Bilim ve felsefe ! İlgili camialarda tartışılan önemli konulardan birisi… Bilim işini yaparken felsefeye ihtiyacı var mıdır ? Felsefe bilimi nereye kadar kullanır ? Felsefe bir bilim midir ? Bilim ayrı bir şey, felsefe ayrı bir şey midir ? Bilim ve felsefenin metodolojileri farklı mıdır ? Değişik grupların değişik görüşleri savunduğu bu zeminde, doğru kanaatlere ulaşabilmek için, önce metodolojilerine de dayanarak her iki kavram için doğru tanımlamalar yapmak gerekir.
Bilim ve felsefe, her ikisinin de ana konusu varlıktır. Bilim, varlığı, var olarak kabul edip, hatta, varlığı henüz kanıtlanmayan nesneleri de var kabul edip, varlığı kendine özgü yöntemlerle ele alarak inceler, öğrenir ve tanımlar. Felsefe ise işe varlığı sorgulayarak başlar; varlık var mıdır ? Varlık niçin vardır ? Varlığın mânâsı nedir ? Bir diğer ifadeyle bilim, varlığın nasılını, felsefe ise niçinini araştırır. Bilim, kullanmak için varlığı öğrenirken, felsefe hakikati anlamak için varlığa mânâ verir.
Bilim, varlığı incelerken onu bir bütün olarak ele almaz ve incelemez, konularına göre varlığı parçalara ayırarak, kendilerine özgü yöntemlerle inceler. Her bilim dalı varlığın bir parçasını ele alır ve onu araştırır. Örneğin, biyoloji canlı organizmayı, fizik hareketi, astronomi yıldızları, kimya maddeyi konu edinir. Felsefe ise tek tek bilimlerin elde ettiği bilgileri birleştirerek bütünle ilgilenir. Önemli felsefecilerimizden Kenan Gürsoy felsefeyi şöyle tanımlıyor: “Felsefe; evreni, insan ve değerleri anlamak amacıyla sürdürülen en geniş bir araştırma; birleştirici, bütünleştirici bir açıklama gayretidir”. Buradan anlıyoruz ki felsefe bütünle, bilimin ayrı ayrı aldığı konuların bütünlüğü ile ilgilidir; felsefe insanı, evreni, tabiatı, eşyayı konulara bölmeden bir bütün olarak manâlandırmaya çalışır.
Felsefe varlığa mânâ verirken, yaşanan gerçeği, yani -nasıl oluyoru- bilmek durumundadır. Felsefeye gerçeği bilimsel bilgi öğretir. Ancak felsefe sadece nasılı bilmekle kalmaz, aslında nasılı, esas amaç olan “niçini bilmek” için kullanır. Niçinin cevabı “hakikat” tir. Bilimsel bilgi felsefenin bu yolda kullandığı araçlardan birisidir. Bilimsel bilginin sınırları olduğu için (bkz. Bu sayfadaki “Bilgi ve Bilim” yazısı) hakikati sadece onunla bilmek bilimsel bilginin sınırlarına mahkum olmak olacağından, felsefe diğer bilgi türlerini de kullanır. Bilimsel bilginin hakikat karşısındaki eksikliğini felsefe tamamlatır. Ne biri birini örter, ne biri diğerini kapsar. Bilgi olmadan felsefe yapılamaz, felsefe ışığı olmadan bilgi üretilemez. İrrasyonel olan bilimin ilgi alanına girmez ama felsefe sıklıkla irrasyonel olanla da uğraşır.
Demek ki, insan, varlığı, evren ve hayatı bilmek ve tanımak için bilimsel bilgiye ihtiyaç duyar. Ama bilim insanın aşkın tarafını çözemez, aslında aşkın tarafı konu bile almaz. İşte bu noktada felsefe işe koyulur. İnsan, varlık ve kendi varlığı üzerinde düşünmek, varlık, evren ve hayatın amacını anlamak için felsefe bilgisine ihtiyaç duyar.
