Dr. Mehmet GÜNEŞ
31 Aralık 1988 tarihinde Hakk’a yürüyen S. Ahmet Arvâsî Hocamızı vefâtının 34. yılında rahmetle anıyor, aziz hâtırasını hürmetle yâd ediyoruz.
Köklü medeniyetlere sahip olan milletler; sıra dışı mütefekkirler, çok değerli âlimler, eşsiz sanatkârlar, emsalsiz edipler, müstesnâ gönül mimarları ve çok kıymetli davâ adamları yetiştirirler. Gerçekten de; ruh hamurkârlarını, mütefekkirlerini, münevverlerini, sanatkârları-nı, ilim erbâbını, idealistlerini ve dâvâ adamlarını yetiştiremeyen toplumların devamlı irtifâ kaybettiği tarihî bir hâkikâttir. Yine inkârı mümkün olmayan bir diğer gerçek ise, bir milletin büyük fikir adamları yetiştirebilmesi için o toplumun; köklü bir medeniyete, âteşin bir îmana, zengin bir kültüre, engin bir tarihî birikime, ulvî bir ülküye, millî bir ideâle sahip olması gerektiğidir.
Türk Milleti; muhteşem İslâm Medeniyeti’ne, 5000 yıllık tarihi geçmişe ve muazzam bir kültüre sahip olmasına rağmen; ne yazık ki, uzun zamandan beri bir medeniyet seyyahı durumuna düş/ürül/erek temel değerlerinden uzaklaştı/rıldı/ğı için, toplum olarak ârafta kalmış, münevver ve mütefekkir insanlar yetiştirme hususunda da önemli sıkıntılar çekmiştir / çekmektedir. Geride bıraktığımız asırda millet olarak; medeniyet değiştirme vetiresinin tabiî neticelerini yaşadık; bizi “Biz” yapan millî-İslâmî ve insânî değerlerimizden uzaklaştık, mefkûrelerimizi, âlemşümul hedeflerimizi ve büyük düşünme ideâllerimizi yitirdik, din-dil ve târih şuurumuzu paslandırdık, ufkumuzu aydınlatacak olan gerçek fikir adamlarımızı yetiştirebilme bahtiyarlığından mahrum kaldık ve bugünkü fikir fukâralığına düçâr olduk.
Artık günümüzde; ismiyle müsemmâ gerçek “fikir adamı” çıkaramamanın üzüntü tâ kalbimizde duyarken, “Eskimeyen Eski Medeniyetimiz”in yetiştirdiği erbâb-ı kalemleri ebedî âleme bir bir yolcu ediyor ve yerlerine yenilerini ikâme edemediğimizden dolayı da çok mustarip olduğumuz bir dönem yaşıyoruz. Ne yazık ki; yeni Nurettin Topçu’ların, Dündar Taşer’lerin, Nihâl Atsızların, Ârif Nihad Asyaların, Osman Turanların, Osman Yüksel Serdengeçtilerin, Cemil Meriçlerin, Necip Fazılların, Erol Güngörlerin, Gâlip Erdemlerin, Alparslan Türkeşlerin, Muhsin Yazıcıoğuların, Abdurrahim Karakoçların, Nevzat Kösoğluların yerlerini dolduramıyoruz. Türk-İslâm Medeniyeti’nin ferah fezâ ikliminden ilhâm alarak fikir susuzluğumuzu gideren bu müstesnâ mütefekkirler, edipler, dâvâ adamları; sadece yaşadığı dönemi değil, sonraki birkaç asrı aydınlatacağına, istikbâldeki pek çok nesli de irşâd edeceğine inandığımız âbide şahsiyetlerdi… Bu mümtaz insanlar, “Herkes ölür, ama herkes hayatı gerçekten yaşamaz” sözüne örnek teşkil eden ölümsüz fânilerdi… Onlar, düşünce dünyamızın sönmeyen yıldızları olarak vefâtından sonra da yaşayan, tahlilleri, tespitleri, teşhisleri ve çözüm yolları günümüz meselelerine de ışık tutan, her geçen gün kıymetleri daha iyi anlaşılan ve değerleri artarak devam eden “Mektep Adam”lardı…
İşte Seyyid Ahmet Arvâsî Hoca da; bu müstesnâ mütefekkirlerden, âbide şahsiyetlerden, mümtaz insanlardan, ölümsüz fânilerden ve mektep adamlardan birisiydi. Seyyid Ahmet Arvâsî, hayatını “..Emrolunduğun gibi dosdoğru ol..” (Hûd, 11/112) İlâhî îkazına göre şekillendiren, Kur’ân-ı Azimüşşân’ı her konuda rehber olarak gören, hiçbir zaman Şanlı Peygamberimiz(s.a.v.)’in sünnet-i seniyyelerinden ayrılmayan, ömrünü inancına ve milletine adayan, Efendimiz’de en kâmil mânâsıyla tebârüz eden bir çok güzellikleri ve özellikleri bünyesinde toplayan bir îman burcuydu.
