Mustafa Kadir ATASOY
Prag’ta güzel bir astronomik saat var. Saat başı Japon turistler önünde toplanır, ahşap havarilerin geçidini izler. Söylenceye göre saat ustası başka yerde bir benzerini yapmasın diye kör edilmiş.
Çok uzak olmayan bir başka yerde Çin’dekiler kadar iyi porselen üretmeyi başaran usta uzun yıllar boyunca sarayın mahzenine hapsedilmiş… Sırrı başkasına söylemesin diye… Mahzende porselen üretirmiş… Şimdi mahzenin tabanındaki porselen kırıklarını araştırıyorlar.
Efendim, Yahudiler hekimlik bilgisini iyi yönetmişlerdir. Yükselme Dönemi padişahlarının hepsinin yanındadırlar. Fatih’inki Hekim Yakub, II. Bayezid ve Yavuz’unki Jozef Hamon, Kanuni’ninki oğul Moşe Hamon, II. Selim’inki torun Jozef Hamon’dur. Kendilerinden memnun kalınmış ki bu böyle devam etmiş. Disiplinleri var, işlerine saygı duyuyorlar.
Bilgiyi idare etmek çok önemli bir iştir diyebiliriz. Bu iletişim çağında bile Türkiye’nin yaşadığı olaylardan Batı’nın haberi olmadığını gördük. Tezlerinizi de duyurmak, dışarıda kamuoyu oluşturmak zorundasınız.
Hans yalanı yutuyor mu? Hem de nasıl… Avrupa Parlamentosu üyesi Pavel Svoboda darbe girişiminden sonra twitliyor. “Otoriter İslamcı rejimi mi istiyoruz yoksa laikliği savunan askeri rejimi mi?” Ne kadar saçma değil mi? Ama gerçekten olan biteni bilmiyorlar. Berlin’de sohbet ettiğim bir Polonyalı Antalya’ya sık sık tatile geldiğini söylüyor. Sonra “Türkiye’de kadınların çalışmasına izin verilmiyormuş bu yüzden kalkışma olmuş” diyor. Tatile gelen birisi söylüyor bunu… Bilgiyi iyi yönetemediğinizde palavrayı aleyhinize kullanıyorlar.
Bugün daha iyi anlaşıldı ki devlet açısından yaverdir, sekreterdir, özel kalem müdürüdür, bunlar çok önemlidir. Bilgiye sahip olan yakındakilerdir. Bakanın, Başbakanlık Müsteşarı’nın bilmediği şeyi özel kalem müdürü biliyor. O halde en büyük zararı yakındaki verir diyebiliriz. Pers veziri Artabanus prensi öldürüp suçu krala atmıştı. Bir başka vezir Bagoas kralı öldürdü ve tahta çıkardığı Arses haricinde kralın diğer oğullarını da öldürdü. İki yıl sonra Arses’i de öldürdü, yerine geçirdiğini de bir süre sonra zehirlemeye kalktı.
Bir de fitneyi önleyip birliği sağlama meselesi var. Sırplarla savaştıktan sonra Boşnakların kendi kültürel kimliklerine, dinlerine sarıldıkları söylenir. Şimdi Ortadoğu’da ve de Türkiye’de yaşanan olaylara baktığımızda bunun tam aksi yönde bir etki doğduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sana kurşun sıkan içeriden birileri, sana benzeyen adamlar… O halde bu alanı nasıl rehabilite edeceğimizle ilgili bir planımız olmalı…
I. Dünya Savaşı 1914’te patlak verdiğinde İngiliz kralı, Alman kayseri ve Rus çarı birbirlerinin birinci dereceden kuzeniydiler. Hepsi kraliçe Victoria’nın torunlarıydı. Tuhaf değil mi? Yakın tarihe kadar Batılı ülkeler birbirleriyle savaş halindeydiler. Ama bugün bir İngiltere-Almanya veya Rusya-Almanya savaşı yok. Olma ihtimali de fazla değil… Bu, Batı’nın devlet aklının çalıştığını gösteriyor.
Çeklere yakın tarihte en fazla sıkıntıyı Almanlar verdi. Bugün ilişkileri gayet iyi… Nedeni karşılıklı 100 milyar dolarlık ticaret yapmaları… Ruslarla ilişkilerimizin düzelmesi bu noktada normal bir gelişmedir. Çünkü Almanya’dan sonra en önemli dış ticaret ortağımız onlar… Ticaretimiz krizden önce 30 milyar doların üzerine çıkmıştı. Para kazanan bunca insan varken aksi durum anormal olurdu.
Devlet refahı arttırmaya çalışır, ticareti düzenler. Bunu ortak menfaati en üst seviyeye çıkarmak için yapar. Kural koyar, ceza keser… Peki bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şey nedir? İç çatışma…
Artık öğrenmiş olmamız gerek. Milletin değerlerini el üstünde tutmak devletin görevidir. Fransız Devrimi’nde Hristiyanlığı ortadan kaldırmak isteyen Hebertistler var. Paris başsavcısı Pierre Gaspard Chaumette kiliseleri kapattırıyor. Onun yerine Notre Dame’da 10 Kasım 1793’te akla tapınma töreni düzenletiyor. Burada bir kadın oyuncuya tanrıça rolü oynatıyorlar. Büyük bir kesimde antipati doğurup tasfiye ediliyorlar. Bunun tam karşısında Edmund Burke var. Aynı yüzyılda çıkıp geleceğin, geçmişten kopuş değil, geçmişin bir devamı olduğunu savunuyor.
Mahir Kaynak derin devletin işini “bir ülkedeki iç çatışmayı önlemek” olarak tarif edip Türkiye’de bu anlamıyla derin devletin olmadığını tespit etmişti. Son yüzyıla dönüp baktığımızda Alevi-Sünni, Sağ-Sol, Laik-Müslüman, Türk-Kürt çatışmaları yaşadık. Peki Laik’le Müslüman’ın, Kürt’le Türk’ün menfaatleri çok mu farklı? Hayır, aksine güçlü, ortak menfaatlerimiz var ve artık bunu iyi anlamalıyız.