Bilim, amaçta insan yararlılığına dayanır; insanın kullanacağını bulur; ferahlık, rahat ve güç verir; ama bunları da hedeflediği gruba verir. Bilimsel bilgi evrensel olarak kullanılabilinir, ama evrenselliği kullanım imkanı ile sınırlıdır. Bilim, bir gruba diğer gruplar için güç ve imkan kazandırır, kazandırdığı bütün insanlık için yararlı olacak mı, yoksa bazı insanlar için bazılarına acılar verecek mi onu dikkate almaz. Bugün bilim Batı’ya aittir; Batıya güç ve refah verirken, Doğu’ya acı ve ızdırap vermekte, Batı’nın refahı için Doğu’ya sefalet getirmektedir.
Bilim, metodolojik süreçte “kuram oluşturma/sezgi”, “gözlem, deney, ölçme”, “akıl yürütme, zihinde değerlendirme” işlerini yaparak bilgi üretir. Bu işler boyunca, bilimci deney ve gözlem aşamalarında objektif tavırlar alabilir, ama kuram oluşturma ve zihni değerlendirmede, üretilecek bilginin amaç ve yönünü belirlemede, verileri bilgiye çevirmek için yorumlamada bilimci sübjektif değerlendirmeler yapabilir. Bu sübjektif değerlendirmelere rağmen, bilgi, gözlem, deney ve ölçümle sınanacağından, ortaya çıktıktan sonra nesnel bir işlevsellik ve evrensel kullanım yeteneği kazanır Örneğin transistör her yerde transistördür. Onu ortaya çıkaran bilgilerin üretimi kuramsal aşamada silah yapma amacı da taşıyabilir, müzik dinleyecek radyo cihazı da. Transistör teknolojisi başka başka topluluklara, başka başka medeniyet coğrafyalarına, çok farklı kültürlere de rahatça ve şartsız girebilir, kullanıcının amaçları için kullanılabilir. Ancak, transistör teknolojisi, bu haliyle, toplumsal ahlak ve değerlere olumlu ya da olumsuz katkılarda bulunabilir. Örneğin binlerce insanı öldürecek bombalarda da kullanılabilir, nefis bir yerel müziğin evrenselleşmesinde de… İşte bu haliyle bilimsel ürün, iyi ya da kötü ama evrensel bir nesnellik taşır.
Felsefe, amaç olarak varlığın ve hayatın, esasta insanın gerçeğini bulmaya, tanımlamaya çalışır, insanın ne ve nasıl olmasına hitap eder. Bu haliyle o da bütün insanlığa yöneliktir, ama evrensel iyilik mesajı verir. Felsefecimiz Kenan Gürsoy da felsefenin insan üzerine olacağını belirtiyor: “Felsefenin sadece pozitif bilimleri ve matematiği temele alıp, bilim önermeleri ile kayıtlanmış olmasının ne büyük ve kararlayıcı bir sınırlılık olduğunu görmemek mümkün değildir. Bu tarz bir felsefi ele alış ferdi oluş ve duyguları bir tarafa bırakacak, insanın bir süje olarak varlık ve değerini görmezlikten gelecektir.” O, felsefenin baştan sona tamamen insana dayanması gereğine dikkat çekiyor: “Felsefenin, konu itibariyle evreni değerlendirirken, kendisi için bir evren olan varlığı; hayatı değerlendirirken bu hayatı bilinçli tavır alışlarıyla yaşayan varlığı; bilimi değerlendirirken de kendisiyle bilimin ortaya çıktığı varlığı, yani insanı ihmal etmesi mümkün görünmemektedir.”