Seyyid Ahmet Arvâsî, İslâm parantezindeki Türk Milliyetçiliği’nin husûsî adını “İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü” diye tavsif eden, fikriyatımızı bu doğrultuda tebellür ettiren, “izm”lerin ya da şahısların putlaştırılmasına şiddetle karşı çıkan, yanlış ölçülere sahip olmamızı önleyerek zihinlere vurulmak istenen prangaları söken ve ufkumuzu aydınlatan gerçek bir münevver, îmanlı bir mefkûre adamıydı. Rahmetli Arvâsî Hoca; mükemmel şahsiyeti, şahsiyetinden kaynaklanan ölçülü tavrı, tevazuu, yüksek ideâli, düşünce dünyası, ilmi, asâleti, ahlâkı ve inancıyla, düşünce hayatımızda derin izler bırakan büyük bir âlimdi. O, çölleşen tefekkür dünyamıza hayat veren, çoraklaşmış gönüllerimizi suya kavuşturan bir fikir vâhasıydı. O; “Türk-İslam Ülküsü” adlı 3 ciltlik kitabıyla ülkücü hareketin anayasasını yazan, tarihe, beşeriyetin hâfızasına ve Türk milliyetçilerinin gönlüne silinmez harflerle yazılan büyük bir mütefekkirdi. O, Ülkücü Hareketin fikri temellerini İslâmî ölçülere göre şekillendiren ve yönlendiren çok önemli fikir adamlarından birisiydi.
Seyyid Ahmet Arvâsî, yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan, inandığını söyleyen, söylediğinin arkasında duran bir münevver olan Seyyid Ahmet Arvâsî, örnek bir Alp-Erendi. O, 56 yıllık kısa ömrüne çok büyük hizmetler sığdıran gerçek bir âlim, sâlih bir mü’min, müstesnâ bir insandı. O; sıradan bir kişi değildi, ender yetişen kelimenin kâmil mânâsıyla tam bir muallimdi. O, bütün hayatını İslâm Dîni’ne ve bu hak dîne 1000 yıllık hizmetiyle şereflenen Türk Milleti’ne adamış, mükemmel bir eğitimci, farklı bir yazar, ufku geniş bir erbâb-ı kalemdi. O; bilge bir dervişti, yokluğu çok fazla hissedilen bir gönül adamıydı. O, İslâm Âlemi’nin geçirdiği buhran ve bunalımların, düştüğü zelil durumların sebeplerini ve çarelerini gösteren, bu uğurda bir ömür harcayan gerçek bir mücâhitti. O, “Sahâbe-i Kiram’dan sonra İslâm’a en büyük hizmeti Türk Milleti yapmıştır” diyen, “Yıldızlı göklerde dolaşan Hilâl’in mahzun olmasına” gönlü aslâ razı olmayan, “İslâm’ın basiretini ve Türk’ün haysiyetini” temsil eden tam bir karakter âbidesiydi. O, asırlardır İslâm sancağını taşımayı kendisine vazife bilen, İ’lây-ı Kelimetullah için Nizâm-ı Âlem Ülküsü’nü gâye edinen Türk Milleti’nin yetiştirdiği gönül ordusunun nurânî halkalarından birisiydi.
Seyyid Ahmet Arvâsî; Mekke’de doğan, Medîne’de devlet hâline gelen, risâlet ve nübüvvetin nûruyla insanlığı îman çağına eriştirerek, cehâletin girdabında debelenen beşeriyeti medeniyetin en üst seviyesine çıkaran Yüce İslâm Dîni’yle; Türkistan’da tarih sahnesine çıkan, “Mekke’nin tevhid nûruyla” yıkanan, mefkûresini cihad ruhuyla taçlandıran ve Anadolu’da “Ufukların Efendisi” bir cihan devleti kuran Aziz Türk Milleti’nin İlâhî kader çizgisindeki kesişme noktalarından feyz ve ilhâm alan bir ilim, fikir, düşünce, îman ve aksiyon adamıydı.
