Biyolojik kökenli davranışlar, içsel zorunlu bir donanım; sosyolojik kökenli davranışlar dışsal zorunlu edinimlerdir.
Prof.Dr. Feyzullah EROĞLU
İnsan davranışları, biyolojik ve sosyolojik temelli davranışlar ile birtakım bağımsız rol davranışlarından meydana gelmektedir. Biyolojik kökenli davranışların kaynağı doğrudan insan organizmasıdır. Sosyolojik kökenli davranışlar, kişilerin içinde yer aldıkları sosyo-kültürel çevrenin etkisi altında şekillenir. Bağımsız rol davranışları ise kişilerin bireysel iradelerinden kaynaklanan hareketlerdir.
İnsan Davranışlarının Kaynağı
Her insanın toplam davranış seti, aslında üç davranış türünün birleşiminden oluşuyor. Bunlar, temel, genel ve bağımsız rol davranışlarıdır (Erdoğan, 1991, 87):
Kişiler, biyolojik kökenli davranışlarıyla hayata başlar ve bu eylemler aracılığıyla bir canlı olarak varlığını sürdürür. Kişiler, kültürlenme süreci kapsamında, içinde yer aldıkları aile ve diğer toplumsal çevreden çok sayıda kültürel öğe öğrenirler. Bu kültür öğeleri, kişilerin topluma uyum sağlayıcı davranışlarına kaynaklık eder. Ayrıca, insan zihni eğitim yoluyla kazandığı bilgilerden yararlanmak suretiyle bireysel iradenin sonucu olarak birtakım bireysel davranışlar yaratır.
Biyolojik kökenli davranışlar, içsel zorunlu bir donanım; sosyolojik kökenli davranışlar dışsal zorunlu edinimlerdir. İnsanı, basit bir canlı olmanın ve kitle içinde sıradan bir kişi olmanın üstüne yükselten asıl davranışlar, zihnin nitelikli bilgi birleşenleriyle inşa etmiş olduğu hareket ve tavırlardır. Bağımsız rol davranışları, içten ve dıştan hiçbir zorlama olmadan, bireysel iradenin yönetiminde insanın kendi kararına dayalı hareketleridir. Söz gelimi, herhangi bir konuda nasıl seçim yapacağı hakkında insanın kendi aklı ve bilgisiyle karar vermesi gibi.
İnsan hayatı, doğumdan itibaren biyo-sosyal ve zihinsel gelişime bağlı olarak bu üç tür davranış türünün farklı birleşimi üzerinden yaşanır. Bebek ve çocuklarda biyolojik temelli davranışlar, sıradan yetişkinlerde çevresel kökenli davranışlar daha baskındır. Normal şartlarda eğitim imkân ve düzeyine göre yetkin olan insanlarda bağımsız rol davranışlarının payının giderek artış göstermesi gerekir. Ancak, aşırı otoriter yönetimler ve popüler kültür altında yaşayan kişilerde, zihinsel süreçlerin nispeten gerilemiş olması nedeniyle çoğunlukla bağımsız rol davranışlarında fazla bir gelişme ortaya çıkmaz.
Özgürlüğün Mayası Akılcı Düşünce ve Bilgidir
Akılcı düşünce ve bilimsel zihniyete sahip olan bireyler, bedensel ve kültürel olarak kendilerine yüklenen davranışlarla yetinmeyerek yeni bilgi setlerine ihtiyaç duyarlar. Sahip oldukları yeni bilgi ve kültür öğelerini kullanarak zihinlerini zenginleştirirler. Akılcı bir eğitim süreciyle kazanılan bilimsel bilgiler ile felsefe, sanat ve edebiyat bilgileriyle birer seçkin şahsiyet olma niteliği kazanırlar. Belirli bir düzeyde bu bilgi türleriyle zihinsel yapısını inşa etmiş olan insanlar, her türlü haksızlığa ve kötülüğe karşı itiraz etme, eleştirme ve direnme iradesi gösterir. Daha açıkçası, insanlarda itiraz etmek, eleştirmek ve direnmek ile ilgili bilgiler varsa bu doğrultuda özgür hareketler gerçekleşir. Bu seçkin farklılıklar sayesinde, bunlardan yoksun olanlara göre, daha özgür ve şahsiyetli olma imkânı bulurlar. Buna karşılık, insan zihninde ‘biat’ ve ‘itaat’ gibi yeryüzü otoritesine bağlanmayla ilgili kültürel kalıplar baskınsa o zaman ‘kitle insanı’ ortaya çıkar.
Özgürlük, kişinin, kişisel beden ile sosyal bedenden (toplumdan) hiçbir zorlama ve yönlendirme olmaksızın, tamamen kendi iradesi ile gerçekleştirmiş olduğu tavırlardır. İrade ise bizim iç ve dış dünyamıza karşı koyduğumuz zihinsel bir kuvvettir (Topçu,2004, 17). Kişisel iradeyi içeriden içgüdüler, alışkanlıklar ve ihtiraslar zorlarken; dışarıdan her türlü otorite, korku, yasak ve sıkıntılar zorlamaktadır. Bu iç ve dış zorlamaların şekillendirdiği eylemler sıradan davranışlardır. Özgürlük ise bilgi ve düşünce yoluyla kazanılmış zihinsel gücün yönetiminde gerçekleşen bağımsız rol davranışlarıdır.
