Benim bir Halil Atılgan Ağabey’im var. Adana, Karaisalı, İncirgediği Köyü doğumlu. Doğduğu köye de çok güzel bir müze yapmıştı, geçen sene idi yanlış hatırlamıyorsam, orayı da ziyaret etmek nasip olmuştu.
Halil Atılgan Ağabey’i Adana’da üniversite talebesi iken tanımıştım, 1975- 1976 lı yıllarda. Çukurova Radyosu saz sanatçısıydı. O günden bu güne ağabey kardeş ilişkimiz sürüyor çok şükür.
1950 li yıllarda köyünde bir kaç bataryalı radyo varmış. İlk radyoyu komşuları almış. Fazla pil harcar diye radyonun sesini fazla açmazlarmış. Türkü çıkacak da dinleyeceğim diye o pencerenin önünde oyun oynarmış Halil Ağabey. Oyun oynamasa bile türkü çıkacak da dinleyeceğim diye orada beklermiş. Muzaffer Akgün, Neriman Altındağ, Nezahat Bayram, Muzaffer Sarısözen adını o yıllarda duymuş.
O yıllardan bu yıllara türkülerin içinde olmuş Halil Ağabey. Türkülerin içinde yüzmüş, türkülere koşmuş, türkülerin içinde cirit atmış, her ânı türkü olmuş. Bugüne kadar da elli civarında kitap yazmış. Radyoda, televizyonda programlar yapmış, bir çok ödül almış, kasetler, cd’ler yapmış, türküler derlemiş bir güzel insan.
Hatta Adana Valiliği adına Geçmişten Günümüze Çukurova Türküleri’ni beş kasette toplamıştı. Babamın çok sevdiği bir türkü vardı, Aşık Talibi’nindi;
“Güneş gibi şahsım olsa,
Devlet gibi tahtım olsa,
Gazi gibi bahtım olsa,
Yine bana gelen olmaz.
Güller açsam bağlar gibi,
Gazel döksem çağlar gibi,
Altın olsam dağlar gibi,
Kıymetimi bilen olmaz.
Hazne dolu akçem olsa,
Türlü kumaş bohçam olsa,
Yalan dünya bahçem olsa,
Benden bir gül alan olmaz.
Kuş olup gezsem havayı,
Arayıp bulsam yuvayı,
Dünyada kuru davayı,
Benden başka güden olmaz.
Talibi der ki n’olurum,
Mekanı nerde bulurum,
Korkarım garip ölürüm,
Namazımı kılan olmaz.”
Bunu çok dinlerdi babam. Sonra plak bozulmuştu. Halil Ağabey 1988 yılında hazırladığı beş cd’yi gönderince içlerinde bu türküyü de görmüş, çok sevinmiştim. Bir cd çalar satın alıp babama götürüp dinletmiştim. Gözleri yaşla dolmuştu ama çok mutlu olmuştu.
Halil Atılgan Ağabey üç ciltlik büyük boy muhteşem bir eser hazırladı. Mersin Büyükşehir Belediyesi de yayımladı. Bir ömürde ancak hazırlanabilecek kitap. Halk Müziğine gönül veren bir çok sanatçının belgeseli üç kitap. Üç kitabın arka kapaklarına üç şiir koymuş Halil Atılgan, birisi rahmetli Aşık İmami’nin, ilk iki kıtası şöyle;
“Anadolumuzun ana dilinden,
Bu türküler bir gün öldürür beni,
“AH NEYLEYİM GÖNÜL SENİN ELİNDEN”
Bu türküler bir gün öldürür beni.
Türkülerden bir gül harmanı dersem,
Dunya’nın gözünün önüne sersem,
“ELA GÖZLÜM BEN BU ELDEN GİDERSEM”
Bu türküler bir gün öldürür beni.
Bir başka ciltin arkasında Durdu Güneş Bey’in şiiri var. Onun da ilk kıtasını yazayım;
“Herkesin kendince Mihriban’ı var,
İnce ince bir sızıdır türküler.
Sen bana yangın ol, ben sana rüzgâr,
Alev alev bir yazıdır türküler.