Arvâsî Hoca, Allahü Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de “..Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü kiri giderip, sizi tertemiz yapmak istiyor..” (Ahzâb, 33/33) şeklinde belirttiği Muhammedî ahlâk ve sâlih îmanla bezenmiş “Nur Nesli”nden, yâni Ehl-i Beyt’tendir… Seyyid Ahmet Arvâsî, 15 Şubat 1932 Pazartesi günü Doğubeyazıt ilçesinde doğar. Aslen Van’ın Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. 1952 yılında Öğretmen Okulu’nu bitirir ve Konya’nın Doğanbeyli Kasabasına ilkokul öğretmeni olarak tâyin edilir. Üç yıllık ilkokul öğretmenliğinden sonra askerliğini yedek subay olarak yapar ve 1958 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’nden mezun olur. Arvâsî Hoca, Van Alparslan Öğretmen Okulu, Savaştepe Öğretmen Okulu, Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü, Bursa Eğitim Enstitüsü ve İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde pedagoji öğretmenliği yapar. 1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden sürgün edildiği Kırşehir ve Ümraniye’de çalışma imkânı bulamayınca, 1979 yılında emekli olmak zorunda kalır. Seyyid Ahmet Arvâsî, bir yandan öğretmenlik ve eğitimcilik görevini sürdürürken, diğer yandan da milliyetçi-mukaddesatçı dernek ve kuruluşlarla irtibatını hiç kesmeden devâm ettirir. Ülkemizde yayınlanan millî ve İslâmî dergilerde yazılar yazar…
Seyyid Ahmet Arvâsî, 1976 yılının eylül ayından itibâren haftalık “Devlet” gazetesinde ve 15 günde bir yayınlanan “Ülkücü Kadro”da dînî ve îtîkâdî konularda yazılar kaleme alır. “Genç Arkadaş”, “Hasret” ve “Nizâm-ı Âlem” dergilerinde yazmış olduğu yazılar Türkiye genelinde büyük yankı uyandırır. Ülkücü gençliğin millî-İslâmî şuurla yetişmesi için pek çok konferans ve seminer verir.1 Mart 1978 tarihinden îtibâren Hergün Gazetesi’nde günlük olarak makâleler yazmaya başlar. 12 Eylül 1980’de tutuklanır.12 Eylül Cuntasının cezaevlerine doldurduğu binlerce ülkücüden biri olarak Mamak zindanlarında çile çeker. İnançlarından ve fikirlerinden aslâ tâviz vermez. Berâber tutuklandığı partili arkadaşlarına: “Ülkücülük sâdece bir inanç, bir kimlik değil, her türlü baskılara, zulümlere karşı sönmeyen, söndürülemeyecek olan bir meşâledir” diyerek moral ve sabır telkin eder. 17 Aralık 1981 günü “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası”nda muhteşem bir savunma yapar. 1983’te dönemin ülkücü yayın organları olan “Yeni Düşünce”, “Hamle”, “Doğuş”, “Millî Eğitim ve Kültür” gibi dergi ve gazetelerde görüşlerini dile getirir. 16 Eylül 1985 tarihinden itibâren vefâtına kadar (31 Aralık 1988) Türkiye Gazetesi’ndeki “Hasbihâl” adlı köşesinde hiç aksatmadan günlük yazılarına devam eder.
Müslüman Türk Milleti’nin büyük mütefekkiri, Ülkücü Hareket’in manifestosu olan “Türk-İslâm Ülküsü” adlı muhteşem eserin müellifi olan Seyyid Ahmet Arvâsî’nin Mamak zindanlarında rahatsızlanan kalbi; onun Âlemlerin Rabbî’yle vuslatına vesile olur…31 Aralık 1988 tarihinde İstanbul’da Hakk’ın rahmetine kavuşur. Vefâtının duyulması üzerine, yurdun dört bir yanından talebeleri, dava arkadaşları ve ömrünü hizmetine adadığı Ülkücü Hareket’in mensupları İstanbul’a akın eder… Rahmetli Seyyid Ahmet Arvâsî, 1 Ocak 1989 günü öğleyin Fatih Camii’nde on binlerce kişiden müteşekkil cemaatin kıldığı cenaze namazdan sonra Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verilir.
56 yıllık ömrüne ciltler dolusu eserler sığdıran ve “Bir Mektep Adam” olan Seyyid Ahmet Arvâsî, bütün yazılarında Türk Milleti’nin dolayısıyla da Türk milliyetçilerinin dâvâsının “Allah ve Resûlü’nün dâvâsı” olduğunu her zaman ve her zeminde ifâde etmiştir. Arvâsî Hoca, hayatı boyunca Şanlı Peygamberimizin; “İlmi yazı ile bağlayınız” hadisini kendisine rehber edinerek düşüncelerini kitaplaştırmıştır.
