2006 Potocari Şehidliği
Ayşe SAMİHA
Mahşer günü bütün bedenlerin yerden doğrulup hep bir istikamete yöneleceği vakit Srebrenica’da o nasil bir mahşer olacak! Yüzlerce kişinin birden gömüldüğü toplu mezarlar, el, kol, kafa, gövde farklı yerlerden doğrulup koşarcasına diğer yarısını nasıl bulacak?! Srebrenica öyle bir mahşer tablosu çiziyor ki gözlerimizin önüne; vatan şairimizin dizelerindeki “Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden nâ-şım!” cümlesi bütün ihtişamı ile karşınıza çıkıveriyor. İşte bu hassasiyet ve düşüncelerle, bastığımız toprağın sadece toprak olmadığını bilerek ve onu adeta incitmemek için yavaş adımlarla yürüyerek girdik Srebrenica’ya bir 2006 Temmuz’unda… Sabah’ın ilk ışıkları ile bizi götürecek olan otobüsümüzde çoktan yer almıştık ve Saraybosna’dan 50 otobüs konvoyu ile yola çıktık… Yüreklerde hüzün, gözler kısık ve buğulu; tıpkı o gün yağmaya çalışan ama bir türlü yağamayan yağmur gibi… Hanımlar icin beyaz örtüleri takılmasına karar verilmişti şehidleri temsilen ve onların aziz hatırasına. Ve bembeyaz örtülerimizle yola koyulduk… Bu dünyadan edediyete çok seneler önce göçmüş, vatanı için, sadece müslüman olduğu için canları alınmış bu mübarek insanları son defa uğurlamak belki de vefanın tebessümüne yol açan bir yürek yolculuğu oldu Srebrenica’ya yolculuğumuz…
Potocari Şehidliği’ne geldiğimizde beklenmedik bir merasim havasında karşılanmıştık; uzun boylu, esmer, yüzleri sert çizgi halinde, tam takım üniformaları ve ellerinde kalaşnikoflarını havaya doğrultmuş, başları havada Sırp askerlerinin sıralandığı dar bir yoldan girdik şehidliğe… Korkmadım, sadece ürperdim bu sert çizgi halindeki esmer yüzlerden… Dimdik yürüdük geçtik aralarından ve şehidliğe vardık. Her yer insan, beyaz örtülü hanımlar, Türk bayrakları, Bosna bayrakları, çiçekler, çesitli ülkelerden on binlerce insan… Her bir yürekte hüzün!… Şehidlere, “biz sizler için buradayız” dercesine oradaydı insanlar ve bayraklar bu mahşer kalabalığınıda.
Artık girişteki ürpertimiz yerini sabahki duyduğumuz burukluğa bıraktmıştı… Çünki tekbirler ve dualar ile şehidleri anma programı başlamıştı… Program başlar başlamaz dağlardan gelen kalaşnikof sesleri ile tekrar irkildik… Ta taaaa taaa taaaaaaaa!
“Bu nedir?” dedim arkdaşıma.
“Göz dağı vermeye çalışıyorlar” dedi…
Sırplar hal dillerince; “biz burdayız!” mesajlarını veriyorlardı…
Ama dualar, bayraklar, yaşlı gözler ve de hiç unutamadığım elden ele geçerek çok önceden hazırlanmış mezarlarına ulaştırılan yeşil örtüye sarılı şehidler… ve ardı arkası kesilmeksizin okunan numaralar ve isimler… Kimisi 17 yaşında, kimisi 37, kimisi 47, Ömeroviç’ler, Türkoviç’ler ve niceleri… Her şehidin bir numarası vardı, ve titreyen ellerinde o numaraya bakarak şehidini arayan yaşlı gözler, yürekler vardı… Bütün gün yağmaya çalışan ve bir anda boşalan yağmur ile yaşananlara hürmeten gözyaşlarımız yıkadı Srebrenica’yı o gün…
Yürekler ağır, başlar mahzun otobüslerde yerimizi aldık ve Saraybosna’ya doğru yola çıktık. Bir ara hafızamdan belki de bir ömür boyu silinmeyecek olan görüntü ile irkildim… 7-8 yaşlarında Sırp çocukları otobüs penceresinden bakanlara elleriyle boyunlarını işaret ederek “sizi böyle yapacağız” manasında işaret dilleri ile hallerini tercüme ettiler… bir kaç ufak çocuk!… Dağlar arasında sıkışıp kalmış, ufacık bir yerleşim yeri olan Srebrenica’lı Sırp çocuklar bize “sizi keseceğiz” işareti yapmışlardı… Dağlarla çevrili Saraybosna geldi aklıma o an ve ecdadımızın kurduğu medeniyet; hanlar, çarşılar, camiler; Mostar, Gâzi Begova Camii, Çarşiski camii, Başçarşija’da orta yerin bekçisi koca Sebil, yedi kardeşler ve daha niceleri geçti gözümün önünden… Medeniyet!… ve yine bir ses ile, otobüste olduğumu hatırlatan bir ses ile irkildim. “Ne oldu?” “Sırplar bizim otobüsümüze yol vermiyor” dedi arkadaşım… Otobüsümüzün camına taş atılmıştı… Çare olarak uzun yoldan döndü o gün şoförümüz. Yorgunluğumuzun üzerine, bir türlü bitip tükenmek bilmeyen uzun yol…
O gün 534 şehidimizi dualarla, tekbirlerle defnettik, Srebenica’da… Allah, hiç bir millete, bir daha böyle acı göstermesin, şehidlerimizin ruhları şâd olsun…