Demek ki felsefe yapma sürecinde, bilgiyi kullanarak varlığa verilen mânâ, kavramlara verilen mânâlar ile insan ve toplum için ortaya bir takım değerler konulur. Felsefe, eşyaya, varlığa mânâ verirken bilimsel bilgiyi, nesnel gerçekleri kullanır, ama sadece onlarla yetinmez, bu gerçeklere san’at bilgisinin, sezginin, dini bilgisinin ürünlerini de dilediği gibi katarak ve kullanarak üstüne düştüğü her konuya şekil ve mânâ verir. Bu süreçte felsefe yapanın varlık ve hayat hakkındaki kabulleri çok işlektir, felsefe, öznenin yani felsefecinin varlık anlayışından, kabullerinden, hatta ön yargılarından etkilenebilir. Çünkü filozof, nihayet, günlük bilgiyi, san’at bilgisini, dini bilgiyi belli çevrelerden öğrenir ve alır. İşte felsefe böylece belirleyici şekilde o çevrede kabul edilen anlayıştan, coğrafyadan, kültürden, medeniyet unsurlarından, inançlardan, yerellikten, yani milli olandan kaynak alma ve özellikle ahlaki değerler olarak bu yerel halleri kapsama yeteneği taşır. Filozof çevresine eleştirel de baksa bakış açısı o çevredendir. Demek ki bir “milli felsefe” olabilir. Milli felsefe, yerel kalmaz, ürettiği ve cemiyete yaşattığı yüksek insani değerler ile evrensel mesajlara da sahip olur. Bu noktada her ne kadar bilimci için de sübjektivite olsa da, bilimsel bilgi ölçülebilir, sınanabilir, yanlışlanabilir olduğundan ve amaçları farklı farklı da olsa her kültürde teknik olarak kullanılabileceğinden bir “milli bilim” den bahsedilemez.
Felsefe, hakikati tanımlamakla kalmaz, onu tanımlayarak hayata geçirir; cemiyete ait ahlaki, iktisadi, siyasi, bilimsel ve sanat faaliyetlerini de ilgisine alır, onlara bir anlam ve bütünlük kazandırır, onlara yol açar şekil verir.
Şimdi sıralı bir şekilde söylediklerimizi pratikleştirelim:
Kenen Gürsoy aynı eserinde: “Bir cemiyeti başarıya ulaştıracak olan şey düzenli bir metotla belirli bir ideale yönelmektir” demektedir. Biz, buna “ideoloji” diyebiliriz.
Yukarıda konu edilen metod ve ideallerin neye göre belirleneceğini Kenen Gürsoy; “evren, insan ve değerleri bir bütün olarak ele alan dünya görüşü” olarak tanımlıyor ve devam ediyor: “İşte milli şahsiyetimizi oluşturan dünya görüşümüzün keşfi, aydınlatılması ve kültürümüzün bütün unsurlarını havi bir biçimde yeniden sistematize edilmesi felsefenin işidir” diyor.
Sonuç olarak konuyu şöyle bağlayabiliriz: Öyleyse felsefe bir inanç sisteminden başlayarak, bir dünya görüşü oluşturabilir, o dünya görüşünün hedef ve ideallerini oluşturacak bir ahlak sistemi de sunabilir. Sonra ? Sonra, o dünya görüşünün hedef ve ideallerini yakalatacak bir ideoloji ! Demek ki felsefe, yorum aldığı inanç sistemi itibariyle o inanç coğrafyasında ve kültüründe yerel ve milli bir nitelik taşıyabilir.
Bir felsefe sistemine, bir Türk felsefesine ya da bir “milli felsefe” ye ihtiyacımız var. Türk milleti için bir şans olan felsefecimiz Kenan Gürsoy’la bitirelim: “Biz felsefeye yine felsefe lisanıyla kendi evrensel değerlerimizi, doğrularımızı söyletebiliriz. Çünkü o bizim için bize göre olan evrenseli anlamakta ve anlatmaktadır. Çünkü bizim kendi felsefemiz dediğimiz o yerde, kaynak milli, ama kavrayış evrensel olmalıdır.”
Son not olarak felsefe ile bir önceki yazımızda tanımladığımız ilim arasındaki ilişki ya da farka kısaca değinelim. İlim ve felsefe arasında da bir örtüşme yoktur. İlim amaç olarak sadece hakikati arar. ilimci, yani alimin bu haliyle de tamamlanır. Halbuki felsefe hakikati bulmaya çalışırken ilmi de kullanır, bulduğunu düşündüğü hakikati insan ve cemiyet hayatına aktarır, değerler üretir, evrensel mesajlar verir.
Sayın Prof.Dr. Kenan Gürsoy’a ait alıntılar “Varoluş ve Felsefe” adlı kitabından alınmıştır (Aktif Düşünce Yayınları, 2014).