Bir An

Hasan Fevzi BATIREL

Karşınıza bir hasta gelir. Konuşursunuz…

Ölümcül bir hastalığı vardır, belki birkaç hafta, belki birkaç ayı vardır şu dünyada. Bir hekim olarak ne geçer aklımızdan? Çok genç veya kendimizle özdeşleştirdiğimiz bir durum değilse, çoğumuzun hiçbir şey! Maalesef böyle.

Oysa o karamsar sözleri sarf ettiğimiz an, o kişinin hayatı için işte o andır. Yıllardır bir gün geleceğini bildiği, ama hep uzak gördüğü veda gününün kendisini et kemiğe büründürdüğü andır.

Kim ne derse desin çoğumuz böyle bir konuşmaya hazır değiliz. Hele ki şu modern dünyanın hızlandırılmış temposu içerisinde o an için zihni hiçbir hazırlık yapmıyoruz.

50-60’lı yaşlarında birçok insan bir anda çıkan hastalık ile hayatlarının alt üst olduğuna şahit oluyorlar. Oysa herkes 80-90’ında, yatağında, sevdikleri yanında iken dünyadan ayrılmayı hayal ediyor. Amerikalıların dediği gibi;

“S/he was ready to go… Artık gitmeye hazırdı…”

İşte o an gelmiştir. Tasavvufa göre insan bir an yaşar ve zaman dediğimiz şey o anların aynı film kareleri gibi kesintisiz birleştirilmiş halidir. Yani Allah-ü Teâla dünyayı her an yok edip tekrar yaratmaktadır.

Günümüzde zor hastalıkların yaşanması da çok profesyonel oldu. Hemen kemoterapi, radyoterapi, ameliyat diyerek işe girişiyoruz. Her şeyin bir tedavisi olmalı değil mi? Hastayı ve ona gerçekten ne yapılması gerektiğini çok düşünmüyoruz. Elimizde rehber karar veriyoruz. E muhtemel yaşam beklentisi verileri de var elimizde. Sordular mı, ortalama 6 ay yaşarsın diyoruz… Ömrü de biçtik mi? Evet… Oysa karşımızdaki insan, hepimiz için olacak olan o anı yaşayan bir kişi.

Çoğunlukla o ana hiç hazır değil, bazıları yarım hazır. Tam hazır olanlar ise anekdotal diyelim. Can derdi sardı mı insanı, en güçlü karakterlerin nasıl tarumar olduğuna şahit olursunuz.

Bazen gencecik bir çocuk karşınıza gelir. Günleri sayılıdır. Kendi ağlar, annesi ağlar, babası ağlar. Sonra bir an cesaretini toplar, son zamanlarını nasıl geçireceğini biliyor gibi kararlı bir şekilde konuşmaya başlar… İçiniz buruktur, ama bir nebze olsun rahatlarsınız. O gencin gösterdiği cesareti takdir edersiniz.

Böyle anlarda, kısa süreliğine de olsa profesyonel bir cerrah/hekim olduğunuzu unutup tekrar insan olursunuz…

İnsan ömrü uzadıkça, yaşam şartları düzeldikçe, basit ölümler azaldıkça, o an insanlara çok uzak görünüyor. Hiç gelmeyecekmiş gibi…

Tam da bu nedenle Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, iki genç şairi anlatan “Kelebeğin Rüyası” filmi çok bir şey ifade etmiyor bizlere… Geçmiş yüzyılın hüzünlü hikâyeleri diye okuyup, bakıp geçiyoruz…

Geçenlerde akciğer kanseri ameliyatı olan Hülya Koçyiğit yıllar önceki bir röportajında aklından hiç çıkmayan tek şeyin hayatının nasıl sonlanacağı olduğunu ifade etmişti de, bir ünlünün böyle bir kaygısı olmasına bayağı şaşırmıştım. Hayattan keyif almadığı belli oluyordu. Böyle bir teşhis sonrası şimdilerde kendini o ana yakın hissediyordur.

Şiirlerin bir kıtası bazen tüm hayatı özetler… 77 yaşında vefat etmiş olan üstat Necip Fazıl, 90 yıl önce yazdığı “Kaldırımlar (1928)” şiirinde günümüzü güzel ifade etmiş;

“Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur…
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…”

Atı koşturuyoruz, çatlatırcasına!!!

 

 

Yazar
Hasan Fevzi BATIREL

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı'nda öğretim üyesidir (Prof.Dr.). Avrupa Göğüs Cerrahisi Derneği Yönetim Kurulu üyeliği de yapmaktadır.

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen