Giriş
Ebu Hamid Gazzâlî (1058-1111), fakih, mantıkçı, mütekellim, sûfî niteliklerine sahip ve İslam düşüncesinde dönüm noktası olan bir âlimdir. Selçuklu döneminin özelliklede Nizamülmülk’ün himayesinde makam ve mevki açısından oldukça iyi durumda ve eğitim ve öğretim alanında zirvesindeydi. Meşşâî filozoflara yönelttiği eleştiriler ve karşı eleştiriler, kelami felsefenin teşekkülü, sufiliğin felsefi bir sistem olarak kurgulanma sürecini tetiklemesine bakınca bana göre “filozof” olarak nitelemek mümkün mü?
- FelsefîBir Teoriyi Denetlemek
Bana göre mümkün dediğimde, “filozoflara yaptığı tekfir iddiasının yüzyıllar boyunca bütün felsefeye yaygınlaştırıldığını bildiğiniz halde bunu nasıl diyorsunuz?” karşı sorusu geldi hemen. Çünkü felsefe karşı görüşlere son derece önem verir ve nitelikli bir filozof, denilenlere dikkat eder ve öğretisindeki olası açıklıkları gidermeye çalışır ve kendine özgü bir (yeni) açıklama çabasına girer. Temel felsefi sorunlara dair yorumlar (tefsir-tevil) ve aşırı yorumlara dikkat etmek, diğer bir ifadeyle “Felsefeyi Bir Teoriyi Denetlemek” için bu karşı eleştiriler şarttır. Kant’ın “felsefe değil, felsefe yapmak öğrenilir” ifadesini bu açıdan okuyorum.(M.Uyanık. İslam Bilgi Felsefesinde Kalbin Anlaması: Gazzâlî ve Mevlana Örneği, Araştırma Yayınevi, 2.Basım, Ankara 2016:40-43)
Sorun bana göre, Gazzâlî’nin kozmolojik ve metafizik hususlara dair yorumlarda filozofları toplumsal açıdan ötekileştirmeden ötesine götüren bu hususları fıkha taşıması ve doğrudan temel özgürlük alanlara yönelik yıkıcı hamlelerin önünü açmasıdır. Nitekim kendisi de içinde yetiştiği kelami akımın bazı âlimleri tarafından tekfir edilmesinden şikayet etmektedir. Yine onun gibi fakih, mütekellim ve hekim ve hâkim olarak filozofun bütün niteliklerini taşıyan İbn Rüşd, onun eleştirdiği Meşşâî filozofların aksaklıklarını belirtir ve yorum (tefsir-tevil) farklılığından dolayı tekfir iddiasının tutarlı olmadığını, mümin birini tekfir etmenin de bumerang gibi sahibine döneceğini vurgular. Bunları zaten İslam düşüncesinin teşekkül sürecinden haberdar olanlar bilir, malumu ilam etmeyelim de biz “Hangi Gazzâlî ve/ya Kaç Gazzâlî Var?” diye başlayalım bir seri Gazzâlî okumasının ilkine.
Bu noktada cevabını arayacağımız soru şu: Onlarca nitelikli öğrenciye uzmanlık derecesinde dersler verirken, her şeyden vazgeçerek hicret etmesi, gittiği yerlerde inziva çekilmesinin gerekçesi nedir?
Onun öz eleştiri sürecini okuma tarzları farklı: Bir kısmı kendi ifadelerine bakarak bunu bir takva ve nefis muhasebesi; bir kısmı ise yine kendi ifadelerine dayanak ruhi/manevi buhranının “şaşkınlık hâli ve akıl karışıklığı” olarak görmektedir. Özellikle ikinci okumayı tercih edenler, eğer Gazzâlî’nin birinci derecede hamisi olan Selçuklu veziri Nizamü’lmülk’ün Batinî/Karmatî dailerce suikasta uğraması, kısa süre sonra Sultan Tuğrul’un zehirlenerek vefat etmesi durumunda paniğe kapıldığı ve ileri derecede depresyona girdiği düşünürler. Hatta dönemin bürokrasinin önde gelenlerden olan Nizamü’lmülk’ün oğulları tarafından korunacağını düşündüğü, ama umduğunun olmadığı için bütün kazanımlarını bırakıp şehirden ayrılmayı düşündüğü malum. İzin verilmez diye Hac’a gitmek bahanesiyle şehirden uzaklaştığı da malum.
