Köye dikmek için biraz fidan aldık Yunus Enişte ile. Önce şehirdeki mezarlığa uğradık. Geçenlerde Suat’ın mezarına dut fidanı dikmiştik, tuttuğunu gördük sevindik.
Dikkatimi çeken, belki otuz kırk mezarda renkli fırıldakların olduğu idi. Hadi birinde olsa muzip arkadaşları, eşi dostu yapmıştır der geçerdim. Bunları özellikle almak, getirmek gerekir. Bir mânâ veremedim.
Sonra köye doğru yöneldik.
Bir türkü çalınıyordu radyoda.
“Erenlere gönül verdim,
Yola çevirdiler beni.
Damla bile değil idim,
Göle çevirdiler beni.
Tohumu döl eylediler,
Dileni gül eylediler,
Yâri bülbül eylediler,
Güle çevirdiler beni.
Serimi sevdaya saldım,
Gâh boşaldım gâhi doldum,
Muhabbet arısı oldum,
Bala çevirdiler beni.
Miskini’ydim eğittiler,
Dane dane öğüttüler,
Dil bilmezdim öğrettiler,
Dile çevirdiler beni.”
Şoförler Çeşmesi yanında durduk. Annemim çiğdemleri ve “navrız”ları açmıştı.
Derviş Ali’nin bir türküsü vardı radyoda;
“Sabahtan uğradım ben bir figana,
Bülbül ağlar ağlar güle getirir,
Bakın şu feleğin daim işine,
Her bir cefasını kula getirir.
Depreştirme benim dertlerim duman,
Muhabbet şirindir vermiyor aman,
Üstümüzde dönen çark ile devran,
Felek bizi haldan hala getirir.
Derviş Ali’m der ki nefesim Hak’tır,
Hak diyen canlara şek şüphem yoktur,
Cehennem dediğin dal, odun yoktur,
Herkes ateşini bile getirir.”
Köydeki mezarlığa uğradık. Baktım Ahmet bir ardıcın dibinde oturuyor. Oraları temizlemeye gelmiş. Annemin, babamın mezarının başına birer vişne fidanı dikmiş tarladan getirip. Bir tane de kavak ağacı.
Tarlaya giderken baktım Kerimnen Halil, Zabınnan Fahrettin, Marangozlan Lütfü Abi yol üzerinde dikiliyor. Geverbaşı’ndaki çeşmenin suyu kesilmiş de onu tamir ediyorlar.
Tarlaya indik. Ahmet “Bura cevizin altı olmaz..” Burda ganneş va olmaz” dedi. Onun beğendiği yerlere fidanları diktik, suladık.
İşimiz bitince biraz dolaşalım istedik. Sarıcakaya’ya doğru yola çıktık. Ahmet yolda gösteriyor; “Aha şu ageci aşladım” “Şu yemişi aşladım bana dut fidanı vedile bi çok.”
Ahmet yanında su kapları getirmişti. Etrafımızda yükselen dağlar vardı. Yanında olanlar ayrıldıklarında yüksekte yer buluyorlarsa ne güzeldi.
“Yımırtalı su” dan su aldıktan sonra Ahmet’i köye bıraktık.
Bir türkü çalınıyordu;
“Gönül gel seninle muhabbet edelim,
Araya kimseyi alma sevdiğim,
Ya benim kimim var kime yalvarayım,
Kaldır kalbindeki karayı gönül.
Dünya için gül benzini soldurma,
Halden bilmeyene halin bildirme,
Tabip olmayana yaran sardırma,
Azdırırsın böyle yarayı gönül.”
Bu türkü de Derviş Ali’nin idi.
“Derviş Ali’m öğüt verir özüne,
Gönül lütfeyledi geldi sözüne,
Azrail konarsa göğsün düzüne,
O zaman beklemez sırayı gönül.”
Arabada giderken birinden söz açıldı. Yunus Enişte sordu Ahmet’e, “U gada parayı napcak?” Ahmet de cevap verdi; “Mezarının altına serdicekdir.”
Köydeki evin önündeki yemişi aşılayacak Ahmet. “Gara yemiş mi, sarı yemiş mi aşleyen?” dedi. Sarı yemişte karar kıldık. “Tışı sarı emme içi gıpgırmızı” olurmuş.
İçi başka dışı başka.
Öyle işte.