Saadettin YILDIZ
Geçmişin hiçbir döneminde çağın bilgisine sırtını döndüğü hâlde rahat yaşamış, yükselmiş, ilerlemiş bir toplum yoktur; gelecekte de olmayacaktır. İnsanoğlu kendi devrini doğru okuduğu müddetçe geleceği de erkenden okuma şansını elde etmiştir. Devrinin nabzını tutamayan, ritmine ayak uyduramayan toplumlar belli bir süre daha az yorulsalar bile uyandıklarında hep koşmak zorunda kalırlar; fırsat çoktan kaçmış olur.
Zamanımız “kolay ulaşım / hızlı erişim çağı” olarak adlandırılsa yeridir. Sahibi olunamayan (tesahüp edilemeyen) bilgilere ulaşabildiğimiz ışıklı / akıcı bilgi kaynaklarımız var. Kütüphane raflarından, sayfa aralarından arayıp bulma iştiyakının yerini arama motorları aldı. Artık, iri iri kitapların sayfalarında, satır aralarında kaybolmak yok! Bilgi sayfalardan süzülerek çıkar, hafızamızın gözeneklerine yerleşir; mülkiyetimize geçerdi. Şimdi ışık hızıyla parmaklar ve gözler arasında uçuşup duruyor.
Teknolojiyi üretenler ve satanlar ile onu satın alanlar -ki artık bilgi de bir metadan ibaret olduarasında dağlar var. Neyi öğrenmemizi istiyorlarsa onu tezgâha koyma imkânları ellerindedir. Bu konudaki her türlü zaaf bizim yaramızken teknoloji tezgâhçılarının can damarı oluyor.
Bilgiye erişmek çok kolay, fakat bir “tıklama”yla eriştiğimiz bilgiyle tanışmaya zamanımız yok. Kopyalayıp yapıştırdığımız metinler sadece bir yerden bir yere göçüyor. Göz açıp kapayıncaya kadar “masaüstü”ne aktarıverdiğimiz metinler, yüzlerce, binlerce harften ibaret bir kemmiyet. Bilgi beynimizin kıvrımlarında, idrakimizin sanal kozmik odalarında demlenmediği için bizim olamıyor. Bilgiye kolay ulaşmak başka, kolay bilgiyle yetinir hâle gelmek başka şeydir.
Bütün bu kolaylıkları terk edip eskiye mi dönelim? Bunu ne kadar istesek de yapamayız. “Zaman zamân-ı terakkî…” O hâlde, insan yetiştirme sorunumuzu -evet, bu bir “sorun”durgünün şartlarına göre yeniden ve çok yönlü olarak ele almalıyız. Eğitilecek insan değiştiği halde sistem değişmiyorsa başarıya ulaşılamaz.
Eğitim planlayıcıları, kendilerini “teknoloji yorumcusu” olacak şekilde yeniden yetiştirmezlerse, anketler, istatistikler, alan araştırmaları, ölçekler, kuramlar, kavramlar arasında avunmanın ötesine geçemezler. Nerede hangi okulun açılacağı, orada hangi derslerin okutulacağı, eğiticilerin hangi okullarda yetişeceği elbette önemlidir; fakat önlerine gelen “öğrenici insan” çok değişti. Bilgiyi çantasında, hatta cebinde taşıyan bir insan var artık. Bu insan, telefonunun şarjı bittiğinde, internet bağlantısı kesildiğinde, arama motorları çöktüğünde ne yapacağını şaşırıyor. Önünden akıp giden bilgiye sahip olmayı öğrenemediği için zavallı duruma düşüyor. Bilgi var, fakat yok!
ion Buna çare bulmak ve bilgiyi cebinde taşıyan adamı, bilgiyi edinen, kullanan, telefonun çekmediği, internetin olmadığı yerlerde de “bilen” hâline getirmek gerekir. Artık, teknoloji okurluğunu yeniden tanımlamak zorundayız. Birtakım maddeler sıralayarak bu işin içinden çıkamayız. Karşımızda -hâlâ- insan var. Onu teknolojiye esir olmadan imkânlarından yararlanır hâle getirmeliyiz.
Ülkemizde, bilgiye ulaşmada teknolojiden en üst seviyede yararlanan bir kesim bulunmakla beraber, çeşitli sebeplerle kullanamayan veya yanlış kullanan çok büyük bir kitlenin var olduğunu da unutmamalıyız. Fırsat eşitliği sağlanmadığı sürece teknolojinin avantaja dönüştürülmesi mümkün değildir. En büyük toplumsal tehlikelerden biri de doğru bilginin makul bir kısmının geniş kitlelere yayılamamasıdır.
-Uluslararası Beşeri Bilimler ve Eğitim Dergisi 10.sayıya yazdığım “editör notu”ndan- alınmıştır.