Seyyid Ahmet Arvâsî, “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” isimli 18 sayfadan oluşan ilk kitapçığını 1965 yılında yayınlamıştır. Bu eser, Türk-İslâm Ülküsü’nün özeti mahiyetinde 44 maddelik bir beyannâmedir. Arvâsî Hoca, bu kitapçıkta: “Milliyetçilik bir milletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal ve politik yönden güçlendirmesi, başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meşrû bir hak ve şuurdur” demektedir.
Seyyid Ahmet Arvâsî’nin tanınmasına ve geniş kitleler tarafından okunmasına vesile olan eseri, 1968 yılında yayınladığı “Kendini Arayan İnsan” kitabıdır. “Kendini bilen Rabb’ini bilir” hikmetine mebnî olan bu eserinde Arvâsî Hoca; madde ve mânâ terkibinden ibâret olan ve maddeye hiç benzemeyen insanı, materyalist bir mantıkla tanımanın mümkün olmadığını ifâde etmektedir. Arvâsî Hocamızın 1970 yılında yayınlanan “İnsan ve İnsan Ötesi” isimli eseri, “Kendini Arayan İnsan” adlı kitabının bir devâmı niteliğindedir. İnsana ve insanın değerlerine psikolojik bir yaklaşım ve yeni bir bakış açısı getiren bu eser; “zübde-i âlem” olan insanın metafizik pencereden ilmî bir yorumudur.
Seyyid Ahmet Arvâsî’nin branşı olan pedagojide ve öğretmenlik mesleğinde söz sahibi olduğunu gösteren kitabı, 1976 yılında yazdığı ve o yıllarda bu konudaki tek eser olan “Eğitim Sosyolojisi”dir.
Rahmetli Hocamızın, en önemli eseri “Ülkücülüğü” bir reaksiyon olmaktan çıkarıp, bir fikrî aksiyon hareketi haline getiren, âlemşümul bir mesaj olarak cihâna ilân eden “Türk-İslâm Ülküsü”dür… “Türk-İslâm Ülküsü”, Seyyid Ahmet Arvâsî’nin 1Mart 1978 yılında Hergün Gazetesi’nde yazmaya başladığı yazılarının üç cilt halinde kitaplaştırılmasıdır. Bu eser, rahmetli Galip Erdem’in ifâdesiyle “Benzeri ve örneği olmayan” bir yazı tarzı olup, bir plan dâhilinde günlük yazı şeklinde tefrika edilen muhteşem bir kitaptır.” Tamamı 10 bölüm ve 559 makâleden oluşan “Türk-İslâm Ülküsü” adlı bu eser; bugün zihnimizi bulandıran, kavram kargaşası haline gelmiş bütün meseleleri çok yıllar önce ele alıp, büyük bir vukûfiyetle îzah etmiştir. Arvâsî Hoca, bu muhteşem eserinde çok önemli fıkıh dersleri vermiş, konuları klasik fıkıh kitaplarındaki gibi madde madde sıralayarak anlatmamış, herkesin kolayca anlayacağı, fakat çok şümullü bir biçimde en girift meseleleri yorumlamış, hayatın her safhasında bilinip, tatbik edilmesi gereken İslâmî hükümleri insanların gönlüne ve beynine nakşetmiştir. Arvâsî Hoca, “aksiyoner olmadan dâvâ adamı olunamayacağını” bizlere öğretmiştir. Türk Milliyetçiliğini izah ederken; “Ülkücülük; ülkemiz ve yeryüzünde Allah’ın nizâmını hakim kılmak için kendine metot olarak Allah ve Resûlünü ölçü alan bir îmân hareketinin adıdır” diye açıklamıştır.
Seyyid Ahmet Arvâsî’nin 1982 yılında yayınladığı “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”isimli eseri müstâkil bir kitap olmakla beraber, Türk-İslâm Ülküsü’nün bütünlüğü içinde düşünülmesi gereken bir eserdir… “Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz”, iki bölümden müteşekkil olup, birinci bölümde İmâm-ı Gazâli’nin “Mahlûk, Hâlık’ın anahtarıdır” düşüncesinden yola çıkılarak “diyalektik” anlatılmış; ikinci bölümde ise “estetik” mevzuuna yer verilmiştir. Bu eserde Arvâsî Hoca; insanı ve insan ruhunu ele almış, İslâmî motiflerle süslediği orijinal tahliller vücuda getirmiştir. İnsan ruhundaki arayışların ifâdesi olan sanatı, Necip Fazıl’ın;
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış,
Mârifet bu, gerisi yalnız çelik, çomakmış”
dediği gibi “Allah’ı aramak ve O’na ulaşmak için bir vasıta” olarak görmüş ve bu bakış açısıyla îzah etmiştir.
