyla sarhoşlar delinin halinden biraz daha iyi anlar…
Nitekim Bekri Mustafa bakar ki bir deli minareye çıkmıştır. Herkes onun inmesini istedikçe kendisini aşağıya atacakmış gibi hareketler yapıyor. Bekri Mustafa mesele ile alâkalanır. Aşağıdan bağırırlar
– İn aşağı…
– İnmem aşağı…
– İn yahu…
– İnmem, isterseniz gelin indirin bakayım…
Bekri de deliye inmesini söyler, türlü türlü diller dökerse de deli inmez… Amma deli ile Bekri’nin alttan üste, üsten alta muhaveresi herkesin merakını ve neşesini celbetmektedir. Kalabalık çoğalır… Herkes seyre durur,
Bekri ile deli arasında bir düellodur bu sanki. Herkes merakla “Bakalım Bekri deliyi mi indirecek yoksa deli Bekri’yi mi sindirecek?” diye neticeyi beklerler. Bekri bakar ki iş uzamakta derhal bir çare bulur…
– “Bana testere getirin” diye haykırır. Zaten herkes temâşâ arıyor, testereyi getirirler. Testereyi eline alan Bekri yukarıdaki deliye haykırır: “Ulan deli, bak eğer aşağıya inmezsen bu testereyle minareyi kökünden keseceğim, Hem minare devrilecek hem sen altında kalacaksın. İniyor musun, inmiyor musun söyle bakalım?” Ve testereyle minarenin kökünü kesiyormuş gibi yapar. Yukardan delinin telâşla. “Amman ağa, kesme iniyorum” dediği işitilir ve indiği görülür… Bekri kazanmıştır bu mücadeleyi… Minareden inmek kolaydır da ayyaşlıktan inmek kolay değildir.
Bekri bazen nargile de içer. Amma içtiği nargile her nargile gibi değildir. İçine su yerine rakı doldurulmuştur. Hatta rakının içine de balık konmuştur. Nargile içinde rakı, rakı içinde balık. Bu da Bekri keyfi… Tabii etrafında bir meraklı kalabalığı…
Amma Bekri Mustafa’nın harika esprisi Ayasofya imamlığı meselesidir. Bekri’nin saraya götürüldüğünü de söylemiştik, O’na şamata çıksın diye padişah muamelesi yapıldığını da… Galiba aynı minval üzere şamata çıksın diye onu Ayasofya Camii’ne imam yaparlar. Belki de Küçük Ayasofya’ya… Ve her halini gözetleyip padişaha bildirirler. Bekri imamlık aşkına içmez ve vazifesini yapmaya uğraşır. Fakat garip bir hal de dikkati çekmekten geri kalmaz…
Gerçekten camiye getirilen cenazelerin namazını kıldırdıktan sonra Bekri Mustafa tabuta yaklaşmakta, kapağı kaldırıp cenazenin kulağına bir şeyler söylemektedir. Herkes merak eder. Durum Padişaha anlatılınca o da merak eder. Çağırırlar Bekri’yi. Sorar Padişah: “Cenazelerin kulağına ne söylüyorsun?” “Bir şey söylemiyorum, dua ediyorum efendim.”
Bekri’den söz alamayacaklarını anlayınca birini yalandan öldü diyerek getirirler camiye… Namazı kılınır Bekri Mustafa bermutad tabutun kapağını açar, ölünün kulağına eğilir “Öte dünyadan bu tarafı soranlar olursa, Ona “Bekri Mustafa da Ayasofya’ya imam oldu” de kâfi… Onlar bu dünyanın ne hale geldiğini anlarlar…”
Demek ki rakı şişesinde balık olmak bile Bekri Mustafa’ya kendini unutturamamıştı. Bekri Mustafa’nın vasiyeti de bunu gösterir. Osman Cemal Kaygılı bu vasiyeti Bekri Mustafa’nın Yemiş İskelesi civarındaki mezarına monte eder. “Niçin oraya gömüldü?” sualinden çıkarır.
Gerçekten Bekri Mustafa Yemiş İskelesi civarında memelerinden yavrulu olduğu anlaşılan bir köpeğin susuzluktan nemli taşları yaladığını görmüş ve gece vakti Rüstem Paşa Camii şadırvanından su getirecek bir başka kap bulamadığı için külâhına su doldurarak hem hayvancağızı hem de yavrularını sulamış. Ve o gece eve gelince hastalanmış, öleceğini anlayınca – Beni bu gece, külahımla suladığım Yemiş’teki köpeğin civarına gömün. Belki bu dünyada kimseyi memnun edemediysem o hayvancağızı bu gece çok memnun ve hoşnut ettim sanıyorum… Kimse beni ziyarete gelmese bile belki o beni ziyarete gelir” diye vasiyet etmiştir.
Amma şimdi yerinde olup olmadığını bilmediğimiz mezarda Bekri’yi bu şefkati ve merhameti dolayısıyla evliya ziyaret eder gibi İstanbullular senelerce ziyaret etmişlerdir.
Bu milletin sarhoşu bile evliya hasletlerine sahiptir.