- Farklı Gazzâlî Okumalarının Gerekçesi
Her iki okumanın da dayandığı ifadeleri şudur:
“.. altı ay dünyevi tutkularla ahiretin çağrıları arasında hangisini tercih edeceğim hususunda sürekli gidip geldim. Bu ayda mesele tercih olmaktan çıkıp zorunluluğa dönüştü. Çünkü Allah dilimi kilitledi ve ders veremez hâle geldim. Farklı yerlerden gelen öğrencilerimin kalbini kazanmak için bir gün kendimi ders vermeye zorladım; ancak bir kelime dahi söyleyemedim ve buna kesinlikle gücüm yetmedi. Dilimdeki bu tutukluk kalbimde derin bir hüzne sebep oldu; bu hüzünle birlikte hazım kuvvetimi yitirdim ve yemeden içmeden kesildim. Boğazımdan ne bir sıvı gıda geçiyordu ne de bir lokmayı hazmedebiliyordum. Bu durum beni o kadar zayıflattı ki doktorlar tedaviden umutlarını kestiler ve şöyle dediler: “Bu, kalbe yerleşmiş bir durum olup, oradan mizaca sirayet etmiştir. Bunun tedavisi ancak ona elem veren bu duygu durum bozukluğunun giderilmesiyle olur.” Acziyetimi iyice hissettiğim ve seçim yapma gücüm tamamen yok olduğu anda herhangi bir çıkış yolu olmayan zorda kalmış birinin yaptığı gibi Allah Teâlâ’ya sığındım” (Gazzâlî:el-Munkız min’ed-Dalal: Aklı Karışıklar İçin Klavuz (Telif ve tercüme: Mevlüt Uyanık, Aygün Akyol) içinde (s. 15-52). Ankara: Elis Yayınevi 2020, 114)
Ey- Munkız’daki haleti ruhiyesini anlatan bu ifadeleri Hacettepe Üniversitesi tıp fakültesini okurken aynı zamanda Anadolu Üniversitesi Felsefe bölümünü de bitiren Mustafa’ya sordum, bu durumun günümüzdeki karşılığı nedir ve bunu söyleyenin sıhhat durumu, tutarlı düşünme imkanı var mıdır diye. Çünkü Gazzâlî’nin tekfir ettiği filozoflardan Fârabî’nin ilmu’n-nefs (psikoloji) ve metafizik irtibatı üzerinde düşündüğünü, İbn Sînâ’nın döneminin en önemli hekimlerinden biri, Razi’nin “Arapların Galeni” denilecek bir tıp doktoru ve filozofu, İbn Tufeyl, İbn Bacce ve İbn Rüşd hem hakim/filozof, hem de dönemlerin önde tabipleri olduğunu biliyorsunuz.
Bu durumda Gazzâlî’nin konumunu ve ifadelerini bir de tıbbi açıdan düşünmek uygun olacak. Zira filozoflar tıbbu’r-ruhani yani ruhun sağaltımı üzerinde durarak sağlıklı düşünmenin ancak beden terbiyesi ile olacağını söylerler. Tutarlı düşünce üretmek sıhhatli bir bedene sahip olmakla eş anlamlı görürler. İnzivaya çekilip yemeden içmeden kesilmeyi önceleyen bir durumda yazılanların tutarlı olma ihtimali sorgulamak bunun için önemli? Dr. Mustafa psikiyatri alanında uzman olan iki arkadaşına Gazzâlî’nin ifadelerini gönderdi ve aralarında görüşmelerden çıkardığımız sonuç şu: “Metinlerle tanı olmaz ama Gazzâlî’nin kendi ifadeleri olduğu için “bipolar tip 2” gibi duruyor. Ciddi psikotik (gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulması) depresyon dönemleri yaşamış gözüküyor.”