Bilirim sevdanın acısı çetin,
Aşkın ateşinde lâl olur dilin,
Bir gözleri ahu bir sarı gelin,
Bazen de acem kızıdır türküler.”
Diğerinde de benim yazmaya çalıştığım bir şiir var.
O kitabın tanıtımı olacakmış. Sohbetimizde güzel bir gece olacağını söyledi Halil Ağabey. Davete icabet lâzımdı ama nasıl olmalıydı?
İşlerimizi ayarlayıp Eskişehir’den, Mersin’e doğru yola çıkmalıydı. Oralara kadar gitmişken bir kaç gün içine sığan program yapmalıydı. Gidilecek yerlere bir an önce varılmalı, vakit de kaybedilmemeliydi.
1983 yılında kısa dönem askerlik yaptım Tokat’ta. O yıllarda üniversite bitirenler asteğmen olarak askerlik yapıyordu ama çok birikme olunca da dört ay er olarak askerlik yaptırıp terhis ediyorlardı. Bu şans bize de gelmişti. Bizden sonra da olmadı herhalde.
Askerlik sırasında bir toplantıda “inşaat mühendisi ve mimar olanlar el kaldırsın” dediler. Genellikle öğretmen ağırlıklıydı arkadaşlar. Biz de el kaldırdık. Herhalde mimar arkadaşlar bir binanın çizimini yapacak, biz de statik hesapları ve binanın yapımı ile uğraşacaktık. Hizmet etmek lâzımdı tabi.
Bizi bir arsaya götürdüler, yer yer kazılmış, öbek öbek topraklar var. “Şuraya basketbol sahası yapılacak, şu topraklar taşınacak” diye talimat verdiler. El arabaları ve kürekler de oradaydı zaten.
Ben de hazır güneye inmişken yol üzerinde uğrayacak yerleri planlamıştım ama yer ve yön bulmak için bir arkadaş lâzımdı. Mahmut, bu iş için ideal bir insandı. Hem makine mühendisi hem de bölge müdür yardımcısıydı. En güzeli de size huzur verirdi.
Mahmut’u aldım, sabah 05.45 de Mersin’e gitmek üzere yola çıktık Eskişehir’den.
Bu yolculuğu anlatalım biraz, bakalım kaç gün sürecek?
Kitaptaki şiirimi koyayım efendim;
Bana Bir Türkü Söyle
Gözlerin yangın yeri,
Ne olmuş sana böyle?
Bırak gamı kederi,
Bana bir türkü söyle.
Dinle kalbimi bir yol,
Yandığım sevdayla dol,
Su başında keklik ol,
Bana bir türkü söyle.
Ahh şu başım boran yar,
Dilim susar can susar,
İflah olmaz yaram var,
Bana bir türkü söyle.
Doğan günü güldürmüş,
Belik belik aşk örmüş,
On yedi bahar görmüş,
Bana bir türkü söyle.
Sevgimi bile bile,
Yol işledin mendile,
Merhaba de aşk ile,
Bana bir türkü söyle.
Dört yanımı yak, kavur,
Külümü çöle savur,
Mızrabını güle vur,
Bana bir türkü söyle.
Geceye sabah demem,
Sevdaya günah demem,
Kurşun değse ahh demem,
Bana bir türkü söyle.
Oyy neremden neremden,
Hasret tüter yaremden,
Aslı ol da Kerem’den,
Bana bir türkü söyle.
Şöyle karşımda dur da,
Çağır, söyle ard arda,
Fırtınalar kopar da,
Bana bir türkü söyle.
İster yağmurlar dinsin,
İster yıldızlar sönsün,
Dağların başı dönsün,
Bana bir türkü söyle.
Yunus’ça yana yana,
Topraktan asumana,
Balkan’dan Türkistan’a,
Bana bir türkü söyle,
Sen bana Türk’ü söyle…
(Not: Türkülerle Gönlümüze Düşenler kitabı için Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne telefon edin, veya internet sayfalarında bir form var, talebinizi iletin, gönderirler efendim. Türkü sevenlerin muhakkak elinin altında olması gereken bir kitap.)