Temelde içgüdülerden kaynaklanıp toplumsal kurallara aykırılık oluşturan davranışlar için özgürlük kavramı kullanılamaz. Bu anlamda, ‘anomi/normsuzluk’ veya ‘başıboşluk’, zihinsel bir etkinliğin değil kontrol edilemeyen bedensel duyguların dışa vurumudur. Özgürlük, akıl ve bilimin ışığında her türlü otoritenin sorgulanması, eleştirilmesi ve direniş tavrının gösterilmesidir.
Kimler Akıl ve Bilime Karşı Duyarsız Kalıyor?
Sıradan bilgi ve kültür öğelerine göre yaşamaya alışkın olan kişiler, içgüdü ve çevre etkenlerinin şekillendirdiği mevcut hayat tarzını sürdürürler. Bu yüzden, yeni bilgi ve düşüncelere pek ihtiyaç duymazlar. Bu insanların davranış tarzından dolayı yönetici olma konumunu elde etmiş olan yöneticiler de zaten yeni bilgi birleşenlerine ihtiyaç hissetmez.
İnsan kişiliğinin oluşumu, büyük ölçüde biyolojik temeller ile sosyolojik etkenlere bırakılırsa çoğunlukla ortaya sıradan bir kişilik çıkar. Bunların üzerinde, özgün bilgi ve düşüncelere sahip olmak, insanlara özgür bir irade kazandırır. İç güdülere tamamen teslim olmadan veya içinde yer alınan topluluğun ‘müridi’ ve ‘tutsağı’ olunmadan, bağımsız bir şahsiyet olmak, ancak özgür olmayı sağlayacak bilgi ve düşünceler aracılığıyla gerçekleşir. Yeni nitelikli bilgi ve düşünceler peşinde olma, bir anlamda özgür bireyler olabilme yolculuğudur.
Normal şartlarda her insan, özerk ve özgür olma eğilimleriyle dünyaya gelir. Bu eğilimlerin insan davranışları ve şahsiyet nitelikleri şeklinde gerçekleştirilmesi, büyük ölçüde bu eğilimler için uygun ve gerekli kültür ortamının sağlanmasına bağlıdır. Bu eğilimlerin, en azından doğrudan engellenerek dumura uğratılmaması gerekir (Geçtan, 2012, 25).
Aşırı gelenekçi ve tutucu kültür ortamı, insanların yeteneklerinin açığa çıkma fırsatını baskılamak suretiyle sürekli olarak itaatkâr ve bağımlı bir davranış tarzını dayatıyor. Çoğu yeryüzü otoritesinin temel uğraşı -akılcı ve meşru otoritenin dışındakiler- insanların kendilerine her şartta itaat edilmesini sağlamak yönünde oluyor. Bu yüzden, görünürde bilgiyi önemseyici bir söyleme sahip olsalar da gerçekte insanları özgürleştirmeyen, tam aksine bağımlılaştıran bir eğitim anlayışını yüceltiyorlar.
Otoriter Yönetimler Eleştiriden ve Direnişten Neden Korkar?
Demokratik düzende yönetilenlerin gerçek anlamda temsili, yalnızca seçim sandığına gidilmesiyle değil, seçilenlerin ve atanmışların -istisnasız- eleştirilmesiyle gerçekleşmiş olur. Akılcı düşünce ve bilgiye dayalı itiraz, eleştiri ve direnişin varlığı, yönetim sisteminde yer alan yönetici kadroları, daha hukuki, ahlaki ve verimli bir biçimde yönetmeye zorlar. Keyfi ve zorbalığa dayalı yönetim tarzına pek geçit verilmez.
Otoriter ve despotik yönetimlerde egemen siyasetçiler, yani suyun başında olanlar, akıl ve bilimin sağladığı konum ve gösterişli hayattan sonuna kadar kendileri yararlanıyor. Ancak, yönetilen insanları, mümkün olduğu ölçüde akılcı düşünce ve bilgilerden uzak tutma çabası içinde oluyorlar. Bu egemenler, artık başarısız olduğu kanıtlanmış olan akıl ve bilim dışı yollara kutsallık atfederken, izleyicilerinin uyanmasına ve bilinçlenmesine vesile olacak akıl ve bilimi sürekli öteliyorlar. Akılcı düşünce ve bilgi dalgasının toplumsal katmanlara yayılmasını, bulundukları statüyü kaybettirir kaygısıyla çeldiriyorlar. Etkili ve kapsamlı propagandalar yoluyla izleyicisi olan topluluğun zihnini çoğunlukla eski anlayış içine hapsetmeye çalışıyorlar.
Yöneticiler, bir türlü çözemedikleri ağır sorunlarla ilgili olarak yönettiği insanlardan sürekli sabır istemek yerine, özellikle akıl ve bilim ışığında kendilerini eleştiren insanlara birazcık sabır gösterse ve dinleselerdi, belki birçok sorun da çözülmüş olurdu.
Erdoğan, İlhan (1991): İşletmelerde Davranış, İstanbul Üniversitesi, İşletme Fakültesi Yayın No: 242, İstanbul
Geçtan, Engin (2014): Zamane, Metis Yayınları, 4.Basım, İstanbul
Topçu, Nurettin (2004): İradenin Davası, Devlet ve Demokrasi, İkinci Basım, Dergah Yayınları:174, İstanbul
—————————————————-
Kaynak: