Bilmecelerin, Türk insanının “dikkat” konusundaki titiz duruşunu yansıttığını söylemek mümkündür. Bu durum, kadim devirlerde yaşayanların insanı ve eşyayı bugünkü insanlara göre daha iyi tanıdığını göstermektedir. Benzer durumun lugazler ve muammalar için de mümkün olabileceğini ifade etmek isteriz. Çok az ipucundan hareketle çözülen oldukça zor bilmecelerin, lugazlerin ve muammaların çözümü üzerinde durulması gereken hususlardandır. Zor bir bilmeceyi çözmek üstünkörü bir dikkatin ve derinlikten mahrum bir idrakin başarabileceği bir şey değildir.
Türk Halk Edebiyatı türlerinin en dikkat çeken taraflarından bir diğeri kısa metinlerde görülen tahkiye konusudur. Koşma, atasözü, tekerlemeler, manilerin yanı sıra bilmeceler tahkiyeye yer veren yapılarıyla dikkat çeken metinlerdir. Cevabı “Vapur” olan “Boz tepeden indiremedim, bindiremedim, suyunu verip döndüremedim, haber verin ustasına indirsin, bindirsin, suyunu verip döndürsün?”[1] bilmecesi gibi örnekler bize bu tahkiye unsurunun sonuna kadar bu metinlerde etkili olduğunu düşündürmektedir.
Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri adlı eserinde “Türk bilmecelerinde, milletimizin yaratma gücünü gösteren ve eskimeksizin zamâna mukavemet eden bir kudret vardır.”[2] demektedir. Bu sözler bilmecelerde yer alan müthiş hayal gücüne ve zenginliğine işaret etmektedir. Gerçekten de bilmeceler tabiatı, eşyayı ve insanı kelimelerle tasvir edercesine ve hikayeleştirircesine ortaya koymaktadır. Bundan olsa gerek Elçin aynı çalışmasında bilmeceleri “kültürümüzün çiçek bahçeleri” olarak adlandırmaktadır.
Dikkat ettiğimizde bilmece cevaplarının tabiat, uzay sistemi, insan uzvu, hayvan ve bitkilerle ilgili olduğu görülür. Bu cevaplar bilmecelerde bazen mistik ve olağanüstü bir tablo çizilerek ortaya konulur. Burada bizi ilgilendiren taraf işin daha çok tefekkür boyutudur. Demek ki, kültürümüzün ana mayasını şekillendiren irfanî tecrübe, insanı; kendini ve eşyayı, yaşadığı evreni ve tabiatı anlamaya ve bilmeye, onu bütün hususiyetleriyle keşfetmeye yönlendirmiştir.
İrfan, kendimizde yaptığımız bir keşiftir. Bu keşif içimizde; içten içe bir seyir takip eder. Bilmeceler de her gün görüşüp biliştiğimiz, artık kanıksadığımız şeylere “ulu bir nazar”la yönelmeyi ifade eder. Yunus Emre’nin “Benim bir karıncaya ulu nazarım” vardır düşüncesinin bir edebî türde karşılığını bulmuş hâlidir bu durum. Bilmecelerin sahip olduğu tefekkür ve duygu birikimini çok iyi özümsemiş birinin; etrafına sıradan, derinlikten mahrum, onu anlamak istemeyen bir nazar atfedebileceğini düşünebilir miyiz? Buradan hareketle biz bilmecelerin çok önemli bir dikkatin ürünü olabileceğini düşünmekteyiz.
Bilmeceler diğer edebî türlerle çok yakın bir ilişki hâlindedir. Onları şiir, masal, tekerleme, hikâye gibi türlere yakınlığı itibariyle değerlendirmek mümkündür. Bazı muhavereli bilmecelerde böyle bir duruma rastlamak mümkündür. Nitekim cevabı gönül olan şu tekerlemeli bilmece, içerisinde bir tahkiye unsuru barındırdığı gibi konuşma üslubunu da ortaya koymaktadır:
-Nereden geliyorsun?
-Zirzop kalesinden.
-Üstün neden yaş?
-Denizden geçtim.
-Çok derin miydi?
-Kıyısından dolaştım.
-Üstün neden beyaz?
-Değirmenden geçtim.
-Akşam nerede idin?
-Bey konağında,
-Ne yedin?
-Koç.
-Neresinden?
-Hiç.
-Nerede yattın?
-Minderde.
-Çok kaba mıydı?
-Kupkuru yerde.
-Üstüne ne örttüler?
-Perde.
-Sen uğrattın beni derde.[3]
Bu türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bazı bilmeceler muhtevalarındaki tahkiye ve dikkat unsuruyla beraber değerlendirildiğinde bunların hikâyeye yaklaştığı görülmektedir. Yahut en azından bilmece, bir hikâyeden bize bir kesit sunmaktadır. Bilmecelerin masallarla kurduğu bağ da bu durumla ilgili olabilir. Aşağıdaki cevabu “mumun alevi” olan bilmece ise muhtevaya bir masal unsuru dahil eden özelliği dikkatimizi çekmektedir:
İstanbul’da bir çam bitmiş, dalsız budaksız
Ona da bir kuş dadanmış dilsiz damaksız
Bu tür bilmecelerde muhtevanın devamını bize düşündürten bir üslup özelliği gizlidir. Ancak bu muhtevayı tamamlayan da yine insan muhayyilesidir. Dolayısıyla bilmecelerdeki tasvir gücünü ve tahkiyeyi besleyen yine insanın hayal dünyası olmaktadır. Bilmecelerimiz bu açıdan bize oldukça zengin bir dünya takdim etmektedir. Onlara bir de bu gözle bakılmasının yararlı olacağını düşünüyorum.
[1]Naki Tezel, Türk Halk Bilmeceleri, MEB Yay., 2. Baskı, Ankara 2000, s. 94.
[2]Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1989, s. V.
[3] Şükrü Elçin, Türk Bilmeceleri, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara 1989, s. 112-113.