- Felsefe Eleştirilerinin de Felsefeye Katkıları Olma İhtimali
Felsefeye karşıt olanların görüşlerini ve temel güdülerini (riyaset ve din tacirliği) ayrıntılı olarak analiz etmenin önemi vurguladığımı biliyorsunuz zaten ama madem günümüzde Gazzâlî’nin Fârabî ve İbn Sînâ’ya yönelttiği eleştiriler bütün felsefe yöneltiliyor, bana göre felsefe eleştirilerinin de en önemli felsefî katkı olacağının örneği olarak da görülebilir.
5/11 yüzyılda İbn Sînâ’nın felsefî sisteminin dönemin kelâmî (teolojik) akımlarına yönelik en güçlü tehdit haline geldiği, felasife yani filozoflar denildiğinde o dönemde İbn Sînâ ve takipçilerinin anlaşıldığı zaman dilimi. İbn Sînâ’nın İsmâlî olduğu iddiasına ilaveten o zamanlar başlayıp 13/18 yy kadar neredeyse tüm yüksek medrese müfredatında felsefe grubunun yer aldığını düşündüğümüz zaman, Gazzâlî’nin yaptıklarının tarihsel etkisi daha net olarak görülebilir.
İbn Sînâ’yı merkeze alıp, kozmolojik bir meseleyi bile itikâdî ardından fıkhî alana taşıyarak, kanlarının dökülmesi, malların alınmasını söylemesinin gerekçeleri anlamak ancak o dönemin Abbasî-Fatimi- Batinî/Karmatî/Talimî siyasi erk müsaadelerine de bakmak gerekir. Buna ilaveten avam/halk için yazdığı el-Munkız ile havas/seçkinler için kaleme aldığı el-Mişkat adlı eserinde iki farklı Gazzali okumasını metin eleştirisi (textcritic) açısından da okuyacağız. Bir eserinde dediğini, diğerinde niye demediğini, üstelik tekfir de etmediğini ancak metin çözümlemesi (deconstruction) yapıldığında netleşir. Aynı zamanda bu farklı okumaların farklı sonuçlar ortaya çıkarmasının gerekçeleri, dönemin güç ve ideolojilerini de incelemek demektir.
Daha önceki yazılarda Gazzâlî ’yi felsefenin ölümünü ilan eden bir hocamla (H.Atay) ile ‘ olur mu öyle, ne alakası var, gerek o dönem ve sonrasındaki felsefî ve kelami tartışmalara, özellikle kelamın felsefîleşmesi sürecine, bir de Batı felsefesine olan katkılarına bakmak lazım diye (M.Bayrakdar) hocamdan bahsetmiştim.
Birbirlerini küfürle suçlayan liderlerin taklidini bırakarak salih amel işlemenin nitelikleri (Mizanu’l-amel) üzerinde duran, kendine özgü bir yöntemi ve bakış açısı olan (Mihakku’n-nazar ve Miyaru’l-ilm), ortaya koyduğu delilleri bütün boyutlarıyla müzakere eden (Menahicu’l-edille) ve biricik hedefi emredildiği gibi dosdoğru olmak bir alim, filozofları tekfir ederek, kendisi de eleştirilen ve tekfir edilen (İbn Rüşd, Faslu’l-Makal) düşünce liderlerinden birisi konumuna düşme riskini niçin göze almıştır?
Bu sorular hep soruluyor, o halde Munkız’da yaşadığı halet-i ruhiyeyi, dönemin sosyo politik gelişmelerini hatırlayıp, insaflı bir tutum içinde olmak gerekir diyorum kendime. Çünkü âbid/ârif anlayışıyla sezgisel ve ani bir kavrayış olan bilgilenme hususunda İbn Sînâ’dan etkilendiği belli olan bir âlim olarak yâkinîbilgiyi bir nevi kıyas olan burhan yöntemiyle arar. Buna rağmen son tahlilde, bilgi kaynağı olarak sezgiye verdiği önem onu, bir akılcılık muhalifi ve felsefî düşünceye darbe vuran kişi olarak da sunulmasına yol açtığını söylemek ne kadar tutarlı? Ya da doğrudan soralım: Eğer İslam dünyasında felsefe karşıtlığı gibi bir durum varsa, böyle toplumsal/sosyolojik bir gelişmenin sebebi bir kişiye yüklenebilir mi? Bunu bir sonraki yazıda müzakere edelim, müsaade ederseniz.