Seyyid Ahmet Arvâsî’nin 1982 yılında yayınlan “İlm-i Hâl” isimli eseri; başta insan olmak üzere, bütün mevcûdâta, bütün mahlûkâta ve kâinata yeni bir bakış açısı getiren, îtikat ve akâid bilgilerini klasik usulün farklı bir anlatımı diyebileceğimiz bir üslûpla ele alan müstesnâ bir ilmihâl kitabıdır.
Arvâsî Hocanın, 1986 yılında yazdığı “Doğu Anadolu Gerçeği” isimli eserinde “Şark Meselesi” olarak ele aldığı “bölücülük” konusunda çok önemli tespitler ve tekliflerde bulunmuştur. Seyyid Ahmet Arvâsî, emperyalist güçler tarafından üzerinde haince oyunların sergilenmeye çalışıldığı bu talihsiz beldemizin bir ferdi olması hasebiyle bölücüleri ve onların oyunlarını çok iyi tanıyan bir insandır. Arvâsî Hoca, Doğu Anadolu Gerçeği isimli eserinde sun’î bir şekilde vücuda getirilen Şark Meselesi’ne bir eğitimci ve bir sosyolog gözüyle yaklaşmış ve bu problemin bütün boyutlarının efkâr-ı umumiyeye göstererek: “Bazı ahmak politikacılar, bazı gâfil yazar ve çizerler, aldatılmış piyon ve basiretsiz ideologlar, millî ve mukaddes değerlere yabancılaşmış kadrolar, ajanlar, çeşitli türdeki azınlık ırkçıları, yabancı uzmanlar, misyonerler, barış gönüllüleri….vb el ele vererek ülkemizi felâkete sürüklemek istemektedirler… Fakat unutmamak gerekir ki, Türk Devleti’nin parçalanması, sadece, çeşitli renkteki “küfür cephesinin” işine yarayacaktır. Allah korusun, muhalfarz, böyle bir parçalanma olursa, bundan sadece Türklük değil topyekûn İslam Dünyası zarar görecektir. Bunu bilerek ve düşünerek hareket etmek yalnız bir namus borcu değil, aynı zamanda “dinî” ve “millî” bir vecibedir.” demiştir.
Rahmetli Seyyid Ahmet Arvâsî’nin son eseri “Hasbihâl”dir. Hasbihâl serileri de Türk-İslâm Ülküsü gibi gazete yazılarından meydana gelmiştir. 16 Eylül 1985 tarihleri ile vefât ettiği gün olan 31 Aralık 1988 tarihleri kaleme aldığı ve Türkiye Gazetesi’nde “Hasbihâl” başlığı altında yayınlanan köşe yazılarıyla, hiçbir yerde yayınlanmamış olan makâlelerinden oluşmuştur.
Seyyid Ahmet Arvasî’nin İlâhî aşk ve îmân dolu olan kalbi rahatsızdı. İlk kalp krizini Mamak Cezaevi’nde geçirmişti. Arvâsî Hoca, 30 Aralık 1988 günkü yazısında “Bu gece duvara yeni bir takvim asacağım” demişti ve öyle de yaptı… 31 Aralık 1988 günü, o büyük insan daktilosunun başında dünya misafirliğini tamamladı. “Ölümüm, idrâkimin Mutlak Varlık’ta tükenişini ifâde eder. Çünkü; her şey ondan gelmiş, yine O’na dönecektir..” diyen, “İslâm îman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk Milleti’ni iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen” Arvâsî Hoca, simsiyah gözlerini, her zaman olduğu gibi dünya çirkinliklerine ebediyyen kapadı. Ve eşinin söylediği Kelime-i Şahadete iştirâk ederek mübârek ve temiz ruhunu Hakk’a teslim etti. Hayatı gibi son nefesi de mübârek ve şerefli oldu…
Allah (c.c.) rahmet eylesin… Rûhu şâd, mekânı Cennet, makâmı âlî olsun.
Nasıl bir deryâyı bardağa sığdırmak mümkün değilse, bütün hayatı mücâdele, çile, irşâd ve Türk-İslâm Ülküsü’ne hizmetle geçen bu kadar büyük bir insanı benim kırık dökük cümlelerimle tasvir etmem elbette mümkün değil… Ummandan bir katre sunabildimse ne mutlu bana… Fâtihâlar ve Yâsinler Arvâsî Hocaya…
Dr. Mehmet GÜNEŞ